Çarşamba Nisan 23, 2025

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

İyi niyetleden bağımsız olarak, iki savaşan güç arasında kurulan “barış masası” bir satranç tahtası gibidir. Özellikle haksız olan taraf, haklı olan tarafı haksız düşürebilmek için tüm hilelerini ortaya koymaya çalışıp, onu “barış masası”nda pes ettirmeye çalışarak, kendi üstünlüğünü ve istemlerini kabul ettirmeye çalışır, “barış masası”ndan galip ayrılmaya ve hatta karşı tarafı bütünüyle teslim almayı hedefler. Bu savaş, ezen Türk ulusuyla ezilen Kürt ulusu arasındaki bir savaştır. Haksız olan ezen Türk ulusudur. Daha somutlarsak; haksız olan, Kürt ulusunun haklarını zorla gasp eden Türk egemen sınıflarıdır.

 

Ya da, savaşan gücün bir tarafı, barış masasına, biraz soluklanarak güç toplayıp yeniden daha güçlü bir şekilde saldırmak için oturur. 

 

Türk egemen sınıfları, yeniden PKK ile “barış masası”na oturmaya karar verdi. Bu, devletin ne ilk ne de son hamlesi olacaktır. Bu bir taktik savaşıdır. PKK’nın barış istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Çünkü o, başka bir ulusun halklarını gasp etmek için değil, gasp edilmiş Kürt ulusunun haklarını geri almak için savaşıyor. 

 

PKK, ulusal haklarının en asgarisini isterken, devlet ise tüm şiddetini kullanarak, ona hiç bir şey vermeden pes etmesini istiyor.

 

Kürt ulusu “barış masasına” otururken, Türk devletinden her hangi bir taviz istemiyor. Türk devleti tarafından zorla gasp edilen en doğal ulusal haklarını istiyor. Kürt ulusunun, Türk devletinden toprak talebi olmadığı gibi, Türklerin ulusal haklarını kullanmasın, dilleri yasaklansın da istemiyor. Türk devleti tarafından zorla alınan haklarını geri istiyor. Kendi toprakları üzerinde egemenliklerinin kendi ellerinde olsun istiyor. Bütün savaş da bunun içindir. Bu uzun vadeli bir istemdir.

 

Türk devleti ise, zorla işgal ettiği Kürtlerin topraklarını terk etmek istemediği gibi, Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı ulusal demokratik haklarının kullanılmasına da karşı çıkmış ve gasp etmiştir. Kürt ulusuna zorbalık uygulamış, katliamlar yapmıştır. Kürt ulusunun istemi dışında onların her türlü haklarını zorla ellinden almıştır, kendilerini ifade ettikleri dillerini de  elinden alarak, onları ifadesiz bırakmıştır. Kürt ulusu da kendini savaşla ifade etmek zorunda kalmıştır. Haksızlıklara karşı en iyi ifade etmenin yolu da budur.

 

Kürtler, ulus olmaktan kaynaklı kendi toprakları üzerinde kendi devletlerini kurma hakları vardır. Ancak, PKK şimdilik bu haktan vazgeçmiş, kısmi özerklik, ana dilde eğitim ve anayasal vatandaşlık hakkı istiyor. Yani, Kürtler kendi en doğal hakları olan ulusal haklarının bir kısmını kullanmakatan vazgeçerek, taleplerini oldukça daraltmışlardır. Kürtlerin kullanmadıkları ulusal haklarını ise Türk burjuva devleti tepe tepe kullanmaya şimdilik devam etsin demektir.

 

Türk egemen sınıfları, PKK savaşa ilk başladığı yıllarda, onu, daha önceki Kürt ulusal hareketleri gibi kısa zamanda bastıracağını ve tekrara kısa zamanda dirilemeyecek şekilde ezeceğini hesaplamıştı. Bu, 1990’ların ortalarına kadar böyle devam etti ve sonra ise, bunun olmayacağını gördü ve askeri bastırmanın yanında değişik yollarla tasfiyeye yöneldi. “Barış görüşmeleri”ne orturmasının arka planında esas olarak bunun olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.

 

 Türk egemen burjuvazisi, Kürdistan’ı terk etmek istemiyor. Orayı bırakmaları, bir toprak kaybından öte bir pazar kaybı ve beraberinde ise büyük bir sermaye birikimi kaybı olarak görüyor. Aynı zamanda, Kuzey Kürdistan’ın kaybı, Türk egemen sınıflarına çok yönlü bir güç (jeopolitik ve bölgesel güç olma hedefleri) kaybını beraberinde getirecektir. 

 

Sorunun bir yanı ise, dört egemen ülke tarafından Kürtlerin dört parçaya bölünmesi. Bu, Kürtlere dillerini vererek, sorunu “çözdük” demeye yetmiyor. Bunun arkasında ise parçalanmış ulusal parçaların biraraya gelme “tehlikesi” var. Bu olasılık her geçen gün daha da güçleniyor. Proletarya hareketlerinin ve proletarya devrimlerinin gelişmediği yerde bu doğal bir gelişmedir. 

 

Türk devletinin TC’nin kuruluşundan beri Kürtleri asimile etmek için her yola baş vurmalarının bir yanı da, Kürtlerin bir araya gelmesini önlemek içindir. Ancak, Türk egemen sınıfları ne denli zor uygularlarsa uygulasınlar, parçalanmış Kürtlerin birleşme olasılığı artıyor. Bu, zor ve daha uzun bir kanlı sürecin sonucu olacak gibi gözüküyor. Burjuva ulusal toplumsal sistemlerde, ulusal burjuvazinin esas eğilimi bu yöndedir. Ulusal birliği sağlama ve ulusal birleşik bir devlet olma isteğinin Kürtler de olmadığını söylemek, ulusal hareketlerin genel eğilimini gözardı etmek demektir. Bugün, Kürtlerin dört parçaya bölünmüş olmaları ve bunun devam etmesi, kendi istemlerin dışında (zoraki) bir gelişmenin sonucu olmuştur.

 

Türk devletinin yeniden PKK ile ve de özellikle Öcalan’ı direkt muhattap[1][1] alarak “masaya oturması”, esas olarak Kürt sorununu çözmek için değil, PKK’nın çözülmesi (bölme, zayıflatma vb...) amaçlıdır.

 

Devletin, bir taraftan yoğun olarak askeri saldırısı ve buna bağlı olarak binlerce Kürdü tutuklamasının beraberinde “barış masası”na oturması, bir çelişki gibi gözükmesine karşın, ortada bir çelişki yok. Devlet, PKK’nın silah bırakmasını istiyor. Bir taraftan da PKK’nın ileri gelenlerinin doğru olarak saptadıkları gibi; “Kürt kitlesini bir beklentiye sokma”ya çalışıyor. Yani bu, sopa ve havuç politikasının birlikte yürütülmesi taktiğidir.

 

Türk egemen sınıfları, bir çok yönden sıkışmış durumdadır. Suriye politikaları iflas etmiş ve kitleler tarafından destek bulmamıştır. İkincisi, “bölgesel güç” olma, Osmanlı’yı yeniden canlandırma hayalleri suya düşmüştür. Bunun günümüz koşullarında olması demek, Türk burjuvazisinin emperyalist bir burjuvaziye ve Türkiye’nin de güçlü emperyalist bir ülke haline gelmesi anlamına gelir ki, böyle bir durum söz konusu değildir. Türk devleti, ABD ve Batının yarı-sömürgesi ve onlara bağlı bir ülkedir. Efendilerinin çıkarları dışına çıkamazlar. Onlar tarafından Ortadoğu’da jandarma olarak kullanılıyor. 

 

Üçüncüsü; Türk egemen sınıfların içeride sıkışması söz konusu. Kürt hareketinin yanı sıra, işçi ve emekçilerin baskıları, AKP hükümetinin teşhirine yönelmiştir. 

 

Dördüncüsü ise, önümüzdeki yerel ve Cumuhurbaşkanlığı seçimlerinin varlığı, en azından Kürt ulusal hareketini pasifize olmasını ya da eylemlerine bir süre ara vermesine gereksinim duyuyor. Türk egemen sınıflarını esas olarak sıkıştıran güç Kürt Ulusal Hareketidir. İşçi sınıfı hareketi bunun gerisinden gelmektedir. Ancak, iki hareketin demokratik istemlerde birleşmesi, burjuvaziyi ürkütmektedir.

 

Beşincisi, her ne kadar Türk halkı içinde de Kürtlere karşı ırkçılık ve şovenizm geliştirilse de, asker ve polis ölümlerinin artması toplumda devlete karşı güvensiziliği artırıcı bir rol oynamaktadır. 

 

Altıncısı ise, uluslararası kamuoyuna, “biz barıştan yanayız, terörist PKK silahtan vazgeçmiyor” mesajının verilmesi...

 

Türk egemen sınıfları bir süre soluklanmak istiyor. Ve buna bağlı olarak PKK’ya “silahları bırakarak siyaset yapın” yollu baskılarla, silah bıraktırmaya ve bundan hareketle de Kürt kitlesinde, “silahları bırakırlarsa barış olur” mesajını vermeye ve yerleştirmeye çalışıyor. Yani, Kürtlerin en doğal ulusal demokratik taleplerini yine görmezden gelme, onları gasp etmeye devam etmek istiyor.

 

Gelinen aşamada, Kürt Ulusal Hareketi’nin, devletin oyununa gelme olasılığı söz konusu değil. Tecrübeli ve kendi ulusal çıkaralarının nerede olduğunu biliyor. Ayrıca, konjonktürel olarak da avantajlı durumdadır. PKK’da, devlet ile bu görüşmelerden ne çıkacağını-çıkmayacağını tahmin ediyor. Bu kanlı satranç oyunun bir kaç masada bitmeyeceğini, daha uzun yıllar kanlı geçeceğini ve silahlar olmadan “barışın”da hayal olduğunu biliyor olmalıdır. Türk egemen sınıfları nasıl kendi sınıfsal çıkarları açısından soruna yaklaşıyorsa, PKK da, soruna, temsil ettiği sınıfın çıkarları açısından yanaşıyor. Çıkarları kesiştiği noktada uzlaşırlar, çatıştığı noktada ise savaşırlar.

 

Kısacası, devlet tarafından, ortaya konduğu söylenen “barış masası”nın kitlelere yönelik olduğu bilinmelidir. Buradan Kürt sorunun çözümü çıkmayacaktır. Çünkü, Türk devletinin desteğini aldığı Türk halkı, Kürt ulusunun ulusal haklarına sahip çıkabilmiş değil. Ne zaman ki, Türk halkının önelmli bir kısmı, Kürt ulusuna yapılan baskının kendisine de yapılan bir baskı olduğunu anlayıp, Kürt ulusunun ulusal haklarına sahip çıkarsa, kardeşçe çözüm o zaman gerçekleşebilir. *** 08.01.2013


[1][1] Aslında, devlet, her zaman Öcalan’ı esas muhattap görmüştür. Ancak, kamuoyuna farklı yansıtmaya çalışmıştır. Ayrıca, Öcalan’da, devlete kendisinin içeride olduğu sürece esas muhatabın sadece kendisinin olmadığını develete bildirmiştir. Çünkü hareket, tek bir kişiye bağlı olmaktan çıkmış, geniş Kürt işçi, köylü ve emekçilerin desteğini de alan, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin ortak çıkarlarına dönüşmüştür.

 

109407

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Bizim keko, Mazlum (Nubar OZANYAN)

5 Nolu Zindan’da günler geçmek bilmiyor, işkencenin dozajı akıl almaz sınırlara dayanıyordu. Ağır işkence altında dayanamayıp itirafçılaşan ve ihbarcılaşanların sayısı artıyordu. Süreç, yıkıma ve ihanete doğru gidiyordu. Her yan umutsuzluk ve karamsarlık doluydu. Öldüresiye işkenceleri göze alarak bir merhaba, bir ses ve bir gülüş yollamak, o günün koşullarında direnişin ilk adımı oluyordu.

Mahkemelerin işkenceci, işkencecilerin ise yargıç olduğu bir dönemi yaşarken Mazlum Doğan arkadaş bir şeyler yapmanın yol göstericisi oldu.

Oyuna gelen savaşmak zorunda kaldı.[ismail cem özkan]

Rusya Ukrayna’yı işgal etti ve büyük bir zafiyet ile karşılaştı. Evdeki hesap savaş alanına uymadı ve haftalardır işgal ettiği toprak parçası dağın fare doğurması kadar, Rusya bir arpa boy yol alamadı...

Peki, bunda en büyük rol / sorun nedir?

Savaş bir örgütlenme modelidir. İyi örgüt olursanız savaşı yürütürsünüz...

Peki, örgütlenme ya da örgüt nedir?

Hep anlatılan saç ayakları vardır, genelde üç rakamlı ile başlar cümleye…

Para, istihbarat, lojistik…

Peki, Rusya üç saç ayak konusunda konuda ne kadar başarılı?

Zelenskıy Halk Kahramanı mı? (Monika Gärtner-Engel )

Ukrayna Devlet Başkanı Volodymyr Zelenskıy, Ukrayna savaşında Rusya Devlet Başkanı Valdemir Putin'in tam tersi gibi görünüyor.  Putin alaycı bir soğuklukla ortaya çıkıyor. KGB'nin eski bir gizli servis subayı olarak, acımasız kararlarını her zaman tek başına sunan, güç takıntılı bir emperyalist tekel politikacısıdır. Şu anda 12.000'den fazla barış göstericisini tutukladı ve Halep'te (Suriye), Grozni'de (Çeçenistan) veya şimdi Ukrayna şehirlerinin bombalanmasında insanlık dışı savaşı temsil ediyor.

Bu 8 Mart bir başka olacak! – Ayfer Polat

Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik krizle birlikte artan yoksullaşmaya paralel ciddi bir hak arama mücadelesi işçi emekçi eylemleri, grevler dalga dalga yayılmakta, elektrik faturalarını ödeyemeyen kitleler, “Geçinemiyoruz” diyerek meydanlara dökülüyor.  2022 daha şimdiden işçi ve emekçilerin hak arama mücadeleleri ve bu mücadeleden doğacak kazanımların damgasını vuracağı bir yıl olacağını söylemek mümkün.

Devrimci Teori ve Komünist Partisi

"Nesnel gerçekliği yansıtmayan, pratiğin çelişmelerini doğru olarak saptayamayan ve pratiğin önüne doğru çözüm önerileri getiremeyen teori de, pratiği değiştirmeye ve devrimci tarzda ilerletmeye yetmeyecektir. "

Öncü savaşçı rolünün –der Lenin- ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek istiyoruz.” 1

Emperyalist savaşa karşı halkların aktif direnişi için ileri

Emperyalist savaşa karşı barış daha güçlüdür. Çünkü dünya işçi sınıfı ve ezilen halklar barıştan yanadır. Savaş isteyen ve savaş çıkaran ise bir avuç emperyalist tekeller ve onların emperyalist devletleridir.

Rus emperyalistlerinin Ukrayna’ya işgal amaçlı askeri saldırıları, peşinden nükler tehditler, başta, baş savaş kışkırtıcısı ABD olmak üzere Batılı emperyalistlerin ve bunların savaş örgütü NATO’nun savaşı körükleyen çabaları, aşırı silahlanmaları, dünya halkaları için büyük bir yıkımın hazırlığının göstergeleridir.

Enflasyon: İşçilerden Alıp Tekellere Daha Fazla Aktarımdır

Arif Alıç

Bütün geçmiş tarih göstermektedir ki, para değerinde ne zaman böyle bir düşme olsa, kapitalistler hemen işçileri aldatmak için bu fırsattan yararlanmaya bakarlar.” Marx[1]

Burjuva medyası, liberal ekonomistler her ne kadar bağırıp çağırsalar da kapitalist sistemde enflasyonun anlamı; işçilerden daha fazla alıp tekellere aktarımdır. Yani, işçi sınıfı ve emekçilerin daha fazla soyulmasının resmi adıdır, enflasyon.

Emperyalist Savaş, Menteşeleri Sökülmüş “Göreceli Barış” Kapısını Zorluyor

“Emperyalist savaş tehlikesinin kapıya dayandığını, gelinen aşamada bugün hemen hemen herkes –burjuvazinin yayın organlarından The Economist de dahil- gizleyemiyorlar. Bunlar emperyalist savaşın ekonomik nedenlerini gizleyip, karşıtı olduğu emperyalist gücün saldırganlığına bağlarlar.

“… kapitalizmin nesnel gerçekliği, bizi emperyalist savaşın bütün koşullarının – bütün temel çelişmelerin keskinleşerek- olgunlaştığına götürüyor. Stalin, 2. Emperyalist savaşın gelişini 1927 yılında açıklamıştı. 

Birleşik Mücadele Güçleri ve Birlikte Yürümek

Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) ikinci yılında girmiş bulunuyor. 4 Şubat 2021 tarihinde kuruluşunu ilan eden BMG, yayınladığı deklarasyonda: “Türkiye-Kürdistan sathında muazzam gelişmelerin yaşanabileceği bir siyasal ve toplumsal zeminle karşı karşıyayız. Emperyalist kapitalizmin ekonomik, siyasal ve toplumsal krizi günden güne büyürken, AKP-MHP-Ergenekon faşist ittifakı, saldırılarına azgın bir şekilde devam ediyor. Koşullar, faşizmin çizdiği sınırlara hapsolmuş hiçbir anlayış ve önerinin kurtuluş reçetesi olamayacağını gösteriyor.

“... Yaşasın TİKKO Konferansımız!”(2)

TKP-ML’nin 1. Kongre’de aldığı karar doğrultusunda “Halk Savaşı’nda derinleş, gerillada uzmanlaş” şiarıyla Konferans gerçekleştiren TİKKO’nun Genel Komutanlığı’ndan Ekin Vartinik ve Azad Axpanos kendilerine yöneltilen soruları yanıtladı. 

– Konferansla ilgili sorulara geçmeden önce kısaca ülkedeki ve bölgedeki durumu nasıl değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyiz?

Ekin Vartinik/Azad Axpanos: Başlamadan önce devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi saygı ve minnetle anıyor, kavgalarına bağlılığımızı yineliyoruz.

Savaş hali (Nubar OZANYAN)

Rojava halkı, hemen hergün Türk devletinin yeni bir saldırı ve tehdit haberiyle uyanıyor. Hemen hergün bu saldırılarda insanlar ya katlediliyor ya da ağır bir şekilde yaralanıyor, sakat kalıyor.

Doğduğu topraklarda özgürce yaşamaktan başka bir amaçları olmayan halklar, beklemedikleri bir an ve "nereden geldiği tam tespit edilemeyen" bombalı saldırılara maruz kalıyorlar.

Diktatör Erdoğan, tehdit ve ölüm saçan İHA-SİHAlarıyla halkı katletmeye devam ediyor. Amûde-Kobanê-Hesekê-Qamişlo-Derîk-Şêngal-Mexmur'da hemen her gün yeni katliamlar işliyor.

Sayfalar