Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar. Harika bir durum… Fakat oldum olası bizim devrimcilerimizin kendi uluslarının bayrağıyla sorunları var. Bunu anlayamıyor ve doğru da bulmuyorum. Bu bayrak bir ulusun bayrağı. Devrimciler, mensubu oldukları ulusun ulusal değerlerine karşı olmamalı.” mealinde bir değerlendirmede bulundu.
Sayın Yanardağ’ın eleştirisinin iyi niyetli olduğundan kuşku duyulmasa da fakat isabetli olmadığını söylemek, kesinlikle doğru olacaktır. Çünkü hem bazı kavram ve sembolleri, süreç içerisinde yüklendikleri somut anlam ve rollerden ayrıştırarak, soyut bir şekilde ele almak doğru olmayacaktır ve hem de her ülke solcu, komünist ve devrimcilerini, her konuda bire bir aynı “doğru”lara sahip olmadıklarından; bu tür konularda yapılacak mukayeseler kantarında tartmak, kaçınılmaz olarak sorunlu olacaktır.
Bilinir ki ulus ile ulus-devlet aynı şeyler değildir. Özetle Ulus; genelde aynı etnik kökene dayanan, “çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk” olarak tanımlanırken; her ne kadar da kâğıt üzerinde “bağımsız ve denge unsuru” olarak tanımlanırsa da ama nesnel yaşamda asla böyle olmayan ulus-devlet ise, aynı topraklar (ülke) üzerinde yaşayan o ulusal topluluğu, sermaye sahibi burjuva sınıfı adına yöneten idari bir aygıttır. Böyle olunca da hem ta başından beri devleti temsil eden ve hem de sonraki süreçlerde devlet ile özdeşleşmiş olan kültürel değer yargıları başta olmak üzere birçok sembol ve simge artık o aşama itibariyle yönetilen pozisyonda olan geniş emekçi kesimlerinin ortak değerleri olma vasfına sahip olamazlar. Halkın gözünde, onların tamamı olmasa dahi, büyük bir çoğunluğu baskıcı, sömürücü, adil olmayan diktatör bir devleti temsil ettiğinden, doğal olarak bunlar artık o “ortak ulusal değerler” kapsamında değerlendirilemezler.
Kaldı ki “Türkiye” denilen bu “ülke” sadece bir ulusun üzerinde yaşadığı tek bir ülke olmayıp, gönüllü birliktelik ve entegrasyonla değil, zorla ilhak edilmiş K. Kürdistan’ı da içeren iki ülke ve iki ulustan (ve de daha pek çok azınlık milliyet ve inançlardan) oluştuğundan; doğallığıyla, zorba egemen ulusu temsil eden o devletinin değer ve sembolleri, kaçınılmaz olarak, diğerinin “ortak değerleri” olarak kabul görmez.
Haklı olarak kabul görmez, çünkü sıradan bir Kürdün gözünde, tüm sembol ve değerleriyle o devlet, Kürdün anadilini bile yasak eden, soyunu onlarca kez kıyımlardan geçiren, evlerini köylerini defalarca başına yıkan, akla gelebilecek her türlü kötülüğü kendisine reva gören, her türlü ulusal hakkından mahrum bırakan, bir ulus olarak iradesini kabul etmeyen vb. daha pek çok zorbalığı temsil eder. Bayrak da “İstiklal Marşı” da meclisteki, askerdeki, okuldaki yemin de hepsi bu ırkçı-tekçi-inkârcı faşist devleti temsil eder. Aynı şekilde diğer ulusal azınlıklar ve inanç toplulukları için de böyledir.
Bütün bunlar, çok daha fazlasıyla bir komünist, sosyalist ve hatta tutarlı bir demokrat için de böyledir. Dolayısıyla da burada eleştirilmesi gereken Türkiye ve K. Kürdistanlı devrimci, sol-sosyalist ve komünistlerin bu son derece doğru ve isabetli tavır alışları değil; kendisine demokratım, sol-sosyalistim ve komünistim deyip de böyle davranmayanlar/davranamayanlar olmalıydı sayın Yanardağ. Maalesef ki sosyal şoven bir yorumda bulundunuz ve bu size hiç mi hiç yakışmadı.

Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi
Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]
“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve
aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.
O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.
Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,
insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,
saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:
Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH), 'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır
14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.
Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.
Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)
Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.
Yıllardır tanırım seni.
Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.
Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.
Akraba desem, değil.
Komşu desem, hiç değil.
Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...
Yok.
Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım
"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."
Ah cancağızım... vay cancağızım...
Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.
Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...
Fontiye duranların kafasında patlatırsın.
Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....
Ah cancağızım... vay cancağızım...
İnan...

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi
ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle
“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA
VE
ONUN ÖĞRETTİKLERİ...
Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]
“İşçi sınıfının
ekmekten çok
onura ihtiyacı var.”[1]
Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?
Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.