Cuma Mayıs 3, 2024

Komünizm

Burada, komünizmi incelemeyeceğiz, ama, kısaca, olacak olanları, Marx ve Engels’in söylem ve öngörülerinin ışığında, içinde yaşadığımız koşulları da dikkate alarak, komünizmin bir ütopya olmaktan çıkıp gerçek olacağını yinelemek istiyoruz.

İçinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist kaos sisteminin, bireylere umutsuzluk verdiği bir koşulda, kaybedecekleri hiç bir şeyi olmayan milyonlarca işçinin komünizmin ilkelerini yaşama geçirmelerinin de kaçınılmaz olduğunu söyleminin ütopya olmadığı, işçilerin kendi yaşamları ve üretimleri kadar gerçektir.

Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar1

Marx-Engels bunları yazdıkları tarih 1845. Üzerinden tam 171 yıl geçmiş. Kapitalist sistem gelişti, yeni bir evreye, emperyalist aşamaya geçti. Üretici güçler muazzam denecek düzeyde gelişti. Yani, komünizmin gerçekleşmesinin tüm maddi (üretim ve üretim araçları) koşulları olgunlaştı. Geriye, işçi sınıfının harekete geçmesi kaldı.

Komünist toplumun en ayırt edici özelliği;  komünal (kollektif) oluşudur. Her toplumun karakterini belirleyenin, o toplumun sahip olduğu üretim ilişkilerinin niteliği olduğundan, komünist toplumun komünal olmasının niteliğini belirleyenin de sahip olduğu toplumsal (komünal) üretim ilişkileridir. Bu sonuncusunun daha yalın anlamı; toplumu meydana getiren bireylerin, toplumun ortaya çıkardığı yükleri tek başına (bireysel) olarak yapmak zorunda kalmak yerine, kollektif olarak yapması, sorunların çözümünü ortaklaştırmasıdır. 

Kapitalist toplumda üretim toplumsaldır. Fabrikalarda ve iş yerlerinde (bütün üretim alanlarında) işçiler ortaklaşa üretirler. Ama ürettiklerinin üzerinde söz sahibi olmadıkları gibi, onu ortaklaşa üleşemezler de. Kapitalizmde üleşim bireyseldir. Kapitalist toplumsal üretimin sahibi, fabrika ve iş yerleri sahibi olan burjuvalardır. Komünist toplumda ise, bunun tersi olarak toplumsal (kollektif) olan üretim yine kollektif olarak bölüşülecektir. Çocukların bakımı kollektif olacak, evinin yapımı, mesleki eğitimi ve çalışma yaşamı, yiyeceği ve içeceği vs. Yani, insan yaşamının her alanı ortaklaşa olacaktır. Sorunlar bireylerin tek başına sırtlarına yüklenmesi yerine, o sorunları bütün toplum üstlenerek, insan insan olduğunun ayırdına, düşünce ve pratiğiyle o zaman varacaktır..

Kapitalist toplumda, bireylere özgü sorunları toplumsal üretim biçimi yaratmasına karşın, çözümü kollektif olmayıp bireysel olmaktadır. Bu, milyonlarca insan içinde yaşayan bireyi yalnızlaştırmakta ve toplumdan soyutlamaktadır. Bu, aynı zamanda, insanın kendine ve topluma karşı yabancılaştırılmasıdır.

Kapitalist toplumda insanın toplumsal üretime katılması sağlanmış, ancak, o üretimden ihtiyaçları oranında pay alması engellenmiştir. Payın büyük bölümü sadece üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazinin almasına izin verilmiştir. Ancak, kapitalist toplumun ortaya çıkardığı bütün sorunlar ise bireylere bırakılmıştır. Birey, toplumun bir üyesi olmasına karşın, toplumsal nedenlerle ortaya çıkan sorunların üstesinden tek başına gelmekle karşı karşıya kalmıştır. Bu ise, bireyin ölene kadar sırtında taşıyacağı korkunç bir yük olarak kalmaktadır. İnsan dünyaya mutlu olmak için değil, bir avuç burjuvaziye ücretli köle olarak hizmet etmek için gelmiş oluyor. İşte komünist toplum bunu tersine çeviriyor. Toplumun ezici çoğunluğunun bir avuç bireye hizmet etme yerine, kendi toplumsal ve bireysel yaşamını ortaklaşa düzenleme ve yeniden üretmek üzerine oluşturur. Kapitalizm ile komünizm arasındaki en temel ayırtedici nokta burasıdır.

Komünizm, insanın insanı ezmesini ve sömürmesini ortadan kaldırır. Bunun için öncelikle, toplumsal üretim araçlarının bütünüyle toplumsallaşmasını sağlar. Toplumsal üretim araçları üzerinde gerçekleştirilen toplumsal üretim yine toplumsal olarak bölüşülür. Bu da toplumu oluşturan tüm bireylerin gereksinimi oranında bir üleşimdir.

Kapitalist toplumda yaşam (üretim) araçları bireylerin (zenginlerin) elinde toplanır. Ancak, üretim araçlarından yoksun ezici çoğunluk ise, üretim araçlarına el koyanların ücretli kölesi haline getirilir. Komünist toplumda bunlar söz konusu olmayacaktır. Daha sosyalizm zamanında üretim araçları sosyalist devletin elinde olacaktır. Komünizm de ise üretim araçları bütünüyle toplumun malı olacaktır. Çünkü komünizmde devlette olmayacaktır. 

Komünizmde insanlar, sınıfsal, dinsel, ulusal, ırksal ve cinsiyetçi kimliklere bölünmeyecektir. Komünist toplum bütünüyle bunlardan arınmış olacaktır. Çünkü, bu bölünmüşlüğü yaratan tüm ekonomik yapılar tasfiye edilmiş ve toplumu doğa ile uyum içinde yaşatan bir ekonomik sistem inşa edilmiş olacaktır.

Kapitalist toplumda, bireyin işsiz kalması, aç kalması, evsiz kalması, hastalandığında bakımsız kalması ve çocuklarını büyütmesi, okutması kendi (bireyin) sorunu olarak görülür. Kapitalist devletin yasaları da bu doğrultudadır. Komünist toplumda ise, bu sorunlar bütünüyle toplumun ortak sorunu olacaktır. Eğer bir açlık varsa, bu sadece bir kişinin açlığı değil, toplumun aç kalmasından kaynaklı olabilecektir. Toplum bireylerinden biri aç yatarken komşusu tok yatamayacaktır. Tokluk paylaşıldığı gibi açlıkta paylaşılacaktır. Kısacası, komünist toplumda birey, asla kendi başına bırakılmayıp, onun sorunları toplumun sorunları olacaktır. 

İnsanlar, kapitalist toplumda olduğu gibi, iş, aş, çocuk büyütme, okutma, konut sorunu, sağlık sorunlarını karşılama vb. ile baş başa kalmayacaktır. Herkesin evi ve işi olacaktır. Ücretli kölelik daha komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm de kaldırılmış olacağı için, komünizm de ise iş-çalışma, bütünüyle bir zorunluluk olmaktan çıkıp, doğal yaşamın ve kendini üretmenin zevkli bir parçası olacaktır.

Komünist toplumda bireysellik olmayacağı anlamına gelmez. Toplumsal özgürlük ve ortaklaşa yaşam, özgür bireysel yaşamın garantisi olacaktır. Toplumsal özgürlük olmadan bireysel özgürlük olamaz. Bireysel özgürlük tamda komünal sistemde yaşanacaktır. Birey, her alanda kendini özgürce geliştirme olanağını bulacaktır. Birey, toplumsallığı, kendini kısıtlayıcı değil, geliştirici bir etki olarak görecektir. Kapitalist (özel mülkiyetçi) sistemin bireye yüklediği tüm geriletici, bıktırıcı yükler ve sorunlar ortadan kalkacağı için, bireyin gelişimi, bireyin bugüne kadar yaşamadığı oranda özgürce olacaktır.

Özel mülkiyetçi baskı ve yaptırımlar olmadığında, birey, aşkını, sevgisini özgürce yaşayacak ve ne kendine ne üretimine ne de insana yabancılaşacaktır. Komünist toplumun ahlakı, özel mülkiyetçi sistemin kısıtlayıcı, daraltıcı, bunaltıcı, baskıcı ve köreltici bir ilişki olmaktan çıkıp, insanı her alanda özgürletici ve ufkunu genişletici yüksek düzeyde bir ilişki halini alacaktır.

Kapitalist sistem, “bireyselliği” öne çıkarmasına karşın, o bireyin özgürlüğünü değil, sermayenin özgürlüğünü esas alır ve bireyi sermayenin kölesi durumuna getirir ve getirmiştir. Kapitalist toplumda hiç bir birey özgür değildir. Sahabahtan akşama kadar çalışan, işinden başka bir şey düşünmeyen ve de düşünemeyen ya da iş bulmak ve karnını nasıl doyuracağını düşünen bireyler topluluğu, kapitalist toplumun insan tipidir. Yoğun bir koşuşturmaca, telaş, durmadan daha fazla para kazanma (ücretli işçi asla fazla para kazanamaz) ve yaşamı bununla özdeşleştirme ve sermayenin karını artırmak için koşuşturmanın dışında bireyin kendine zaman ayıramaması ve geliştirememesi, üretilen robotlar gibi tek tip bir yaşam biçimi, kapitalist sistemin insan tipidir.

Kapitalist sistem, savaş, anarşi ve bunalım demektir. Bu toplum içinde yaşayan insanların bu kaos ve bunalımdan uzak durması olası olmadığı gibi, daha derin bir bunalımla karşıkarşıyadır. Aşırı depresyon, stres ve bundan kaynaklı yaygın ruhsal hastalıklar kapitalist topluma özgüdür. Komünist toplumda ise bunlar olmayacaktır. Bireyi ruhsal bunalıma iten ve yalnızlaştıran ekonomik nedenler ortadan kalkacaktır.

Komünizmde meta fetişizmi ortadan kalkacağı gibi; insan, üretimi esas olarak değişim değeri için değil, kullanım değeri için, yani insanların gereksinimi için yapacaktır. Bu bağlamda, insanla insan arasındaki ilişki meta ilişkisi olmaktan çıkıp, insanın insana yabancılaşmasının olmadığı bir ilişki biçimini alacaktır.

İşi, kalacak yeri, aşı, eğitimi, sağlık sorunu vb. gibi temel gereksinimleri garanti olacağından insan, yarınına güvenle bakacak, “ne olur olmaz” diye, gereksiz maddi üretim fazlalığını bireysel mülkiyeti altında biriktirme eyleminde bulunmayarak, onu toplumsal üleşimin içine katacaktır. Ne bir başkasının üretimini çalacak ne de kendi fazla üretimini kendine saklayacaktır. Bireysel anlamda biriktirmenin ve toplumun diğer üyelerinden gizlemenin koşulları ve anlayışları da ortadan kalkacaktır.

Komünizmde çalışmak bir zorunluluk olmaktan çıkıp gönüllülük temelinde olacaktır ve insanlar çalışmayı kendileri için bir işkence değil, zevk aracı, yaşamı yeniden daha iyi bir şekilde üretmenin aracı olarak görecektir.

Marx ve Engels, zorunlu iş bölümünün getirdiği sorunları ve komünizmin ne olduğunu kısaca şöyle özetlerler:

Ve ensonu, işbölümünün bize derhal ilk örneğini sunduğu şey şudur: insanlar doğal toplum içinde bulundukları sürece, şu halde, özel çıkar ile ortak çıkar arasında bölünme olduğu sürece, demek ki, faaliyet gönüllü olarak değil de doğanın gereği olarak bölündüğü sürece, insan kendi işine hükmedeceğine, insanın bu kendi eylemi, insan için kendisine karşı duran ve kendisini köleleştiren yabancı bir güç haline dönüşür. Gerçekten de, iş paylaştırılmaya başlar başlamaz herkesin kendisine dayatılan onun dışına çıkamadığı, yalnızca kendine ait belirli bir faaliyet alanı olur; o kişi avcıdır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa bunu sürdürmek zorundadır.” 2

 

Kapitalizm iş bölümünü geliştirerek, insanların tek tip yetişmesini ve birbirine yabancılaşmasını koşullar. Kapitalist toplumda üretimin ve tüketimin tek bir hedefi vardır; sermayenin çıkarlarına hizmet etmek, sermayenin büyümesini durmadan sağlamaktır. Bu nedenle de sermaye insanı tek tipleştirir. Tek tip robot insan yaratmak ve yaşatmak, sermayenin çıkarlarıyla örtüşür. Ama komünist toplum da insan daha farklı olacaktır.

... oysa herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da, benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını yaratır.”3

Komünizmde, cinsiyet, renk, dil, din, milliyet ya da insanı insana karşı kutuplaştırıcı bölücü, birbirini dıştalayıcı ayrımlar olmayacaktır. Her birey insan, insanı insan olarak değerlendirecek ve kutuplaştırıcı yaklaşımları bir ahlaksızlık ve hatta geçmişte kalmış bir ilkellik olarak ele alacaktır. Komünist toplumda en büyük ahlaksızlık; insanın insana baskı uygulaması, sömürmesi olacağı gibi, aynı zamanda, insanları, cinsiyetlerine, renklerine ve uluslarına (ki, komünist toplumda uluslar olamayacaktır) göre ayrıştırmak olacaktır. 

Komünist toplumda, üretim ve bölüşümden kaynaklı sınıf ve sınıfsal çelişmeler olmayacağı için, sınıf savaşımlarıda, emperyalist ve bölgesel savaşlar gibi toplumsal tarihin gerilerinde kalacaktır. İnsanın insanla savaşımı yerini, insanın doğayla uyumlu savaşımı ve kendini daha yüksek bir şekilde üretme ve geliştirme mücadelesi olacaktır. 

Kapitalist toplum, Engels’in,İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” adlı eserinde de belirttiği gibi, ne kadına gerçek bir erkeklik, ne de erkeğe gerçek bir kadınlık4 sunabilmektedir. İnsanın insana zulüm ettiği bir sistem yaratan kapitalizm, insana mutluluk değil sadece acı vermektedir. Onun sahip olduğu üretim ilşkileri insanın insanı boğazlamasını üretmekten öte bir şey yapamamaktadır. Komünizm ise, ne erkek kadının ne de kadın erkeğin özel mülkiyeti altında olmayan kadının kadın, erkeğin erkek gibi olduğu, her iki cinsin birlikte özgürce yaşayayabileceği ve birbirini tamamlayabileceği bir ortam sunabilecektir. Düşünen insan, kendisi ve üzerinde yaşayacağı doğal ortamı en iyi şekilde düzenleyebilecek üretim ve koşullara sahip olma yeteneğine sahiptir ve gelinen aşamada üretici güçlerin gelişmişliği de buna uygundur. Hayvanlar kendi doğal ortamlarını nasıl koruyarak yaşayabiliyorsa, düşünen, alet kullanan ve geliştiren insan, bunun daha iyisini yapma yetisine sahiptir. Kapitalizm, insanın bu en temel özelliğini; kendini ve üzerinde yaşadığı doğayı yıkıcı biçime dönüştürmüştür. Sosyalizm kapitalizmin yıkıcılığını yapıcılığa çevirme koşulunu hazırlar ve komünizme evrilir.

Kapitalizm, büyük sanayiyi yaratarak, kadın ve erkeğe ev işlerinin ötesinde toplumsal olarak örgütlenmiş bir üretim süreci yaratarak, her iki cinse daha ileri bir yaşamın ekonomik biçimini yaratmasına5 karşın, özel mülkiyet ilişkilerinin geliştirici bu olumlu yönü, bir süre sonra kendi özel mülkiyetsiz bir topluma dönüşemediği için, insanın kendi ayağını zincirle bağlamasına dönüşmüştür. Komünizm, bu zincirin kırılması ve insanın özgür kalmasıdır.

Insanlık, artık kendine yük olan ve toplumu her yönüyle çürüten bir özelliğe erişen kapitalizmi aşıp, daha ileri bir toplum olan komünizmi kurmakla karşı karşıyadır. Her toplum, kaçınılmaz olarak, kendi içinde yerini alacak yeni bir toplumun tohumlarını da yeşertir. Bu, üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olan verili üretim ilişkilerini aşması ve kendine uygun yeni üretim ilişkileri yaratması şeklinde kendini gösterir. Üretici güçlerin gelişmesi üretim ilişkileri engelini eninde sonunda aşar ve kendi gelişimine uygun üretim ilişkileri sistemini koşullar. 

Toplumların diyalektiği bireylerin öznel niyetlerinden bağımsız gelişir. Kapitalizmin savunucuları ne kadar direnirlerse dirensinler, kapitalizmin yıkılmasını ve komünizmin onun yerini almasının önüne geçemeyeceklerdir. 

Toplumsal üretimi gerçekleştiren proletarya,  kollektif yönetimi ve kollektif paylaşımı da gerçekleştirebilme teori ve pratiğine sahiptir.

***

1Marx-Engels, Alman İdeolojisi, sf. 58, 3. Baskı, Sol Yayınları

2Marx-Engels, age, sf. 55

3 Marx-Engels, age. sf. 55

4 Engels, age, sf. 198

5 Marx, Kapital, C.I, 517

46996

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Elbette H A Y I R !!! / Ermeni Devrimciler

16 Nisan'da  Anayasa değişikliği için yapılacak Referandum oylaması tarihi önem taşıyor. Sandığa atılacak her HAYIR oyu,yeni dönemin başlangıcı için Hayırlara vesile olacaktır.

Tek adam olan her şeyin Reis tarafından karar altına alındığı,diktatörlük döneminin oylamasına gideceğiz.''Seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız''diyen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın tarihi konuşmasından oldukça etkilenen Erdoğan çareyi cezaevine atarak bulmuştur ama bu yol da çözüm olmamıştır.

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Kırklareli’den Tutsak Partizan “Belki de bu yaşananlar bıçak sırtındaki güzergaha girmenin fırsatıdır”

Merhaba yoldaşlar

(…)

Gazetemizin bürolarını basıp, talan eden ve arkadaşlara şiddet uygulayanlar, içinden geldikleri, ürünü oldukları anlayışın sadece kendini ürettiğini ve başarılı olacaklarını zannediyorsa yanılıyorlar. Daha önceki darbecilerin, kaçkınların, oluşumcuların vb.lerinin soyundan geldiklerini ve aynı anlayışın ürünü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ve onların yaşadığı akıbet/gelecek, tarihin çöp sepetindeki yerleri onları bekliyor olacak.

Sayfalar