Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.
Bebel ise 16 Ağustos 1910 tarihinde şöyle yanıtlıyordu Adler’i: “Bütün o rezil kadınca zehir püskürtmelerine karşın, partiyi onsuz bırakamam.”[2]
Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin bu iki ağır topunun sözünü ettiği “zehirli kaltak”, Rosa Luxemburg’dan başkası değildi. Alman Sosyal Demokrat İşçi hareketine dahil olduğu andan itibaren, Bernstein’dan başlayarak partinin bütün köklü, yerleşik, müessesleşmiş, gerontokratik, reformist, parlamenterist, “âkil” yönetimine savaş açmaktan kaçınmayan o dikbaşlı, uzlaşmaz, uslanmaz, ateşli devrimci kadın.
Rozalia Luxenburg 5 Mart 1871’de, tüccar bir baba ve önde gelen bir haham ailesine mensup bir annenin beş çocuğunun en küçüğü olarak, o dönemde Rus İmparatorluğu’nun bir parçası olan Polonya’nın küçük bir kenti, Zamosc’da doğdu. Aile Yahudi Aydınlanması haskala’dan güçlü bir biçimde etkilenmişti, çocuklarını yurtsever Polonyalılar olarak yetiştirmeyi önemsiyorlardı.
Ailesi Rozalia iki yaşındayken Varşova’ya taşındı. Kendisini yaşamı boyunca aksak bırakacak bir kalça zedelenmesine karşın, sıcak, sevgi dolu bir ailenin içinde mutlu bir çocukluk geçirecekti.
Ama bu mutluluk onun Çar III. Alexander’ın Polonya üzerindeki demir yumruğunu hissetmekten ve tanık olduğu haksızlıklara başkaldırmaktan alakoymuyordu. Polonya 1863’de Rusya’ya karşı ayaklanmış ve yenilmişti. Çarlık o gün bugündür Polonyalılar üzerinde amansız bir Ruslaştırma siyaseti uygulamaktaydı. Yoğun antisemit tonlar içeren bir siyasa… 1881’de Varşova’daki pogroma çocuk gözleriyle tanık oldu. Polonyalı, Yahudi, kadın… Üçlü bir boyunduruk…
Boyun eğenlerden olmadı. Henüz lise yıllarında çarlık karşıtı çevrelere dahil olacaktı. Ama daha o yaşlarda eğilimi milliyetçilikten çok sınıflar savaşınaydı. Zenginlere ve muktedirlere öfke dolu şiirler dökülüyordu yeni yetme kaleminden… Okulu bitirir bitirmez devrimci sosyalist bir gruba katılacak ve kısa sürede çarlık gizli polisiyle tanışacaktı.
O yıllarda Polonya’da üniversite kapıları kadınlara kapalıydı. Pek çok Avrupa ülkesinde de öyle. İsviçre bir istisnaydı; Rozalia ağabeyi Jozef’in yanına yerleşerek Zürih Üniversitesi’ne kayıt oldu. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi, botanik, zooloji ve matematik öğrenimi gördü, 1897’de Polonya’da sanayinin gelişimi üzerine teziyle doktorasını tamamladı.
Ama İsviçre onun için üniversite öğreniminden ibaret değildi. Kent, Avrupa’nın dört bir yanından gelme politik göçmen ve ilticacılarla kaynıyordu. İçlerinden biri, yaşam boyu yoldaşı ve yaşamının bir kesitinde sevgilisi oldu: Litvanyalı Yahudi devrimci Leo Jogiches’le tanışması Zürih’teki ilk yıllarında olmalı. Adını Rosa Luxemburg’a çevirmesi de bu yıllara rastlar. Jogiches ile birlikte Polonya Krallığı Sosyal Demokrasi Partisi’ni (SDKP) kurması da öyle (1893 - Bu parti gelecekte Polonya Komünist Partisi’ne dönüşecekti). 18. yüzyıl sonlarında ülkelerini paylaşan Avusturya, Almanya ve Rusya karşısına Polonya’nın bağımsızlığı talebiyle dikilmeyen “aykırı” bir parti. Bağımsızlık burjuva talebiydi. Bunun yerine, SDKP’ye göre Polonya çokuluslu Avrupa sosyalist devletinin bir parçası olmalıydı.
Ulusların Kaderini Tayin Hakkı’na karşı duruşu onu dönemin sosyal-demokrat intelligentsia’sıyla karşı karşıya getiren itirazlarının ilkiydi. Bu tutumunu yaşamının sonuna dek sürdürecek, bu konuda Lenin ve Bolşeviklerle ters düşmekten geri durmayacaktı.[3]
Rosa Sosyalist Enternasyonal toplantılarında partisini temsil ediyor, İsviçre ve Paris’te partinin gazetesini yayınlıyordu. 1898’de anlaşmalı bir evlilikle Almanya’ya göçüp Berlin’e yerleşti… Ve yerleşir yerleşmez de (o dönemler dünyanın en güçlü sınıf hareketi olan) Alman işçi hareketinin saflarına katıldı. Teorisyendi, eylemciydi, sözünü sakınmaz bir eleştirmendi; sosyalist devrim hedefinden sapan, düzenle uzlaşıyı seçen hiçbir politik figür, adı ne denli büyük olursa olsun, onun “zehir püskürten” dilinden kaçınamıyordu. “İnsanları bir gök gürültüsü gibi etkilemek istiyorum,” diyordu Leo Jogiches’e mektubunda. “süslü sözcüklerle değil, görümün genişliği, kanaatlerimin gücü ve ifademin kudreti ile…”[4]
Almanya’daki ilk hedefi, “kapitalizmin temelde bir dönüşümü gerçekleştirdiğini, büyük kriz ve savaşların bu nedenle artık söz konusu olmayacağını, sosyalizme geçişin artık devrimi gerektirmediğini, bunun reformlarla mümkün olacağını”[5] öne sürerek Marx’ı “revize eden” Bernstein çizgisiydi. “Reform ya da Devrim”i, Bernstein’ın revizyonist görüşlerine karşı sert bir polemik niteliği taşıyordu.
SPD’nin ağır topları, yaklaşan tehlikeyi sezinlemiş olmalılar ki[6] onu “kadın sorunu”nda tecrit etmek istediler, başlangıçta.[7] Sığmadı, sığmak istemedi, sığamazdı.
Rosa feminist çevrelerce kadın sorununa, revizyonizme ve reformizme karşı omuz omuza mücadele ettiği arkadaşı, yoldaşı Clara Zetkin gibi kafa yormamakla eleştirilmiştir.[8] Gerçekten de kadın sorunu üzerine, pek de özgün sayılmayacak, dönemin seçme-seçilme hakkının işçi sınıfı kadınlarını kapsayacak şekilde genişletilmesini savunan bir yazısı[9] dışında kadınların kurtuluşu üzerine fazla yazıp çizdiği söylenemez. O, “kadınların kurtuluşu”nu, bu özet yaşamöyküsünde izlemeye çalıştığımız üzere, hem bireysel yaşamında hem de toplumsal mücadelesinde yaşamıştır.
Rosa izleyen yıllarda Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) önde gelen siyasal figürlerinden biri oldu ve Karl Kautsky, August Bebel, Clara Zetkin gibi liderlerle yakın ilişkiler geliştirdi. Aynı zamanda yüzyıl başında Litvanya’daki dengiyle birleşerek SDKPiL adını alan Polonya partisinin önde gelen kuramcısıydı.
1905’te Rusya’da patlak veren ve Çarlık rejimini kökünden sarsan devrim, Polonya’yı da derinden etkilemişti. 1905 kalkışması Rosa için salt bir burjuva devrimi değil, aynı zamanda proleter devrimlerin öncüsüydü. Ve “geri” Rusya proletaryası işçi sınıfının artık grevlerle ve sendikal mücadeleyle yetinmeyip sokağa inmesi, kitlesel gösterilere yönelmesi gerektiğini gösteriyordu, “ileri” ülkelerin proleterlerine. Kitlesel Grev, Parti ve Sendikalar’da (1906) kitlelerin kendiliğinden eylemlerinin düşüncelerinde kazanmaya başladığı öncelik, belirgindir. Parlamentarizme ve bürokratizme belenmiş sendikacılık anlayışına karşı kitlelerin kendiliğinden eylemini ve radikal çıkışlarını sahiplenişi, onun Paylaşım savaşına destek vererek “dönek” yaftasını yemesinden çok önce, Karl Kautsky ile karşı karşıya getirecekti.
Jogiches, kaynayan Polonya’dadır o sıralar. Hem o, hem de SPD yöneticileri, Polonya’nın “bir kadın için” güvenli bir yer olmadığına ikna etmeye çalışırlar. Ama Rosa pek kulak asmaz. 30 Aralık 1905 günü, Polonya’dadır ve Dunayevskaya’nın deyişiyle, “manifestolar, makaleler, bildiriler ve broşürler kaleme alıp elinde tabanca, matbaacıyı bunları basmaya ikna etmeye, grev ve gösterilere katılmaktan fabrika kapılarında sonsuz konuşmalar yapmaya”[10] yapmadığı şey kalmaz. Ve tutuklanır - Leo Jogiches ile birlikte. Ancak Almanya’daki yoldaşlarının nüfuzu sayesinde birkaç ay içinde serbest kalacaktır. Jogiches ise Sibirya’ya sürgüne gönderilir.
Luxemburg 1906-1914 yıllarını Parti okulunda eğitim verip, çok sayıda kuramsal yapıt ürettiği Berlin’de geçirdi. Bu yapıtlar arasında en önemlisi, 1913’te yayınlanan ve Marx’ın Kapital’i ile bir tartışma yürüttüğü Sermaye Birikimi: Emperyalizmin İktisadi Açıklamasına Katkı idi. Kapitalist sermaye birikiminin kapitalist-olmayan dünyadan değer aktarmaksızın mümkün olamayacağı savıyla bu çalışma, yalnızca 1960’larda yazan Andre Gunther Frank, Immanuel Wallerstein gibi “dünya sistemi” kuramcılarının değil, emperyalizm konusundaki tüm sosyalist yazının öncüsüdür. (Lenin Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’nı 1916’da kaleme alacaktı.)
Bu yıllarda Rosa’nın emperyalizm üzerinde odaklanan ilgisi, onu Avrupa’nın tepesinde sallanan paylaşım savaşı tehdidine karşı duyarlı kılıyordu. Avrupalı Sosyalist liderlerin kararlılıkla savaşa karşı çıkıp kapitalizmin ve otokrasinin çöküşü için savaşmayı taahhüt ettikleri Enternasyonal Sosyalist Kongre’nin 1907 tarihli “Stuttgart Kararı”na yaşamı boyunca sadık kalacaktı. 1913’de Alman işçilerine savaş durumunda Fransız ya da Britanyalı sınıf kardeşlerine silah doğrultmayı reddetmeleri çağrısı yaptığı konuşmanın ardından tutuklandı. İddianamesinde kaçma riski olduğunu söyleyen savcıya yanıtı, tarihe geçen cümleleri arasındaydı: “Savcı bey, sanırım kaçacak olan sizsiniz, bir sosyal demokrat asla kaçmaz. İşinin başında kalır ve sizin hükmünüze gülüp geçer. Şimdi verin hükmünüzü!”
Rosa birkaç yoldaşıyla birlikte (Karl Liebnecht, Franz Mehring, Clara Zetkin, Leo Jogiches…) Stuttgart Kararı’na sadık kaldı, ama Avrupalı sosyal demokrat liderlerden çoğu, çark edecekti. Savaş başlar başlar başlamaz, birbiri ardısıra hükümetlerinin savaş politikalarına desteklerini açıkladılar.
İhanete uğramış, yalnız kalmışlardı. Rosa’nın ilk düşüncesi, partisinin kararını protesto için intihar etmek oldu; ama hızla vazgeçti. Bunun yerine, sonradan Spartakist Liga’ya dönüşecek olan Enternasyonal Grubu örgütledi. Savaş karşıtı eylemlerinin sonucu kovuşturmalar ve hapis cezaları olacaktı; Rosa neredeyse tüm savaşı cezaevinde geçirdi. Ama ne yapıp edip düşüncelerini ve mücadelesini dışarıya aktarmayı başarıyordu: “Savaş metodik, örgütlü, devasa bir cinayettir,” diyordu dışarıya sızdırmayı başardığı Junius broşüründe (1915).
1917 Şubat devrimini cezaevinde coşkuyla, Ekim devrimini ise eleştirel tonu biraz daha yüksek bir coşkuyla cezaevinde karşıladı… 1918’de yayınladığı Rus Devrimi’nde Brest Litovsk Barış Anlaşmasını, Bolşeviklerin toprak ve milliyet politikalarını ve Lenin ile Troçki’nin muhaliflerine karşı antidemokratik uygulamalarını eleştiriyordu: “Yalnızca hükümet destekçileri için özgürlük, -sayıları ne kadar çok olursa olsun- yalnızca bir partinin üyeleri için özgürlük, özgürlük değildir. Özgürlük her zaman ve münhasıran farklı düşünenin özgürlüğüdür.”
Kasım 1918’de, savaşın yıkıcı ve Sovyet devriminin esinleyici etkileriyle Alman proletaryası ayaklanır; Kaiser II. Wilhelm’i devirerek cumhuriyetin ilanını sağlar. Devrim tüm siyasal tutsakları serbest bırakacaktır, Rosa dahil. Özgürlüğünün ikinci günü, Rosa, 1917’de SPD’den ayrılan Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi (USPD)’nin radikal kanadı Spartakist Liga’nın başında, görevdedir.
1918 Kalkışması, Luxemburg’un parti okulundan öğrencisi Friedrich Ebert başkanlığındaki SPD’yi iktidara getirmiştir, ama iyiden iyiye evcilleşmiş, düzen-içileşmiş bir SPD’yi. SPD iktidarının soldan tek muhalifi, bir süre sonra USPD’den koparak Almanya Komünist Partisi (KPD) adını alacak olan Spartakist Liga’ydı.
Alman işçi hareketi yeni kurulan Komünist Parti’ye kulak verdi… Ocak ayı başında asker ve denizci konseyleri Reich’ın başkanlık binasını kuşatarak hükümeti rehin aldı. 5 Ocak 1919 günü Berlin’de 200 bin işçi Genelkurmay’la ittifak hâlinde isyanı bastırmaya çalışan SPD iktidarına karşı yürüdü. SPD yayın organı Vorwärts’ın işgaliyle başlayan “Spartakist hafta” aşağıdan gelen, kendiliğinden bir kitle patlamasıydı; hazırlıksız ve zamansız olduğunu düşünen Rosa’nın kalkışmaya tümüyle destek vermekten başka bir seçeneği yoktu… Öngördüğü ve savunduğu gibi, kitleler inisyatifi ele almıştı…
Karşı devrim ise, dişinden tırnağa silahlı ve hazırlıklıydı. Ebert’in savunma bakanı Noske üç bin kişilik freikorps birliğiyle Berlin’e yürüdü. Yüzün üzerinde isyancıyı öldürüp binlercesini yaralayarak. “Spartakist ayaklanma”, bastırılmış, Berlin’de “düzen sağlanmıştı”…
“ ‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Siz budala uşaklar. ‘Düzen’iniz kum üzerine kurulu. Yarın devrim bir kez daha başını kaldıracak ve sizi dehşete salarak haykıracak: Vardım, varım, var olacağım!”
Bunlar kayda geçen son sözleri. 15 Ocak’ta Rosa ve KarlLiebknecht tutuklandılar. Ve vahşice katledildiler. Rosa’nın bedeni, aylar sonra atıldığı kanalda bulunacaktı…
* * *
Yukarıda bir yerde değindim, bir kez daha vurgulayayım. Rosa Luxemburg -Clara Zetkin’le yakın dostluğu ve pek çok konuda aynı görüşü paylaşması dışında- bir “kadın sorunu kuramcısı” değildi, olmadı. Ama emekçi kadınlar tarafından bayraklaştırılmasını gerektiren başka bir şeyi gerçekleştirdi. O safını emekçilerden, ezilenlerden yana seçtiği lise yıllarından itibaren, bizatihi “kadınların kurtuluşu”nu hayata geçirdi. Yaşamını, sevgilisi ve yoldaşı Jogiches dahil, kimsenin iradesine teslim etmeden, özgürce yaşadı… Düşüncelerini hiçbir çekinceye tabi kılmadan, her türlü bedeli göze alarak açıklamaktan çekinmedi. Uzun süre militanı olduğu SPD’nin hiçbir “put”u önünde eğilmedi, Bernstein’lara, Kautsky’lere kafa tutmaktan çekinmedi. Yeri geldi Marx’ın “sermaye birikimi”, yeri geldi Lenin’in “ulusal sorun” konusunda yanıldığını öne sürdü; Bolşeviklerle “muhaliflerini bastırdıkları” için sert polemiklere girişti. Ve hep devrimin saflarında oldu; Freikorps’un sopalarıyla hurdahaş edilen bedeni kanala atılana dek. Ve sonrasında da…
O, özgürleşmeyi başarmış bir kadın, Lenin’in Üçüncü Enternasyonal’in açılış konuşmasında belirttiği üzere, “Bütün hatalarına rağmen bir kartaldı ve bir kartal olarak kalacaktır…”
Gölgesi özgürlüğün peşindeki kadınların üzerinden eksik olmasın…
24 Aralık 2022 14:44:07, İstanbul.
N O T L A R
[*] Alevîlerin Sesi, No:276, Nisan 2023…
[1] Rosa Luxemburg.
[2] Akt. Raya Dunayevskaya, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation and Marx’s Philosophy of Revolution. Sussex: Harvester Press Ltd. 1982: 27.
[3] 1918 yılında kaleme aldığı “Rus Devrimi” başlıklı kitabın üçüncü bölümü, Bolşeviklerin “ulusal sorun” ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” üzerine görüş ve uygulamalarının sert bir eleştirisini içerir. Bkz.: https://www.marxists.org/archive/luxemburg/1918/russian-revolution/ch03.htm
[4] Rory Castle, “Rosa Luxemburg: A Revolutionary Life”, Rosa Remix, Stefanie Ehmsen ve Albert Scharenberg (der.), Rosa Luxemburg Stiftung, New York, 2016: 15. Rosa’nın biyografisinde Raya Dunayevskaya’nın birinci dipnotta zikredilen kitabının yanı sıra, bu makaleyi esas aldım.
[5] Hilal Onur İnce, “Rosa Luxemburg 150 Yaşında ve Hâlâ Genç”, Bianet, 5 Mart 2021, https://m.bianet.org/bianet/toplum/240326-rosa-luxemburg-150-yasinda-ve-hala-genc
[6] Karl Kautsky 1913’de Bebel’i, Rosa Luxemburg ve Clara Zetkin’i kast ederek, “bu iki kadın ve izleyicileri tüm merkez pozisyonlara saldırmayı planlıyorlar,” diye uyaracaktı. (Dunayevskaya, a.y. s.27)
[7] Dunayevskaya, a.y. s.2.
[8] Bkz. Nancy Holmstrom, “Rosa Luxemburg: A Legacy for Feminists?”, Socialist Studies/ Études socialistes 12 (1) Bahar 2017 ss.187-190.
[9] Bkz. “Women’s Suffrage and Class Struggle”(1908), https://www.marxists.org/archive/luxemburg/ 1912/05/12.htm
[10] Dunayevskaya, a.y. s.5.

Sibel Özbudun
1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;
1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.
Comment form