Perşembe Kasım 7, 2024

Sazansın be kardeşim! (İsmail Cem Özkan)

Her canlının hafızası vardır ama elde ettiği tecrübeyi bir başka kuşağa aktaracak hafıza sadece insanda var olduğu söyleniyor, çünkü henüz evrenimizde ki evrim devam ediyor bir bakmışsınız bizim gibi tecrübesini kendisinden sonra ki kuşağa aktaran bir canlı bulunur. Var olan bilgi ile sadece insan vardır elde ettiği tecrübelerini aktaran. İnsan zaman içinde kendi hayatı içinde biriktirdiği bilgileri kendisinden sonra ki kuşağa aktararak bir itici güç konumundadır. İnsanlık sürekli ilerleyecektir her ne kadar görünümde öyle gibi gözükmese de! Yani diyalektiğin temel maddesi neydi “ben babamdan ileri çocuğumdan geri olacağım”…

İnsanlık tarihi binlerce yıldır devam ediyor, birikmelerini ileriye taşıyarak ilerliyor ama teknolojinin insanı teslim aldıktan sonra ki hızı konusunda yapılmış bir araştırma yok, çünkü teknoloji insanlık hafızası olan arşivin dijitale dönüştürülmesi ile tarih boyunca görülmemiş bir bilgi kirliliği ve bilgi eksikliği ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum… Her insan elinin altında ki dijital aletin aracılığı ile her türlü yaratılmış ya da gerçek bilgiye ulaşabilir ama Marks’ın değimi ile nereden baktığı önemini hala koruyor, çünkü bizler artık nasıl baktığımız ile ilgileniyoruz ve nereden baktığımız ile birbirimize hava atar konumunda küçümseyen bakış açısı içindeyiz. Şimdi biri bir fikir ortaya attığında, diğeri hemen internete girip istediği kanıtı bularak karşısındakini çürütecek kadar bilgiye ulaşabiliyor.  Ama o bilginin ne kadar sağlıklı olduğunu kontrol edecek her hangi bir denetim mekanizması yok, çünkü dijitalleşme her şeyi kolaylaştıracağını sanırken, insanları denetime almaya çalışan iktidarın elinde, bir silaha dönüştü.  iktidarı ve bilgiyi yayanı denetleyecek mekanizmayı bilerek ve isteyerek o mekanizma yaratılmadan görmezden gelindi… Ulus devleti ortadan kaldıran liberal ekonomi ve onun siyasi ayağı iktidarda elbette sermayeyi ve sermayenin ihtiyacına ve sermayenin özgürlüğü adına ulus devlet mekanizmasını çökertti ama yerine yeni bir devlet sistemi kuramadı. Bugün küresel boyutta yaşanan ve bir domino taşı gibi bir birini yıkan her karar bir kaos yaratmakta ve belirsiz ortamdan gücü olan güçsüzü içinde eritmeye çalışıyor ya da denetim altına almaya çalışıyor. Mutlak itan bekleyen ulus devletin iktidarı ve diktatörlerin yerini sermayeden güç alan ama ulusal çıkarları görmezden gelen köylü kurmazı liderler almıştır. Bu liderlerin tüm işlevi ulus devletin varlık sebebi olan sermeye birikimi için duvarları yıkmak ve ulusal firmaları teşviki ortadan kaldırarak küresel çaplı firmaların saldırınsa açık bırakmaktır. Orantısız rekabet koşulları altında elbette güçlü olan güçsüzü hiçbir yasayı dikkate almadan (ama dikkate alıyormuş gibi yapan) içinde eritiyor.

Dünyada esen rüzgar birbirine benzer popülist liderleri ve partileri sağlı sollu iktidara taşıdı ve bu sayede sağ ve sol kavramlarının da altı boşaltılmış oldu. Bugün sağ ve sol arasında fark sadece söylem düzeyindedir, çünkü iktidara gelen sağ ve sol liderler ve partiler küresel sermayenin hizmetinde hiç kusur ve engel çıkarmadan hizmet etmeye devam ediyor. Bunun en çıplak örneği Almanya başbakanı Gerhard Schröder olmuştur. Almanya Yeşiller partisinin lideri  Joschka Fischer emekli olur olmaz gidip küresel bir firmanın danışmanı olması tesadüfi değildir.  Almanya’da sağ ve sol aynı potada erimektedir, yerini daha popülist partiler almaya başlamıştır… liderleri popülist söylem yapamadığı an kaybetmeye başlıyor, çünkü onların öncüleri ve geçmişleri ne yazık ki popülist politikanın üzerine benzin dökmüş ve daha çok savunur ve uygulayıcısı olmuştur. Bugün alman SPD ve Grüne (Yeşil) Partisinden sol bir söylem beklemek aldatıcı ve boşunadır, çünkü onarlın dayanakları sermayedir ve kurmuş oldukları vakıflar projeler ile bu alana toplumun küçük birimine girecek şekilde hizmet etmektedir. Kısaca sağ sol aynı kulvardadır ve biri birine muhalefet etme yerine birbirini çıkarları gereği beslemektedir. Elbette bu beslemenin de bir sınırı vardır, erimeye başlamışlardır.

Küreselleşme yaşandığı zaman dilimi içinde elbette ülkemizde bunun dışında değildir. Ülkemizde henüz ulus devleti tam oturmadan (ki hiçbir zaman o şansı yoktu, diğer batı devletleri gibi homojen olacak kadar sermaye devleti olarak geçmişi yoktu) ulus devletinin yıkılmasının ilk sesi 24 Ocak kararları ile 1980 yılında hissettik. Ve onu izleyen darbe bu süreci daha sorunsuz ve pürüzsüz bir şekilde sermayenin hizmetine sunacaktır. Artık sermayenin ‘gülme’ zamanı gelmiştir. Bir bir yaratılan karaborsa ortadan kaldırılmış ve ithal ürünler ülkemize girsin diye masum gibi gösterilen gümrük duvarları kalkmıştır. Özelleştirme artık ülkenin gündemindedir ve her gelen iktidar özelleştirmeden bahsetmektedir. Küçük adımlar ile başlayan bu yıkım süreci yeni bir devlet anlayışının da oluşması için ortam hazırlamıştır. Solun cezaevlerinde geçmişi ile baş başa bırakan askeri rejim hızlı adımlar ile yeni Türkiye’yi yaratmış ve halka kabul ettirilebilmesi için gündemler oluşturmaya başlamıştır. İktidar gündemi belirlemeye ve muhalefette ona yardımcı olmaya başladığı süreç liberal ekonominin ortaya çıkardığı bir düşünce ve davranış hali olarak yaşayarak gördük. Toplumsal muhalefet kendisini iktidarın reflekslerine önceliklerine göre belirlemeye başlamıştır. Parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçiş bu tepki ile hayat bulmuştur.

Günlük ve bir incir çekirdeğini doldurmayan konular gündem olurken, sorunların üstü ya kapatılmış ya da sorunlar zamana yayılarak çözüme kavuşması beklenmiş ama çözüm olmadığını sık sık içine girdiğimiz sorunlar girdabından da anlaşılıyor. Küreselleşen dünyanın sorunları dışında bize özgü sorunlar yumağı içinde yarını düşünemez ve anını yaşayan bir topluluk oluştu. Denetim tamamı ile ortadan kaldırılmış, var olan hukuk kurallarında yazılı olandan çok sözlü olanın geçerli olduğu bir süreç içindeyiz. Değişen sistemin kendi içinde yapması gereken hukuki düzenlemeler de henüz tam olarak gerçekleşmemiştir ve sorun olarak sürekli hayatın içinde durmaktadır. Dünyanın hiç bir ülkesinde bizim kadar sık gündem değişen ülke yoktur diye düşünüyoruz ama biraz dışarıya çıkanlar ve küresel medyayı incelediğimizde genel sorunlar onlarda da olduğunu görebiliyoruz, bir birinin aynısı olmasa da benzerlikler çoktur…

Küreselleşme ulus devletini yıkmıştır ama yerine henüz hukuki düzenlemesi olan bir devlet anlayışı koyamamıştır. Sermeyenin ihtiyacı olan yardım eski ulus devletinin yıkıntısı içinde işçilerin üzerinden fazla fazla elde edilen artı değer sermayenin hizmetindedir. İşçiler bu küreselleşme ve liberalizm sürecinde elde etmiş oldukları tüm haklarını kaybetmiş gibiler, sendikalar işlevsiz ve daha genel söylem ile iktidarına yardımcı olmaktadır. Kısaca sermaye içinde işçi sendikaları vardır. Var olması muhtemel toplumsal patlamanın sibop görevini layığı ile yerine getirmekteler, o yüzden sendika liderleri maaşları halktan ve üyelerinden genelde saklanmaktadır… Ulusal sermayenin krizi, emekçilerin üzerinden elde edilen artı değerler ve mallarda ki fiyat ayarlaması ile geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Bizim cebinizden alınan paralar ile iflas etmiş firmalara para aktarılıyor...

Bugünlerde suni olarak yaratılan gündemlerden biri geçmişte ulus devletinden kalan ilkokullarda okutulan ant meselesi. Kaldırıldı, yeninde okullarda olsun mu tartışmasını bir mahkeme kararı ile yeniden güdeme geldi. Bunu duyan ulus devletine özlem duyan küçük bir azınlık yeninden konsun diyerek iktidarın gündemine balıklama atladı. Çünkü geçmişte yaşanan tartışanları uygulamaları unutmuştu. Sık değişen gündemler elbette kendisine uygun bir kitle yaratır, geçmişini anımsamayan, okumayan, araştırmayan ama popüler söyle açık bir kitle. Popülizm zaferi bu geniş kesimi yaratmasıdır. Çünkü lider düşünür ve diğerleri ona biat eder. Bu geniş kesimin bir kültürü ve geleceğe aktaracağı bir birikimi de yoktur, çünkü dijital ortamda öğrendiklerini veya paylaşımları paylaşmak ve homurdanmaktır. Dikkat ederseniz arşivler ve kütüphaneler eskisi gibi nemli değildir, olsa da olur olmasa da derken eski binalara yapılan restorasyon gibidir. Kaleye çelik kapı yaparlar, çünkü o yaptıkları kapının arkasında çalınmaya uygun son model dijital alet vardır…

Yeniden ant meselesine gelirsek, ulus devleti ihtiyacı var diye, asimilasyona yardımcı olsun diye her sabah çocuklara söyletilen ırkçı antların da başarı oranı ortada, başarılı olamadı...

Antlar ve marşlar kim için yaratılır ve ne için kullanılır? Kısaca bunu düşünün.

Ulus devleti homojen olmak ister. Tek bayrak, tek millet, tek din, tek mezhep... Şimdi ülkemiz teklerden mi oluşur, öyle bir şey yok, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir ülke...

Ulus devleti projesi zaten ülkemizde oturtulamadı, çünkü işin maddi yönü ile ilgilenildi, diğer şeyler zamana iteklendi. Alevi ve Kürtlere karşı marşlar söylendi, antlar içildi... Onları hep sürgün diyarının öteki insanı olarak gördünüz ve algıladınız… Sonuç ne oldu?

Devletin asil sahibi olduğunu iddia ettiğiniz tek mezhep, tek din iktidara geldi, gelirken de yeri geldi diğerleri olarak görülen ötekilerin duyguları ve siyasi gücü kullanıldı... Sizi kullananlar ötekilerini de kullandı, siz olmasaydınız bugün ki iktidar olur muydu, çünkü siz kusura bakmayın ama “sazansınız” , onların istediği gündeme atladınız ve ak ile kara gibi onların dediğinin tersini söylediniz, bu sayede var olan desteğinizi de kaybettiniz, bugün iktidarın gücü sizin eseriniz! (burada “sazan” birikimini ileri kuşağa aktaramayan anlamındadır)

İktidarın belirlediği gündeme sazan balığı gibi atlayanlar ve onların “kaldıracağım” dediğini “kaldırtmayacağım,” “satacağım” dediğini “sattırtmayacağım” (12 Eylül’den sonra ki ilk siyasi tartışmayı anımsayan vardır sanırım, Calp (Halkçı Parti)  ve Özal (ANAP) tv ekranlarında ne yapıyordu? Karagöz Hacivat oyununda Özal galip gelmiş “sattırmam” denilen köprü iktidara gelir gelmez halka arz olunmuş ve satılmıştı) oyunu hala iktidarın belirlediği gündem içinde devam ediyor. Bir şey de ısrar ediyorsanız uyumaya devam ediyorsunuz demektir... Sizi uyutan bir çok gündem maddesi var ve sizler de “sazan” gibi atlıyorsunuz, yaşadığınız anı tespit edememiş, elinizden gidenleri göremeyen, kusura bakmayın “sazan balıkları” gibisiniz...

Gelmeyin oyuna diyeceğim ama zaten bu yazımı okuduktan sonra hemen unutacaksınız ve iktidarın gündeminin parçası olmaya devam edeceksiniz...

Her devletin vatandaşı, hak ettiği iktidarı, iktidarda tutar...

 

İsmail Cem Özkan

28385

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar