Cumartesi Mart 1, 2025

Sazansın be kardeşim! (İsmail Cem Özkan)

Her canlının hafızası vardır ama elde ettiği tecrübeyi bir başka kuşağa aktaracak hafıza sadece insanda var olduğu söyleniyor, çünkü henüz evrenimizde ki evrim devam ediyor bir bakmışsınız bizim gibi tecrübesini kendisinden sonra ki kuşağa aktaran bir canlı bulunur. Var olan bilgi ile sadece insan vardır elde ettiği tecrübelerini aktaran. İnsan zaman içinde kendi hayatı içinde biriktirdiği bilgileri kendisinden sonra ki kuşağa aktararak bir itici güç konumundadır. İnsanlık sürekli ilerleyecektir her ne kadar görünümde öyle gibi gözükmese de! Yani diyalektiğin temel maddesi neydi “ben babamdan ileri çocuğumdan geri olacağım”…

İnsanlık tarihi binlerce yıldır devam ediyor, birikmelerini ileriye taşıyarak ilerliyor ama teknolojinin insanı teslim aldıktan sonra ki hızı konusunda yapılmış bir araştırma yok, çünkü teknoloji insanlık hafızası olan arşivin dijitale dönüştürülmesi ile tarih boyunca görülmemiş bir bilgi kirliliği ve bilgi eksikliği ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum… Her insan elinin altında ki dijital aletin aracılığı ile her türlü yaratılmış ya da gerçek bilgiye ulaşabilir ama Marks’ın değimi ile nereden baktığı önemini hala koruyor, çünkü bizler artık nasıl baktığımız ile ilgileniyoruz ve nereden baktığımız ile birbirimize hava atar konumunda küçümseyen bakış açısı içindeyiz. Şimdi biri bir fikir ortaya attığında, diğeri hemen internete girip istediği kanıtı bularak karşısındakini çürütecek kadar bilgiye ulaşabiliyor.  Ama o bilginin ne kadar sağlıklı olduğunu kontrol edecek her hangi bir denetim mekanizması yok, çünkü dijitalleşme her şeyi kolaylaştıracağını sanırken, insanları denetime almaya çalışan iktidarın elinde, bir silaha dönüştü.  iktidarı ve bilgiyi yayanı denetleyecek mekanizmayı bilerek ve isteyerek o mekanizma yaratılmadan görmezden gelindi… Ulus devleti ortadan kaldıran liberal ekonomi ve onun siyasi ayağı iktidarda elbette sermayeyi ve sermayenin ihtiyacına ve sermayenin özgürlüğü adına ulus devlet mekanizmasını çökertti ama yerine yeni bir devlet sistemi kuramadı. Bugün küresel boyutta yaşanan ve bir domino taşı gibi bir birini yıkan her karar bir kaos yaratmakta ve belirsiz ortamdan gücü olan güçsüzü içinde eritmeye çalışıyor ya da denetim altına almaya çalışıyor. Mutlak itan bekleyen ulus devletin iktidarı ve diktatörlerin yerini sermayeden güç alan ama ulusal çıkarları görmezden gelen köylü kurmazı liderler almıştır. Bu liderlerin tüm işlevi ulus devletin varlık sebebi olan sermeye birikimi için duvarları yıkmak ve ulusal firmaları teşviki ortadan kaldırarak küresel çaplı firmaların saldırınsa açık bırakmaktır. Orantısız rekabet koşulları altında elbette güçlü olan güçsüzü hiçbir yasayı dikkate almadan (ama dikkate alıyormuş gibi yapan) içinde eritiyor.

Dünyada esen rüzgar birbirine benzer popülist liderleri ve partileri sağlı sollu iktidara taşıdı ve bu sayede sağ ve sol kavramlarının da altı boşaltılmış oldu. Bugün sağ ve sol arasında fark sadece söylem düzeyindedir, çünkü iktidara gelen sağ ve sol liderler ve partiler küresel sermayenin hizmetinde hiç kusur ve engel çıkarmadan hizmet etmeye devam ediyor. Bunun en çıplak örneği Almanya başbakanı Gerhard Schröder olmuştur. Almanya Yeşiller partisinin lideri  Joschka Fischer emekli olur olmaz gidip küresel bir firmanın danışmanı olması tesadüfi değildir.  Almanya’da sağ ve sol aynı potada erimektedir, yerini daha popülist partiler almaya başlamıştır… liderleri popülist söylem yapamadığı an kaybetmeye başlıyor, çünkü onların öncüleri ve geçmişleri ne yazık ki popülist politikanın üzerine benzin dökmüş ve daha çok savunur ve uygulayıcısı olmuştur. Bugün alman SPD ve Grüne (Yeşil) Partisinden sol bir söylem beklemek aldatıcı ve boşunadır, çünkü onarlın dayanakları sermayedir ve kurmuş oldukları vakıflar projeler ile bu alana toplumun küçük birimine girecek şekilde hizmet etmektedir. Kısaca sağ sol aynı kulvardadır ve biri birine muhalefet etme yerine birbirini çıkarları gereği beslemektedir. Elbette bu beslemenin de bir sınırı vardır, erimeye başlamışlardır.

Küreselleşme yaşandığı zaman dilimi içinde elbette ülkemizde bunun dışında değildir. Ülkemizde henüz ulus devleti tam oturmadan (ki hiçbir zaman o şansı yoktu, diğer batı devletleri gibi homojen olacak kadar sermaye devleti olarak geçmişi yoktu) ulus devletinin yıkılmasının ilk sesi 24 Ocak kararları ile 1980 yılında hissettik. Ve onu izleyen darbe bu süreci daha sorunsuz ve pürüzsüz bir şekilde sermayenin hizmetine sunacaktır. Artık sermayenin ‘gülme’ zamanı gelmiştir. Bir bir yaratılan karaborsa ortadan kaldırılmış ve ithal ürünler ülkemize girsin diye masum gibi gösterilen gümrük duvarları kalkmıştır. Özelleştirme artık ülkenin gündemindedir ve her gelen iktidar özelleştirmeden bahsetmektedir. Küçük adımlar ile başlayan bu yıkım süreci yeni bir devlet anlayışının da oluşması için ortam hazırlamıştır. Solun cezaevlerinde geçmişi ile baş başa bırakan askeri rejim hızlı adımlar ile yeni Türkiye’yi yaratmış ve halka kabul ettirilebilmesi için gündemler oluşturmaya başlamıştır. İktidar gündemi belirlemeye ve muhalefette ona yardımcı olmaya başladığı süreç liberal ekonominin ortaya çıkardığı bir düşünce ve davranış hali olarak yaşayarak gördük. Toplumsal muhalefet kendisini iktidarın reflekslerine önceliklerine göre belirlemeye başlamıştır. Parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçiş bu tepki ile hayat bulmuştur.

Günlük ve bir incir çekirdeğini doldurmayan konular gündem olurken, sorunların üstü ya kapatılmış ya da sorunlar zamana yayılarak çözüme kavuşması beklenmiş ama çözüm olmadığını sık sık içine girdiğimiz sorunlar girdabından da anlaşılıyor. Küreselleşen dünyanın sorunları dışında bize özgü sorunlar yumağı içinde yarını düşünemez ve anını yaşayan bir topluluk oluştu. Denetim tamamı ile ortadan kaldırılmış, var olan hukuk kurallarında yazılı olandan çok sözlü olanın geçerli olduğu bir süreç içindeyiz. Değişen sistemin kendi içinde yapması gereken hukuki düzenlemeler de henüz tam olarak gerçekleşmemiştir ve sorun olarak sürekli hayatın içinde durmaktadır. Dünyanın hiç bir ülkesinde bizim kadar sık gündem değişen ülke yoktur diye düşünüyoruz ama biraz dışarıya çıkanlar ve küresel medyayı incelediğimizde genel sorunlar onlarda da olduğunu görebiliyoruz, bir birinin aynısı olmasa da benzerlikler çoktur…

Küreselleşme ulus devletini yıkmıştır ama yerine henüz hukuki düzenlemesi olan bir devlet anlayışı koyamamıştır. Sermeyenin ihtiyacı olan yardım eski ulus devletinin yıkıntısı içinde işçilerin üzerinden fazla fazla elde edilen artı değer sermayenin hizmetindedir. İşçiler bu küreselleşme ve liberalizm sürecinde elde etmiş oldukları tüm haklarını kaybetmiş gibiler, sendikalar işlevsiz ve daha genel söylem ile iktidarına yardımcı olmaktadır. Kısaca sermaye içinde işçi sendikaları vardır. Var olması muhtemel toplumsal patlamanın sibop görevini layığı ile yerine getirmekteler, o yüzden sendika liderleri maaşları halktan ve üyelerinden genelde saklanmaktadır… Ulusal sermayenin krizi, emekçilerin üzerinden elde edilen artı değerler ve mallarda ki fiyat ayarlaması ile geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Bizim cebinizden alınan paralar ile iflas etmiş firmalara para aktarılıyor...

Bugünlerde suni olarak yaratılan gündemlerden biri geçmişte ulus devletinden kalan ilkokullarda okutulan ant meselesi. Kaldırıldı, yeninde okullarda olsun mu tartışmasını bir mahkeme kararı ile yeniden güdeme geldi. Bunu duyan ulus devletine özlem duyan küçük bir azınlık yeninden konsun diyerek iktidarın gündemine balıklama atladı. Çünkü geçmişte yaşanan tartışanları uygulamaları unutmuştu. Sık değişen gündemler elbette kendisine uygun bir kitle yaratır, geçmişini anımsamayan, okumayan, araştırmayan ama popüler söyle açık bir kitle. Popülizm zaferi bu geniş kesimi yaratmasıdır. Çünkü lider düşünür ve diğerleri ona biat eder. Bu geniş kesimin bir kültürü ve geleceğe aktaracağı bir birikimi de yoktur, çünkü dijital ortamda öğrendiklerini veya paylaşımları paylaşmak ve homurdanmaktır. Dikkat ederseniz arşivler ve kütüphaneler eskisi gibi nemli değildir, olsa da olur olmasa da derken eski binalara yapılan restorasyon gibidir. Kaleye çelik kapı yaparlar, çünkü o yaptıkları kapının arkasında çalınmaya uygun son model dijital alet vardır…

Yeniden ant meselesine gelirsek, ulus devleti ihtiyacı var diye, asimilasyona yardımcı olsun diye her sabah çocuklara söyletilen ırkçı antların da başarı oranı ortada, başarılı olamadı...

Antlar ve marşlar kim için yaratılır ve ne için kullanılır? Kısaca bunu düşünün.

Ulus devleti homojen olmak ister. Tek bayrak, tek millet, tek din, tek mezhep... Şimdi ülkemiz teklerden mi oluşur, öyle bir şey yok, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir ülke...

Ulus devleti projesi zaten ülkemizde oturtulamadı, çünkü işin maddi yönü ile ilgilenildi, diğer şeyler zamana iteklendi. Alevi ve Kürtlere karşı marşlar söylendi, antlar içildi... Onları hep sürgün diyarının öteki insanı olarak gördünüz ve algıladınız… Sonuç ne oldu?

Devletin asil sahibi olduğunu iddia ettiğiniz tek mezhep, tek din iktidara geldi, gelirken de yeri geldi diğerleri olarak görülen ötekilerin duyguları ve siyasi gücü kullanıldı... Sizi kullananlar ötekilerini de kullandı, siz olmasaydınız bugün ki iktidar olur muydu, çünkü siz kusura bakmayın ama “sazansınız” , onların istediği gündeme atladınız ve ak ile kara gibi onların dediğinin tersini söylediniz, bu sayede var olan desteğinizi de kaybettiniz, bugün iktidarın gücü sizin eseriniz! (burada “sazan” birikimini ileri kuşağa aktaramayan anlamındadır)

İktidarın belirlediği gündeme sazan balığı gibi atlayanlar ve onların “kaldıracağım” dediğini “kaldırtmayacağım,” “satacağım” dediğini “sattırtmayacağım” (12 Eylül’den sonra ki ilk siyasi tartışmayı anımsayan vardır sanırım, Calp (Halkçı Parti)  ve Özal (ANAP) tv ekranlarında ne yapıyordu? Karagöz Hacivat oyununda Özal galip gelmiş “sattırmam” denilen köprü iktidara gelir gelmez halka arz olunmuş ve satılmıştı) oyunu hala iktidarın belirlediği gündem içinde devam ediyor. Bir şey de ısrar ediyorsanız uyumaya devam ediyorsunuz demektir... Sizi uyutan bir çok gündem maddesi var ve sizler de “sazan” gibi atlıyorsunuz, yaşadığınız anı tespit edememiş, elinizden gidenleri göremeyen, kusura bakmayın “sazan balıkları” gibisiniz...

Gelmeyin oyuna diyeceğim ama zaten bu yazımı okuduktan sonra hemen unutacaksınız ve iktidarın gündeminin parçası olmaya devam edeceksiniz...

Her devletin vatandaşı, hak ettiği iktidarı, iktidarda tutar...

 

İsmail Cem Özkan

29004

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar