Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.
Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.
Gazeteler, Türkiye’de, “1941 yılından beri meydana gelen maden kazalarında 3 binden fazla işçinin yaşamını yitirdiğini yazıyor. Ancak, bu ölümler birer istatistik olarak tarihteki yerini alırken, acı ve gözyaşlarının ise istatistikleri maalesef tutulamıyor.
Sadece 2013 yılında işkazalarında ölen işçi sayısı 1235 olarak veriliyor. Bu veri eksik olmasına karşın oldukça yüksek bir rakamdır. „İş kazası“ adı altında, ortalama olarak yılda 1072 işçi ölüyor. Sadece bu yılın ilk dört ayında ölen işçi sayısı; 396[1] AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2013 sonuna kadar toplam 13 bin 442 işçi katledilmiştir.
Türkiye, iş kazalarında, TMMO’nın raporuna göre, „iş kazası“ adı altında ölüm oranı, her yüzbin işçi de; Avrupada birinci, dünyada ise üçüncü sıradadır.
Mesleki hastalık oranı ise, akıl almaz bir şekilde yükselmektedir. Devletin resmi kurumu olan SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu)‘na göre meslek hastalığına tutulan çalışanların sayısı yılda 600’ü geçmezken sendika ve diğer araştırma kurumlarının verilerine göre bu rakam yılda. 35-40 bin arasıdadır.
Türkiye ve Kürdistan’da, 1,5 milyon iş yerinde yılda ortalama 70 bin iş kazası olduğu bildiriliyor. İş kazalarının artmasının bir nedeni de, sendikasız çalışmanın artmasından kaynaklanmaktadır. İşçilerin, örgütlü bir mücadeleden yoksun olması, sendikasızlaştırılması ve sendikaya üye olmak isteyenlerin ya da üye olanların işen atılması ve de atılma tehdidiyle karşı karşıya kalmaları, sendikalaşma oranını gün geçtikçe düşürmektedir. Özellikle AKP hükümeti iş başına geldikten sonra, sendikasızlaştırma politikası yaygınlık kazanmıştır. Çalışma koşulları işçiler için cehennem olurken, sermayedarlar için ise tam bir cennete dönüştürülmüştür. AKP’nin bu kadar uzun yıllar ayakta kalmasının bir nedenide budur. Tüm sermaye kesimi tarafından desteklenmesidir. Son yıllarda bazı sermaye kesimlerinin AKP’ye karşı çıkmaları, iş koşullarının işverenler aleyhine olduğundan değil, sömürüden daha az pay almaları ve kendi aralarındaki pazar rekabetinden dolayıdır.
Türkiye ve Kürdistan’da, işçilerin sendikalarda örgütlenmeleri önüne çok yönlü engel çıkarılırken, sendikalı olanlarda sendikasızlaştırılmak isteniyor. Sendikalaşmak isteyenler ise hükümet yanlısı karşı-devrimci ve sarı sendikalarda örgütlenmeye zorlanmaktadır. Memur-Sen, Hak-İş bunlardan bazılarıdır. 2012 yılında 2,2 milyon olan sendikalı işçi sayısı günümüzde 1.096.540[2]] gerilemiştir. Yürürlükteki yasalara göre sendikalaşma hakkı olan işçi sayısı ise, aynı bakanlığın verilerine göre 11.600.554’dir. Bu rakamlar, Çalışma Bakanlığı‘na aittir.
Türkiye’de çalıştırılan çocuk sayısı da bir milyonun üzerindedir. Kayıtlı çalışan 900 bin civarında olduğu söylenirken, kayıtlı ve kayıtsız toplamının bir milyonun çok üzerinde olduğuda biliniyor. Bunun anlamı da, sömürünün çok yoğun ve vahşice olduğudur.
Maden ocaklarında çalışanların ücretleri de asgari ücretin üstünde değildir. Bazı kaynaklar 900 TL olarak verirken, bazı kaynaklar ise 1600 TL geçmediğini söylemektedir. 15 yaşından küçük çocuklarında madende (ölenlerin arasında 15 yaşında çocuklar olduğu söyleniyor) çalıştırıldığına göre, ücretlerin düşüklüğü de kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Gazeteler, sermayedarların karlarını ne kadar artırdıklarını ve bir önceki yıla oranla yüzde kaç yükselttiklerini, büyük manşetlerden verirler. Ancak, işçi ölümleri küçük manşetlerle duyurulur ya da hiç yer verilmeyerek yok sayılması istenir. Oysa, patronların karlarının yükselmesiyle doğru orantılı olarak işçi ölümleri de artar. Bütün dünyadaki istatistikler bunu doğrular. İş kazalarında yaralanarak sakat kalanların ise bu verilerin kat kat üstünde olduğu bir gerçektir.
Özelleştirmelerin artması, taşeronlaşmanın yaygınlaştırılması, her türlü sağlık ve yaşam güvenliğinden yoksun, örgütsüzleştirilmiş bir işçi kitlesi yaratıldı. Burjuvazi sermayenin kar oranını arttırmak için işçi ücretlerini düşürürken, sendikasızlaşma ve işçi güvenliğini de en alt düzeye çekti. Soma Holding’de bunlardan biridir. Şirket, kendini tanıttığı broşürlerde „en güvenli çalışma“ koşullarını yarattığını ileri sürmesi, gerçekleri dile getirdiği anlamına gelmiyor.
Türkiye’nin en büyük kömür maden işletmecesi olan Soma Holding bünyesinde 6 bin işçi çalıştığı bildiriliyor. Ancak, ölümlerin en çok işletmeninde bu olduğu bir gerçek olarak duruyor. Adı geçen bu holdingin İstanbul’da göğe yükselen gökdelenlerinin tersine koşut olarak da, bu şirket bünyesinde çalışan işçi ölümleri artmaktadır.
Soma maden ocaklarındaki katliam, bir kere daha gösterdi ki; sermayenin kar oranı arttıkça işçi yoksullaşması ve ölümleri de arttıyor. Sermayenin karının yükselmesi, işçilere ölüm, ailelerine ve yakınlarınaysa acı ve gözyaşı olarak geri dönüyor.
Şu ana kadar ortaya çıkan ölen işçi sayısının ikiyüzü geçmesine karşın bu sayının giderek yükseleceği de belirtiliyor. Aslında, işveren maden ocaklarında kaç kişi olduğunu biliyor ve açıklamaktan kaçınıyor. Elbette bunu hükümet yetkilileri de biliyor. Bildikleri içinde, bölgeye önce asker sevkiyatı yapıyorlar. İstanbul’un deneyimli çevik gücünün önemli bir bölümünü buraya aktarıyor. Olası tepkileri bastırmak için. Halkı kandırmak ve timsah gözyaşlarını gizlemek için de “üç günlük yas” ilan ediyorlar.
Burjuvazinin ilk “tedbiri” kendini korumaya yöneliktir. Maden ocaklarında kalan işçileri kurtarmak ise, sermayenin güvenliğinden sonra geliyor. Salt maden ocaklarında ölüm olaylarıyla ilgili olmayıp, işçilerin çalıştığı tüm işyerlerinden, “önce güvenlik” dediği şey, sermayenin korunmasıdır. Grev yaparak hakkını arayan ve işten atılmalara karşı çıkan işçilerin karşısına, önce polis ve asker çıkar, sonra da mahkeme kapıları gözükür. Çünkü sistem, kapitalist sistemdir. Daha genel bir söylemle, bu düzen zenginlerin düzenidir.
Ölümler Kader Mi?
Çalışan işçilerin “iş kazası” adı altında öldürülmeleri bir kader değildir. Kapitalist sistemin doğal gelişiminin bir sonucudur. Yukarıda istatistiki olarak ortaya koyduğumuz verilerde gösteriyor ki, Türkiye’de burjuvazi, işçiler üzerindeki sömürü oranını arttırıcı her türlü uygulamayı devlet aracılığıyla yapıyor. Burjuvazi açısından sermaye birikimini artırmanın sınırı yoktur. Bu nedenle de vahşice sömürü ve baskınında sınırı yoktur. Sömürü oranı arttıkça, baskılarda artacak ve işçilerin yaşamları daha da kötüleşecektir. Aynı bugün olduğu gibi.
İşçilerin “iş kazası” adı altında katledilmeleri, işçi ve emekçilere bir “kader”, “alınyazısı”, “tanrı buyruğu” olarak sunuluyor ve sunulmaya devam edecektir. Ancak, işçilerin vahşice sömürülmesi ise, doğal karşılanacaktır. Tayyip Erdoğan madende çalışanların “ölmeleri de normal”dır diyecektir. Böylece o, görevi gereği, sermayenin katliamci ve kitleleri sindirme politikasını savunmaya ve sürdürmeye devam edecektir.
Burjuvazinin işçi ve emekçilere “kader” olarak sunduğu yaşam tarzını, sistemi kökten reddetmek gerekiyor. Çünkü kapitalist sistem, bütün doğayı öldürdüğü gibi insanlığı da öldürüyor. Bütün yaşamı yok ediyor.
Türk faşist devleti, dün Roboski’de yaptığı katliamı bugün Soma’da yaptı. Biçimi ne olursa olsun her ikisini de aynı amaçla yaptı. Daha fazla sömürmek, düzenini sağlamak ve halkı sindirmek için.
Dün Gezi’de katlettiklerini bugün Soma’da katletti. Gezi’de direnenler, bu katliamların olmaması için sokaklara çıkmıştı. Eğer, daha fazla emekçi sokaklara çıkıp haykırsaydı, belki Soma’daki madenci katliam yaşanmayacaktı.
Ne ölümler “kader”, ne de sömürülmek. Ama, çalışma araçları sermayenin tekelinde olduğu sürece, ölümleri işçi ve emekçilere “kader “ yapmaya devam edeceklerdir. Ne zaman ki, işçi sınıfı ve emekçiler kendi kaderlerini kendi ellerine aldıklarında, sermayenin de kölesi olmaktan kurtularak dünyayı özgürleştireceklerdir.
Bu katliam karşısında sessiz kalmak, sokaklara çıkıp haykırmamak, genel grev ilan etmemek, ihanetin en büyüğü olacaktır. Bütün fabrikalarda şalterler ölen madenciler için indirilmelidir. Bütün işçi ve emekçiler demokratik hak ve özgürlükler için sokakları, alanları zapt etmelidirler. Bugün susmak, geleceğimizi burjuvazinin katliamcı sistemine teslim etmek demektir.
Sokaklara çıkan kitlelerin talebi, sadece enerji bakanının istifasını istemekle yetinmemelidir. Hükümetin istifasını istenmelidir. Soma Holding’in başkanı dahil yöneticilerinin tutuklanması ve yargılanması istenmelidir. Başbakan Erdoğan’ın derhal istifa etmesi ve yargılanması talep edilmeli ve katil Türk devletinden hesap sorulmalıdır.
Sonuç olarak; Madencilerin ölümü kader değil, sermayenin kar oranını arttırma katliamıdır!
Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün halkımızın başı sağolsun!
***14.05.2014

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.