Cumartesi Mayıs 4, 2024

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşı ve onun tarihimize kazılı pratiğini değerlendirdiğimizde, kuşkusuz , onun politik ve pratik anlamda öncüleştiği en temel konuyu 94 darbesi karşısındaki konumlanışı ve sonrasındaki süreçte kadro politikasında yarattığı dönüşümlerin oluşturduğunu görürüz. Kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa kaldırmanın mimarı olarak Demirdağ yoldaşın, tasfiyeciliğin saflarda açtığı gedikleri onarmadaki pratik önderliği esas anlamda bu iki mesele karşısındaki doğru önderlik tarzı ve yürüttüğü ideolojik mücadele ile mümkün olmuştur.

İçinden geçtiğimiz sürecin, kolektifi kuşatan tasfiyecilik koşullarında saflarda yarattığı tahribat da esas kaynağını bu iki olgu üzerinden almaktadır. Tarihin aradan geçen 20 küsur yılın ardından tekerrür ettiği güncelde, yaşadığımız kriz pratikteki kimi aksaklıklar ve sorunların ötesinde, ciddi bir dejenerasyon yaratmakta, komünist kimliğe ait tanımlar ziyadesiyle aşınmaktadır. Böylesi bir dönemde yüzümüzü yeniden tarihsel birikime dönmek, kitlelere devrimcilik (!) olarak yutturulmaya çalışılan sol maskeli tasfiyeciliği tarihsel birikimimizle ele almak önemli bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

Güncel tasfiyeciliğin özeti: “Sol” gösterip “sağ” vurmak!

En kaba hali ile tasfiyecilik, proletaryanın sınıf bilincinin burjuva fikirlerle bozulması ve sınıf mücadelesinin ideolojik yönden yadsınması anlamına gelmektedir. Bu tanım, tasfiyeciliği proleter ideoloji karşısında açık bir karşı kampa atmakla birlikte tasfiyecilik, tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir devrimci deneyimde kendisini açıktan yürütemez. Onun karakteri itibari ile varlığı örtülüdür ve geçmiş devrimci deneyimlerde olduğu gibi kendisini en geri ideolojik zemine dayandırarak pratikte ise en keskin ve radikal söylemle kendisini üretir.

Rus devrim deneyiminde sol sosyalist devrimcilerin Narodnik keskinliği ile (özde kardeş) sol komünistlerin savaş çığırtkanı “radikal” sloganları ve BPKD sürecinin Deng Siao Ping çizgisi ile (yine özde kardeş) Lin Piao çizgisi tam da tarihsel olarak bu en geri ideolojik zeminden kaba ve dogmatik yönelim üreten karakterine örnektir.

Bu genel karakterin saflarımızdaki yansıması, özellikle 94 tasfiyeciliği ile ayyuka çıkarken, bu tarihsel süreç, sol sekter savaş ağalığı çizgisinin söylemde en “keskin” Halk Savaşı savunusunu nasıl parti ve örgüt düşmanı, kolektifi parçalayan ve Halk Savaşını gerileten bir biçime büründüğüne tanıktır.  Mehmet Demirdağ yoldaş yürüttüğü kapsamlı ideolojik mücadeleyle, 94 Tasfiyeci çizgisinin “irade” çığırtkanlığı ile örtülü parti düşmanlığının, “halk savaşı” naraları ile gizlenmiş yüzünün boyalarını dökmektedir.

Güncelde yaşadığımız tasfiyecilik de, Demirdağ yoldaşın mahkum ettiği hatta yürümekte, eline aldığı dogmatizmin bayrağı ve hocacı örgüt çizgisi ile kendinden öncekilerin yolunu sürmektedir. Bir yandan irade çığlığı atan güncel tasfiyeciliğin, kolektifin en üst irade ve organlarını on yıllardır işletmemesi, “hizip” naraları atarken yaşadığı güç yitimi ile alternatif örgütlenmelere yönelmesi tam da bu ikiyüzlü gerçekliği, “sol” gösterip “sağ” vuran karakteri deşifre etmektedir.

Günceldeki tasfiyeciliğin gidişatı en çok da kadro politikasında açığa çıkmaktadır. Şöyle ki, güncel tasfiyeciliğin bugün attığı “irade” çığırtkanlığının özünü biat çağrısı oluşturmaktadır. Komünist kadro olmanın temel koşullarından olan kolektif ile kurulacak diyalektik bağ güncel tasfiyecilik tarafından dıştalanmakta, “irade” olmayı “idare” etmekle özdeşleştiren, onu meslek edinerek tasfiyeciliğin ve örgütsüzlüğün kaynak suyu olmaktadır. Girişilen birçok pratiğin özünü bu bürokrat çalışma tarzının ürünü olan faaliyetçilere yaslayan bu çizgi, sorunların çözümü için yürütülen tartışma ve ideolojik mücadele ısrarını ise Maoizm’in sokağından geçmeyen hocacı örgüt algısıyla karşılamakta, apolet üzerinden “irade” icat ederek kolektifin yaşadığı irade yitimini kendilerine sınırsız at koşturacakları alan olarak anlamaktadır.

Güncel tasfiyeciliğin yarattığı tahribatın kapsamı sadece pratikte kurumu ve onun sınıf mücadelesindeki yerini sekteye uğratmanın ötesine geçmiş, ciddi bir yozlaşma ve bozulma alanı üretilmiştir. Şöyle ki, tasfiyeci çizginin hedefine oturttuğu alanlar sorunların çözümü için kolektifi irade tesis edeceği platformlara taşıma girişimlerini sürdürürken “devrimcilere yönelen devrimci müdahale(!)”ler aymazca hayata geçmekte, taciz vb pratiklere ise saflardan uzaklaştırılanlarla tasfiyeciler kol kola girmektedir.

Aktardıklarımızın toplamı, sadece bir olaylar anlatısı değil bir olgudur. Söylenen ile yapılan arasındaki, doğru ile yanlış arasındaki, devrimci olan ile karşı-devrime hizmet eden arasındaki çizginin ayrıştığı kanallardır ve bunların analizi yapılmak zorundadır. Tasfiyeciliğin KP’ler içinde kaçınılmaz bir olgu olduğu gerçeği ile bunlara yaklaşımın ne olması gerektiği konusunun bilince çıkarılması her daim mutlak ve kaçınılmazdır.

“Zira biz partiyi kafamızdaki yerin üstünde oturtmak, onu sosyal kurtuluş ve nihai özgürlük kavgasının önderlik etmekle sorumlu kılınmış öncüsü olarak, bu ideallerimizin yenilgisiz silahşörü yapmak istiyoruz. Öyleyse ancak yeterli bir diyalektik kavrayışa sahip olmayan beyinlerin boşluğunda sarsıntı olanağı bulabilen şaşkınlıklar yaşamak için kabul etmeliyiz ki devrime hem parti hayatı açısından hem de onun üye ve taraftarları olarak kendi siyasal ve sosyal pratiğimiz açısından hiçbir zaman belalardan kurtulama olanağı bulamayacağız, ‘oh nihayet belasız, sorunsuz bir gün” diyeceğimiz bir süt limana demir atma şansı bulamayacağız. Çelişkinin başlıcası, başlı başına olanı, sınıf çelişkileri olduğu müddetçe ve nihayet bir dünyasal devrim vücut bulacak komünizme kadar bu böyle olacaktır. Oraya kadar sadece belaların boyutu ve gelişmeleri değişecektir. Mao: ‘Eğer parti içinde çelişmeler olmasaydı, parti ölür giderdi’ der. Sorun çelişkilerden ve parti içi sorunlardan yılmak değil, yıldırıcı olan çelişkilerin ele alış yöntemidir. Partiyi yoran, gerileten ve yozlaştıran parti içi mücadeleler bir çelişkinin burjuva eğilimler ve parti düşmanı akımlarca partiyi yıpratmak bölmek ve güçten düşürmek amacıyla ele alınmasıdır.” (Mehmet Demirdağ, Fırtınalar içinde Bıçak Sırtında, Cilt 1, s. 243)

43773

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Elbette H A Y I R !!! / Ermeni Devrimciler

16 Nisan'da  Anayasa değişikliği için yapılacak Referandum oylaması tarihi önem taşıyor. Sandığa atılacak her HAYIR oyu,yeni dönemin başlangıcı için Hayırlara vesile olacaktır.

Tek adam olan her şeyin Reis tarafından karar altına alındığı,diktatörlük döneminin oylamasına gideceğiz.''Seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız''diyen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın tarihi konuşmasından oldukça etkilenen Erdoğan çareyi cezaevine atarak bulmuştur ama bu yol da çözüm olmamıştır.

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Kırklareli’den Tutsak Partizan “Belki de bu yaşananlar bıçak sırtındaki güzergaha girmenin fırsatıdır”

Merhaba yoldaşlar

(…)

Gazetemizin bürolarını basıp, talan eden ve arkadaşlara şiddet uygulayanlar, içinden geldikleri, ürünü oldukları anlayışın sadece kendini ürettiğini ve başarılı olacaklarını zannediyorsa yanılıyorlar. Daha önceki darbecilerin, kaçkınların, oluşumcuların vb.lerinin soyundan geldiklerini ve aynı anlayışın ürünü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ve onların yaşadığı akıbet/gelecek, tarihin çöp sepetindeki yerleri onları bekliyor olacak.

Sayfalar