Cumartesi Aralık 28, 2024

Proletarya Partisi

Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Onun Işıklı yolunda yürümeye devam ediyoruz

Emekçiler yoldaşlar,

İbrahim Kaypakkaya yoldaş bundan tam 42 yıl önce Kemalist faşist diktatörlükçe Diyarbakır hapishanesinde katledildi. Genç bir komünist olarak yoldaş Kaypakkaya’nın TKP/ML’nin kurucusu ve ideolojik önderi olduğunu bilen faşist diktatörlük onu katletmekle fikirlerini ve kurduğu partinin de yok olacağını sanıyordu. Ancak düşman aldanmıştı, evet, Komünist önderin katledilmesi partimiz açısından büyük bir kayıptı, ancak onun takipçileri ve savunucuları 43 yıldır onun ışıklı yolunda yürümeye devam ediyorlar.

Partimiz 43 yıllık mücadele tarihi aynı zamanda bir direniş tarihidir. Yüzlerce yoldaşımızı yitirdiğimiz bu mücadelede partimiz sınıf mücadelesinin denizinde kulaç atmaya devam ediyor. Kararlıyız, dün olduğu gibi bugün de demokratik halk devrimi ve sosyalizm uğruna savaşımımız devam ediyor.

Partimiz yeni büyük atılımlar için var gücüyle çalışıyor. Dersim´den Kobanê´ye örülen direniş hattı ile işçi sınıfının, öğrencilerin, kadınların ve Kürt emekçilerinin umudu olmayı sürdürüyor. Kobanê’deki direnişte yerini alan partimizin IŞİD adlı gerici faşist örgütlemeyi geriletmede ve yenilgiye uğratmada tereddütsüz bir şekilde Kürt direniş güçlerinin yanında yer almasıyla umudu daha da büyütmüştür.

Kardeşler,

2015 yılı Ermeni soykırımının 100. Yılı. Dönemin Osmanlı Devleti 24 Nisan 1915 tarihinde bir buçuk milyon civarında Ermeni’yi katletti. Ermeni soykırımı dönemin İttihat ve Terakki hükümetinin; yeni bir ulus yaratma, yeni bir yayılmacı politikanın hayata geçirilmesinin bir sonucuydu. Birinci emperyalist paylaşım savaşı, Osmanlı’nın Rusya’ya karşı girişeceği bir savaşta, Ermenilerin Rusya’nın yanında yer alabileceklerinden hareketle Ermeniler başta olmak üzere; azınlıklar soykırıma ve katliama uğratıldılar. Soykırım tam bir plan dâhilinde oldu. Önce Ermeni aydınları kapsamlı bir şekilde tutuklandı. Böylece yapılacak katliamın dünyaya duyurulması engellenecek ve Osmanlı rahat hareket edecekti. Böyle de oldu. Bine yakın Ermeni aydını bir gecede kurşuna dizildi. Ardından tüm Ermeni erkekleri askere alındı, önceleri amele taburlarında çalıştırılan Ermeniler sonradan topluca katledildi. Geriye kalan Ermeni kadınları, çocuklar ve yaşlılar topluca Suriye’ye doğru tehcire gönderildiler. Geçtikleri tüm yerlerde kendilerine eşlik eden Osmanlı askerleri ve bir kısım Kürt feodalleri tarafından katledildiler.
 

Ermeni soykırımında dönemin Alman hükümetinin de payını unutmamak gerekir. Osmanlı ordusunun kilit mevzilerinde görev alan Alman subaylar, soykırımın olacağını önceden biliyorlardı. Almanya’nın bundan haberi vardı ve sesini çıkarmadı. Örneğin 1915 yılında katliamdan kaçıp Musa dağına saklanan Ermenileri kuşatan askerlere Alman subay komuta ediyordu. Keza Urfa’da Ermeni direnişini kırmada Osmanlı subayının yardımcısı Alman subayı Von Reichenberg idi. Almaya, Ermeni soykırımının 100. yılında bu sorumluluğunu artık kabul etmelidir. 

Kaypakkaya yoldaş bu soykırımı bundan tam 43 yıl öncede lanetlemiş ve Ermeni soykırımının tarihsel haksızlığına değinerek bugünleri işaret etmiştir. Kaypakkaya’nın ulusal sorun çözümlemeleri bu bakımından muazzam bir derinliğe sahiptir. Onun görüşleri referans alınmadan ilerlemek ve ulusal sorunda nihai çözümü aramak imkânsızdır.

Yoldaşlar,

Dünyamız büyük alt üst oluşlara gebe. Dünyanın her yerinde iç savaşlar, işgaller devam ediyor. Yoksulluk adeta ezilenlerin kaderiymiş gibi propaganda ediliyor. Ortadoğu bir kan denizine dönüşmüş, IŞİD adlı faşist güruh bölgedeki Kürtleri, Ezidileri, Şii Arapları, Türkmenleri ve bölgedeki emekçi halkı katletmeye devam ediyor. Emperyalistlerin petrol için yapmadıkları kötülük kalmadı. Silah tekelleri iç savaşları tetikleyerek muazzam paralar kazanmaya devam ediyorlar.

İnsanlığın tek kurtuluşu sosyalizmde. Ülkemiz coğrafyası tüm gelişmelerden bağımsız değil. 13 yıllık AKP hükümeti devletteki egemenliğini pekiştirerek saltanatını saraylarda sürdürüyor. Her gün yeni bir yasa çıkartarak, baskı ve saldırılarına yasal kılıflar geçiriyorlar. Polise verilen geniş yetkilerle gösteri ve protesto haklarını kullananlara silahla saldıran polis ve jandarma çocuklar başta olmak üzere her gün birilerini katletmekteler.

AKP, şimdi 2015 Haziran genel seçimlerine hazırlanıyor. Tüm planları bu genel seçimde de tek başına iktidara gelmektir. Şimdiden hazırlıklarına başladığı propagandanın baş köşesine yine Kürtleri koyan AKP, sözde Kürt açılımı ve üzerinden puan toplamaya çalışıyor. Son Diyarbakır gezisinde Kürtçeyi öğrenmek istediğini söyleyen Davutoğlu’nun ikiyüzlülüğü ne kadar da belli oluyordu. Daha Kürtçenin bir eğitim dili olduğunu kabul etmeyen bu başbakan, Kürtçe öğrenmekten söz ediyorsa, bunun bir seçim yatırımı olduğuna şüphe yoktur. Halkımız 2015 Haziran genel seçiminde AKP ve tüm düzen partilerinin oyunlarını boşa çıkartacaktır. Bu gücümüz vardır!

Kardeşler,

Katledilişinin 42. Yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak için düzenlediğimiz geceye tüm ilerici, devrimci ve yurtseverleri katılmaya ve bize güç vermeye çağırıyoruz.


Kobanê’de Partizanca Direnişin İzinden…

 

Ortadoğu’da, emperyalistler ve onların işbirlikçi, uşağı hükümetler ile onların güdümündeki çeteler tarafından işgal edilen, özgürlük ve geleceği tutsak alınmaya çalışılan Kobanê, 134 günlük kahramanca bir direniş sonucunda özgürlüğüne kavuştu.

Kobanê, Rojava’da Kürt halkının kendi yönetimlerini inşa etmesi, öz örgütlülüklerini kurmasıyla birlikte ortaya çıkarmaya başladığı, filizlenerek büyümeye başlayan kazanımlarına yönelik kuşatma ve saldırıların kilitlendiği noktaydı.

Çoktandır Kobanê, içinde sokaklar ve caddeler olan küçük bir kent olmanın ötesine geçmişti. Kobanê’de yaşanan çatışma, Ortadoğu’da Kürt halkının demokratik kazanımları temelinde örmeye başladığı alternatif yaşama karşı olan tüm karanlık güçler ile buna karşı duran devrimci, ilerici güçlerin çatışmasıydı.

DAİŞ, sadece bir kenti ele geçirmek istemedi. Bundan da öte Ortadoğu’da, inançlar temelinde kendi içinde bölünerek parçalanan ve bu şekilde bir araya gelmesi engellenen tüm inanç ve milliyetlerden emekçiler için bu çemberin dışında, demokratik temelde, özgürce yaşama olanağı sunduğu için tehlikeliydi. Kobanê özgülünde Rojava’da yükselen ses, kadınların, ezilen cins ve kimliklerin, çeşitli inanç topluluklarının özgürlüğünü ve kendi geleceğine karar verme iradesini anlatıyordu. Esasen korkulan buydu.

Emperyalistler eliyle bölgedeki güç dengeleri dikkate alınarak önü açılan, palazlandırılan ve her türlü destek sunulan Cihatçı çetelerle yaşama geçirilmek istenen gerici planlara saplanan bir hançer oldu Kürt halkının Rojava’daki demokratik kazanımları.

Kobanê; katliamlar, kıyımlar, yağma ve talan ile özellikle kadınlara yönelik vahşetle ilerleyen, korku salarak bölge halklarını teslim almak isteyen emperyalist gericiliğin uzantılarına vurulmuş büyük bir şamar oldu. Besleyip büyüttükleri çetelerle, bir korku imparatorluğu kurarak, hegemonyalarını oluşturmayı; bölgeye yönelik saldırı, işgal ve askeri operasyonlarını meşrulaştırmayı hedefleyen karanlık güçler için Kobanê, hesapların şaştığı,projelerin çöktüğü bir direniş merkezi, odağı haline geldi.

Kobanê’yi belki de bu kadar önemli kılanda buydu. Kobanê, Kürt halkının direnişinden, DAİŞ’everilen mücadelen çok daha fazlasıydı. Bölge halkları nezdinde, dünya halklarının gericiliğe bir meydan okumasıydı.

Farklı ideolojik zeminlerden ve paradigmalardan beslense de 2. Paylaşım savaşı sırasında Hitler şahsında dünya gericiliğinin Sovyetler Birliği şahsında dünya halklarının özgürlük mücadelesine yönelik bir saldırısıydı aslında.

Stalingrad’da(23 Ağustos 1942 – 2 Şubat 1943) yapılmak istenen, dünya işçi sınıfı ve emekçilerini aydınlatan Sosyalizm güneşinin söndürülmesi, yok edilmesi ve dünya halklarının direniş gücü ve umudunun kırılmasıydı. Sovyetler yenilirse Sosyalizm yenilecek böylece uluslararası proletarya emperyalist kapitalizme mahkûm kalacaktı. Ne var ki hesaplar tutmadı.

Emperyalizmin savaş arabası Stalingrad’da tuzla buz oldu. Kazanan Sovyetler Birliği şahsında dünya halklarının özgürlük umudu ve direniş oldu. Bunun yankıları çok kısa sürede dünyanın dört bir yanından görüldü. Her dilden, her dinden ve milliyetten işçi sınıfı ve emekçiler demokrasi özgürlük ve eşitlik ve özgür bir gelecek için daha güçlü dövüşmeye başladı.

Stalingrad’da Sosyalizm simgesi üzerinden emperyalistler tarafından o gün yapılmak istenen bugün, başta DAİŞ olmak üzere gerici çeteler tarafından, demokratik, eşitlikçi bir paradigma temelinde yükselen özgürlük mücadelesine yönelik yapılmak istendi. Her iki örnekte de hedeflenen; halkların direniş umudunun kırılması, emperyalist tahakküm altına alınarak, sömürü zincirinin güçlendirilmesiydi.

Ancak tıpkı Stalingrad’da olduğu gibi büyük bir direnişle yenilgiye uğramaktan kurtulamadılar.

Tarihin Onurlu Yerinde Tarihe Not Düşmek

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına...

(Ahmed Arif)

Böylesine kapsamlı bir çatışmayı içinde barındıran direniş, doğal olarakta dünyanın dört bir yanından ilerici, devrimci ve komünist güçler tarafından da desteklendi, sahiplenildi.

Doğrusuda buydu.

Tarihin bugünkü dönemecinde direniş safında yer almak, onu büyütmek, emperyalist gericiliğe karşı yükselen sese ses vermek, her devrimci, ilerici ve demokratın görevi olmak durumundaydı. Kobanê’de yaşananda tamda bu oldu. Dünyanın dört bir yanından devrimci, ilerici güçler soluğu Kobanê’de aldı.

Kuşkusuz bu kavgada ilk öne atılması gerekenlerde bu toprakların devrimci ve komünistleri olmalıydı. Partimizin çağrısıyla Partizanlarda soluğu Kobanê’de, direniş mevzilerinde yer alan güçlerden oldu. Bu tarihi günlerin direniş günlüğüne, mütevazı bir not düştü.

İşte bizi Kobanê’ye götürende, bu direniş günlüğünün nasıl yazıldığını yerinde görmek, direnişin izleri takip etmek oldu.

Yoldaşların Kobanê’de ne yaşadığını hiç bilmiyor değildik. Mevzide olamasakta gözümüz, kulağımız, kalbimiz oradaydı. Bulunduğumuz alanda Kobanê’de yükselen direnişe güç katmak, büyütmek için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Yaptık ama yinede aklımız hep direniş mevzilerinde, çatışmaların en sıcak yerindeydi.

Görüşmek bugüneymiş.

Yoldaşlara ulaşacak olmanın heyecanı ve umuduyla yol alıyor otobüsümüz sınıra doğru. Kafamızda türlü düşünceler, acaba sağlık durumları nasıldır? Yaralanan var mıdır? Günlük yaşamları nasıldır? Cephede son durum nedir?

Beynimizi kemiren sorularla geçiş gününü bekliyoruz. Biraz ısrardan ve birkaç günlük ertelemelerden sonra artık sınıra giden yoldayız. Sınıra yaklaşıkça heyecanımız artıyor. Kafilemiz epey kalabalık. Gecenin karanlığına dalıyoruz, bir köyün içinden gerilla usulü yürüyerek adımlıyoruz yolu. Sınıra kadar kontrollü bir şekilde süren yolculuğumuz, tellerden geçerken yaşanan heyecanı da arkasında bırakarak sona eriyor şimdi.

Ve artık Kobanê’deyiz. Karanlıktan gelen şewbaş sesleriyle karşılanıyoruz. Geldiğimiz köy bir hafta önce çetelerden temizlenmiş. YPG’liler durumu anlatırken övünmeyi ihmal etmiyorlar haklı olarak. Köy artık YPG’nin kontrolünde. YPG-YPJ’liler, Kürtçe, Arapça ve Türkçe konuşuyor. Kafilemizdebu anlamda oldukça zengin. Çok dilli ve kültürlü bir bileşenimiz var: Kürtçe, Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce konuşuluyor. Herkese tek tek geliş amacı soruluyor. Kenti karanlığa gömülmüş buluyoruz. Geceleri işi olanlar dışında hareketliliğe izin verilmiyor. Kentin sokaklarında, her yaştan elinde kleşli asayişler dolaşıyor.

İlk geceyi etrafı inceleyerek, heyecan içinde gördüğümüz her şeyi beynimize kazımaya çalışarak geçiriyoruz. Ertesi gün sorumlu hevallerle görüşerek geliş amacımız anlatıyoruz. Sabahın ilk ışıklarıyla, kenti gündüz gözüyle görme şansı buluyoruz. Kent neredeyse Suruç’a benziyor. Yerleşim biçimi, sokak ve mahalleler anlamında Anadolu’nun taşra kentlerine belki de en çok Mersin’in, Tarsus’un mahallerine benziyor. Yana yana dizilmiş bitişik evlerden oluşan düz, uzun sokaklar ve birbirine paralel uzanan caddeler.

Heyecanımız giderek artıyor. Yoldaşların yakında olduğunu birazdan gelip bizi alıp alacaklarını söylüyorlar. Tahmini yerlerini öğrenince tabi ki beklemeden, kendimiz yola çıkıyoruz. Bir sokaktan dönerken kafamızı çevirmemizle ilk yoldaşı görmemiz bir oluyor. İlginç bir karşılaşma anı. Yoldaşlar önce bizi tanımıyor, anlamıyor zira geleceğimizden haberleri yok. İlk şaşkınlıktan sonra buradaki tüm yoldaşların sıcaklığını almak istercesine uzun uzun sarılıyoruz.

Yoldaşlar burada MLKP’li dostlarla birlikte ortak karargâhta kalıyor. Tüm yoldaşlara teke tek sarılıyoruz. 4 günlük çabamızın sonucunda yoldaşlara ulaşmak ve hepsini sağ salim görmek sevincimizi katlıyor.

Yıkıntı, enkaz, bomba çukurları, patlamamış havanlar…

Elbette hemen Türkiye’yi soruyorlar ardı ardına. Alanlarda ki son durumu, sonra sorular beraber faaliyet yürütülen yoldaşlara kayıyor. Sohbet derinleştikçe derinleşiyor. Bu gidişle kenti göremeden süremiz dolacak. Neyse ki bir yoldaş müdahale ediyor. Geceleri nasılsa yapacak fazlaca bir şey yok bolca zaman var diyor.

Kentin kaldığımız bölümü YPG’nin elinde kalan yüzde 10luk bölgesi. Bu yüzden birazcık sağlam gibi. En azından içinde kalınabilir durumda. Ancak kenti gezdikçe özellikle cepheleri gördükçe yaşanan yıkım karşısında şaşkına dönüyoruz.

Gelmeden önce sınır nöbetlerinde çokça duymamıza, tv’lerden izlememize, basından takip etmemize rağmen gördüğümüz tablo gerçekten çok ağır. Kent adeta harap olmuş. Kentin her tarafı savaşın ağır izlerini taşıyor. İki -üç katlı binalar yerle bir olmuş, duvarlar kurşun delikleriyle dolu, neredeyse sağlam bina bulmak imkânsız.

Sağda solda DAİŞ’in attığı patlamamış havanlar düzenlediği bombalı eylemlerde açılan büyük çukurlar, uçak bombardımanıyla açılan devasa delikler….

Araçlar, dükkânların içleri, evler aklınıza gelebilecek her şey viran olmuş durumda. Yoldaşlar bizi mayınların temizlendiği noktalardan geçiriyor. Kentin birçok bölgesinde hala çok sayıda mayın var. Hepsini temizlemek oldukça uzun bir zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü mayınların birçoğu da yıkıntıların arasında.

En tehlikelisi ise sağlam binalar. Yoldaşlar sağlam binalarda mayın ve tuzak tehlikesinin daha fazla olduğunu söylüyor. Kentte hala çok sayıda DAİŞ çetesinin cesetleri duruyor. Cesetlerin olduğu yerde ağır bir koku yayılıyor.

Sarya’nın Cesaret ve Cüreti

Kentin cephe bölgelerinde yaşam adına tek belirti, kontrol noktalarındaki asayişler. Cepheyi dolaşırken dikkatimi yoldaşların anlatımı çekiyor. Her sokağı, her evi öyle ayrıntılı ve duygulu anlatıyorlar ki. Her sözcükle yeniden savaşı yaşıyorlar, havandan saklanmak için sığındıkları evleri, mevzi yaptıkları duvarları, yanı başlarında şehit düşen arkadaşları, sarya yağmur gibi yağan kurşunları…

En duygusal anlar şehitlerin olduğu yerlerde yaşanıyor. Şimdi MLKP savaşçısı Sibel Bulut’un(Sarya Özgür/12 Aralık Güney Cephesi) şehit düştüğü yerdeyiz. Kocaman bir iş makinesi patlamadan paramparça olmuş durumda karşımızda. Yoldaş, Sarya’nın nasıl şehit düştüğünü anlatıyor. DAİŞ’in saldırısını durdurmak için güçlü bir mayın döşüyor önce Sarya oldukça zor koşullar altında.

Daha sonra çatışma sırasında mevzilerin güvenliği için ileri çıkmak, DAİŞ’in üzerine gitmek bir zorunluluk haline geliyor. Oldukça tehlikeli olan bu durumda Sarya, YPG-YPJ’nin ilerleyebilmesi için çatışmanın içinde patlayıcıyı etkisiz hale getirmeye çalışırken bomba patlıyor.

Patlama çok şiddetli yaşanıyor. Yoldaşlar ona ait hiçbir şeyin kalmadığını söylüyor. Bomba düzeneğinin yaşanan şiddetli çatışmalarda, hava bombardımanı sırasında yer değiştirdiği ve yapısının bozulduğunu, patlamanın bu yüzden yaşandığını söylüyorlar. Sarya’nın bir hatasından öte onun dışındaki nedenlerle yaşanıyor patlama. Yoldaş anlatırken epey duygulanıyor ve Sarya’nın direniş güçlerinin önünü açmak için gösterdiği duruşunun ne kadar anlamlı olduğunu, savaşın böylesi kahramanca yaklaşımlar sayesinde kazanıldığını söylüyorlar.

Mevzilere doğru ilerliyoruz. Mevzi denildiğinde aklıma ilk gelen toprağa kazılmış bir hendek olmuştu. Oysa burada mevzi bir duvarın içine açılan küçük bir delik ve arkasına yapılan güvenlik anlamına geliyor. Olanaklar çok kısıtlı, DAİŞ’in saldırılarına karşı savaşçılar evlerden çıkardıkları yastıkları boşaltarak bunları toprakla doldurup mevziyi güçlendiriyor. Mevziler arasındaki geçişler evler arasında açılan deliklerden yapılıyor. Açılan deliklerden yol yapılmış. Bunlarına arasından geçiyoruz. Oğuz Saruhan’ın(Algan Zafir/30 Aralık Doğu Cephesi)şehit düştüğü yere geliyoruz. Çatışmaların şiddetinden bir günde onlara savaşçının şehit düştüğünden söz ediyor yoldaşlar.Küçücük bir mevzide günlerce bazen haftalarca DAİŞ’in sızmasına karşı beklemek, savaş koşullarında günlük ihtiyaçları karşılamak çok ciddi bir irade, zafere duyulan güçlü bir inanç ve umudu gerektiriyor.

Tankın Partizanlarla İmtihanı

Yoldaşlar bizi kendi mevzilerine götürüyor. TKP/ML TİKKO ve Birleşik Özgürlük Güçleri(BÖG)’n den iki timin (bir takım) mevzilerini dolaşıyoruz. Tabii yine her taraf harabeye dönmüş durumda. Duvarlar delik deşik. Kobanê’de yaşanan savaşın tam bir şehir gerilla savaşı olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. Kırdaki gerilla taktiklerinin birçoğu burada pek iş görmüyor. Ancak savaşı bilmek, onu doğasına yabancı olmamak ve bu açıdan PKK’nin deneyimleri dezavantajı avantaja dönüştürüyor. Gördüğümüz, savaşın sürekli çatışmalar, saldırılar, kuşatmalar şeklinde geçmediği. Kimi dönem günlerce çatışmaların yaşanmadığı sadece mevzide beklendiği, kimi zaman birkaç günde çok şiddetli çatışmaların yaşandığını öğreniyoruz.

DAİŞ, şehir gerilla savaşında oldukça yaratıcı. Örneğin havanların ağzına tüp bağlayarak etki gücünü artırıyor. Önceleri kalabalık gruplarla saldırırken uçaklardan sonra taktik değiştirip güçlerini gruplara bölüyor vb…

Oluşturulan iki timin komutanı olan TKP/ML savaşçısı yoldaş bize 17 Ocak’ta yaşanan çatışmayı anlatıyor. Kentin Güneydoğu cephesinde oluşturulan geniş hattın önü zeytin ağaçlarından oluşan düz bir araziye açılıyor. Çeteler çoğunlukla buradan araçla saldırı düzenliyor. Bu yüzden sürekli bir teyakkuz hali var. Çeteler defalarca yoldaşların bulunduğu yerden sızma yapmaya çalışmış ancak başarılı olamamış. 17 Ocak günü öğleden sonra DAİŞ, şiddetli bir saldırıya geçiyor. Bir tanka yüklediği patlayıcılarla direniş hattına doğru ilerliyor. Bu esnada TKP/ML TİKKO ve BÖG’ün ortak mevzilerinden karşılık alıyor.

Yoldaşlar defalarca tankı füzeyle vuruyorlar ama ancak paletleri bozluyor. Yine de geri adım atmadan vurmaya devam ediyorlar. Tank, mevzilere gelmeden kendini patlatıyor. Patlamanın olduğu yeri gördük. Toprağında içinde nerdeyse 5 metre derinliğinde 10 metre genişliğinde bir çukur açılmış. Tanktan parça kalmamış adeta. Patlamayla birlikte oluşan basınçla hat boyunca tüm binalar yerle bir oluyor. Bu arada yoldaşların olduğu mevzi yerle bir oluyor. Bazı yoldaşlar kolonların altında kalıyor, yaralananlar oluyor. Aynı gün yaşanan çatışmada iki YPG savaşçısı şehit düşüyor. Harun isimli YPG’li komutanın şehit düştüğü yerde ondan kalan mekaplarını görüyoruz.

Bu olayın basına da yansıdığını aktarıyor yoldaşlar. Mevzide kalıp tankı vurmalarıyla ilerleyişini durdurduklarını, tankın hatta patlaması halinde hattın bir bütün düşebileceğini aktarıyorlar. DAİŞ’in tankla beraber güçlü saldırısına yoldaşların karşılığı ve duruşu YPG genel komutanlığı tarafından övgüyle karşılanıyor. Tüm komutanların bulunduğu bir toplantıda, yoldaşların takımına gösterdikleri duruştan dolayı teşekkür ediliyor, mevzileri bırakarak geri çekilenler eleştiriyor.

TC’nin Zafer Hazımsızlığı;

40 Metre Yüksekliğinde Türk Bayrağı

Kentte genel olarak askeri bir hava var. Sokaklarda kleşli asayişler, ağır silah taşıyan araçlar geçiyor. Arada, cepheden gelen yaralıları taşıyan araçlar hızla yanımızdan geçiyor. Günlük yaşam YPG tarafından örgütleniyor. Kentte çalışan bir-iki tane fırın var. Elektrik jeneratörlerden sağlanıyor ama merkezi bir sistem yok. Su içinde benzer bir durum var. Evlerin üstünde bulunan depolar tankerle dolduruluyor her gün. Şehir halkı, yavaş yavaş geri dönüyor. Savaş büyük oranda cephelere kayış durumda.

Buradaki köylerin özgürleştirilmesi sürüyor. Genel olarak anlatılan Kobanê’de savaşın henüz bitmediği. Zira şehrin çevresi hala DAİŞ tarafından çevrilmiş durumda. Çevre kentler onların kontrolünde. Örneğin Tel Abyad, Rakka ve Cerablus en güçlü oldukları yerler. Yani tehlike henüz geçmiş değil. Köylerde ilerleyiş ise biraz ağır. DAİŞ, evlere bubi tuzakları, arazilere mayın döşeyerek ve özelliklede araziye konumlanarak geri çekiliyor.

YPG komutanlarından öğrendiğimiz ilk hedefin Cizre ile Kobanê arasında koridor açmak olduğu yönünde. Cephedeki düzenlemeler YPG komutanlığı tarafından yapılıyor.

Güçler ihtiyaca göre belirlenen alanlara aktarılıyor.

Yoldaşlar bizi Miştenur tepesine çıkarmayı ihmal etmiyor. DAİŞ’in birkaç gün önce füzeyle saldırı düzenlediği bir yoldan çıkıyoruz tepeye. En güvenli yolun bu olduğu diğer yolların mayınlı olabileceği söyleniyor. Ve Miştenur Tepesindeyiz. Şehir için simgesel anlamı büyük olan bence azıcık yüksek bir büküntü olan tepe, şehre hâkim. Etraf dümdüz.

Karşıda tüm “görkemiyle” nazlı nazlı dalgalanan, Kobanê’de zafer kazanılınca, “orda kazandığınız ama biz buradayız” dercesine göndere çekilen 40 metre yüksekliğinde Türk bayrağı.

Kobanê’de dikkatimi çeken en belirgin şey yoldaşlar dâhil olmak üzere savaşçıların ölüm duygusuna bakışları oldu. Dün, ya da birkaç saat önce yan yana olduğun birini kaybetme tehlikesi, gerçekliği; hayata, yaşama dair algıları da değiştiriyor. Bir yanıyla insanı daha hassas hale getiriyor. Diğer yandan ölümü savaşın gerçekliği içinde anlamlandırıyor.

Ölümün küçültülmesi de diyebileceğim bir durum var. Mevzide her yoldaş defalarca ölüm tehlikesi atlatmış. Birçoğu kıl payı vurulmaktan kurtulmuş, kimisi birkaç yara almış. Bu durum mevzilerde bulunan hemen tüm savaşçılar için geçerli. Ölümü, ölüm korkusunu, eşiğini aşma, onu küçültme gerçekliği yaşanıyor. Moral ve motivasyon özellikle zaferin kazanılmış olmasından dolayı oldukça yüksek. Savaş daha önce tanıdığım birçok yoldaşta gözle görülür bir değişiklik yaratmış.

Birçok yoldaşın özgüveni artmış, yetenekleri açığa çıkmış.

Partizanca Direnişin İzinden

Bir bizimkiler taşardı dağlarında….

Bir bizimkiler yağardı yağmur gibi…..

Hüzün kokardı bizimkilerin göz yaşları….

Ve illegal akardı…

Burada bizimkiler efkarlansa…

Orda bizimkiler sigara yakardı..

Ordaki bizimkiler burdaki bizimkilerin ateş izlerini gözlerdi…

Oradaki ve buradaki bizimkiler …

Aynı aşka soyunur ve aynı aşka vuruşurdu…

Hiç görmeden hiç tanımadan…

Adını dahi bilmeden…

Yüzüne dahi ellemeden…

Bizimkiler ölüşünden tanırdı birbirini...

Gözlemler kuşkusuz kısıtlı. En güzeli, tarih yazanların, tarihi ileri taşıyanların, onu değiştiren, ona emeği, bilinci ve ruhuyla şekil verenlerin anlatması. Direnişi en güzel, onu kanıyla büyütenler anlatabilir zira. En güzel özgürlük türküleri onların ağzından ve kaleminden çıkmıştır tarih boyunca. En büyük destanlar onlar tarafından yazılmıştır. İnanıyorum ki bu tarihin kahramanları da, direniş günlüğüne dökülen satırları paylaşacaklardır

Ve artık gitme vakti. Burayı, yıkıntıların arasından yükselen bu direniş ve umudu bırakmak çok zor. Özelliklede yoldaşları. Sımsıkı sarılıyoruz. Yürek ve kucak dolusu selam gönderiyorlar farklı mevzilerde, alanlarda direnişi büyüten tüm yoldaşlara.

Ayrılık vakitleri en zor anlardır. Çünkü insana neden o anı yaşadığını, varlık nedenini, karşısındakiyle ve bulunduğu yerle ilişkisini yeniden gözden geçirme gerekliliğini hissettiriyor. Bir yanıyla, her şeyin, yeniden bilinç süzgecinden geçirilmesidir yaşanan. Birbirinden uzak yerlerde, aynı amaç uğruna çarpan yüreklerin ne kadar yakın olduğunu hissediyorum bir kez daha.

Kobanê’de, Suruç’ta, Amed de, Erzincan’da, Dersim’de; Ankara, İstanbul ve İzmir’de, Mersin ve Rize’de, Londra ve Paris’te; Afrin ve Cizre’de; baskı sömürü ve zulme karşı direniş ve özgürlük türkülerinin olduğu her yerde, sınırlar bir anda ortadan kalkıyor aslında.

Zira direniş, sınırları, zamanı ve mekânı aşan bir anlamı içinde taşıyor.

Yoldaşlarla yeniden karşılaşma, direnişin ve mücadelenin bir başka kesitinde mutlaka buluşma sözüyle ayrılıyoruz.

Gecenin karanlığında adımlarımız toprağında bağrına değerken, Kobanê’den yükselen Partizanca direnişin izlerini takip ediyoruz… 

 

Kobanê’den devrim şehitleri için açıklama

Kobanê’de bulunan Türkiye Komünist Partisi (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) savaşçıları Devrim ve Komünizm Şehitlerini Anma Haftası dolayısıyla bir açıklama yaptılar. Savaşçıların yaptığı “Gökyüzünün bütün renklerini taşıyan halkımıza” başlıklı açıklamayı güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz

Gökyüzünün bütün renklerini taşıyan halkımıza,

Sınıf savaşımı tarihi, ezilenlere karşı emperyalist gericiliğin saldırılarını ve bu gericiliğe karşı ezilenlerin mücadelesini içerir. Ezilenler gücünü bir tek öfkelerinin birleşik potansiyelinden alır. Bu sorumluluğun farkına varan halkın içinden çıkan devrimciler ezilen halka öncülük etmişlerdir. Göğsünden koparılmasına rağmen tıpkı Prometeus gibi insanlığa ışık olmak için bu bilinçle hareket ederek olacaklara kendini hazırlarlar. Şehit düşmenin, bedel vermenin ve tutsak düşmenin fedakârlık olmadığını bilir, özgürlüğe kavuşmak uğruna olağan olduğunun farkındadırlar. Dünya devrim tarihi bu bilince ulaşmış milyonlarca komünist ve devrimciye tanıktırlar.

Ve bu tanıklığı yaşayan/yaşatan farklı renkten, ulustan, cinsiyetten yoldaşların farklı zamanlarda dünya halkları için verdikleri mücadele geliyor aklımıza. Tıpkı İspanya’da faşizme karşı biraraya gelen farklı farklı ülkelerden Partizanlar gibi. Stalingrad’da insanlığa korku saçmaya çalışan Hitler faşizmini ve buna istinaden emperyalist gericiliğe darbe vuran Kızıl Ordu gibi.

Amed zindanlarında ser verip sır vermeyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı, darağacında “Beni asabilirsiniz ama fikirlerimi ve düşüncelerimi asla” diyen Deniz Gezmiş’i,  Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyen Mahir Çayan’ı, 3 kibrit çöpüyle Kürt ulusunun isyan ateşi olan Mazlum Doğan’ı ve bu cüreti gösteren yoldaşlarımızı nasıl unutabiliriz ki! Yaratılan bu mirasın güçlü kökleri var, toprağın derinliklerine inen bir ağaç ve tepesi sökülse bile ölmeyen bir ağaçtır bu miras. Değil unutmak, daima şiarımızdır yaşatmak.

Kobanê’den, Filistin’den, Chiapas’tan, Hindistan’dan, Dublin’den ve direniş diyarlarından sesleniyoruz; Bugün DAİŞ çetelerine karşı verilen savaşın bir parçası olarak Kobanê’de Enternasyonal sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Paramazların, Saryaların, Alganların, Barbaraların ve enternasyonalizmin simgeleri olan şehitlerimiz tarihsel direnişleriyle üstümüze ağır bir sorumluluk yüklemektedir.

5 Kızıl Karanfilimizi ölümsüzlüğe uğurlamamızın üzerinden tam 4 yıl geçmişken, tarihe düştükleri bir not bilincimizi aydınlatmaya devam ediyor. Bu anlamda bizlere düşen görev nettir;  “Pamuk ipliği tutmuyorsa o zaman kendimizi görevlerimize zincirleyelim.”

Şan olsun yarını kuşanarak şehit düşen komünist ve devrimci neferlere!

Devrim ve komünizm şehitleri ölümsüzdür!

Yaşasın Kobanê direnişimiz!

Yaşasın Halk Savaşı!

Yaşasın Partimiz TKP/ML, Halk Ordusu TİKKO, TMLGB!

 

"TKP/ML TİKKO Rojava: “Kobane zaferini selamlıyoruz”

 

Rojava’da kantonların ilanının yıl dönümün 1. yılına girerken Kobane’ye işgal girişiminde bulunan DAİŞ çetelerine karşı alınan zafer zulme karşı direnenlere umut kaynağı olmuştur. DAİŞ çetelerine karşı yürütülen destansı direnişin 134. gününde Kobane’nin çetelerden temizlenmesi “Düştü, düşecek!” pervasızlığına karşı inancı ve kararlılığı temsil etmektedir. Kobane direnişi emperyalizm ve onun uşağı olan T.C devletine karşı saltanatlarının elbet bir gün yıkılacağının, rahat uyku uyuyamayacaklarının habercisi olmuştur.

Kobane’deki zafer, direnişin başından itibaren çok az cephaneyle çetecilere karşı savaşan, mevzileri terk etmeyen, “gerekince de şehit düşen” çeşitli milliyetlerden kadın ve erkek savaşçıların özgürlüğe sevdalı yürekleriyle kazanılmıştır.

4 ayı aşkın süredir zulmü yaymaya çalışan çeteciler, bugün arkalarına bile bakmadan kaçmaya başlamış, kaçmaya çalışanlar ise yine halk savaşçılarının hedefinde olmuştur. Kazanılan zafer, tüm zorluklara, ödenen bedellere rağmen, kurtuluşa duyulan özlemin son bulmasıyla birlikte, dünyanın birçok yerinde zafer kutlamaları gerçekleştirilmeye devam ediyor. Miştenur tepesinden Kobane’de bulunan her mevziye kadar ateşler yakılarak, zafer halayları çekilmeye devam ediyor. Bu mücadelenin bir parçası olan TKP/ML TİKKO Rojava olarak Kobane zaferini ve bu zaferi yaratan YPG/YPJ, TİKKO, MLKP ve BÖG savaşçılarını selamlıyoruz. Bu zafer, kurtuluşu için canlarını veren şehitlerimize ve sömürüye, zulme uğrayan halkımıza verdiğimiz sözün gerçekleşmesidir.

Bugün, direnişin 134. gününde yükselen sese kulak verelim. Cüret, fedakârlık, umut ve ne tankın ne de tüfeklerin sarsamayacağı inanç abidesi bu ses haykırıyor; Düşen insanlık onuru mudur yoksa katliamlarla beslenen kanlı düzeniniz midir? Düşen yaşamak için verdiğimiz bedeller midir yoksa yaşam dolu diye sunduğunuz içi boş düzeniniz midir? Düşen barışı var etmek için uğruna bedel verdiğimiz halk savaşı mıdır yoksa sermaye derdine düştüğünüz savaş kokan bozuk düzeniniz midir? Düşen Kürt, Türk, Çerkez, Ezidi, Ermeni, Arap ve ezilen halkımızın birbirlerine kenetlenerek verdiği onurlu mücadele midir yoksa mezhepsel, ulusal, kültürel ve benzeri sebepler üzerinden ürettiğiniz şovenist düzeniniz midir? Düşen, imkânsızlıklara ve kısıtlamalara rağmen zafer nidalarını bilinçlerine, yüreklerine işleyenler midir yoksa çeteleri, direnişin kırılması için halkımızdan çaldıklarınızla besleyen sömürü düzeniniz midir? Düşen, deklanşörüyle gerçeğin aynası olan, direnişi kâğıtlara parsel parsel ören ve köhnemiş zihinlerinizi alt ederek direnişi halkımıza ulaştıranlar mıdır yoksa halkımıza sunduğunuz yalanlarla, karalamalarla dolu burjuva-feodal medya düzeniniz midir?

Nitekim Roboski’de, Maraş’ta, Sivas’ta Dersim’de Rojava’da olduğu gibi bu soruların da cevapsız bırakılacağı kesinkes ve ortadadır. Sömürü, talan ve baskı düzenine karşı tarih boyu direnişlerle, serhildanlarla, mücadeleyle, bedel verip-bedel ödetme bilinciyle daha önce nasıl cevap vermişsek bugün tekrardan cevap verme sorumluluğu bizlere düşmüştür. Bu anlamda Kobane direnişi halkımızın özgürlük tüten demokrasi ve devrim mücadelesi tarihini, zaferiyle selamlamaktadır.

Nasıl ki “Kobane direnişi, direnişimizdir” diyerek bu mücadelenin bir parçası olduysak aynı şekilde bugün de “Kobane zaferi, zaferimizdir” diyoruz.

TKP/ML TİKKO Rojava "

 

TKP/ML-YDK

 

VARTİNİK’TEN GEZİYE, GEZİDEN KOBANİ’YE, DİRENİŞ RUHUYLA PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİNİ ANIYORUZ

Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Spartaküs efendilerine baş kaldırdığında ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülenler çoktan iki sınıfa ayrılmışlardı. Kıyasıya başlayan bu mücadele ardında öldürülen milyonlarca köleyi bıraktı.

Hedefe giden yolun sonuna varmak hep ilk adımla başlar. Proletarya kendisi için bir sınıf olmaya başladığından bu yana, iki sınıf, iki dünya, ezen ve ezilenlerin savaşımı büyük deney ve birikimle bugüne taşındı. Tarihte büyük oynayıp, büyük kazandığımız dönemlerde oldu. 1917 Ekim devrimi bu kazanımın o günkü en büyük zaferi olarak tarihe altın harflerle yazıldı. Çin, Arnavutluk ve Avrupa’nın önemli bir toprak parçasında kurulan sosyalizm insanlığın bu büyük davasında ezilenlerin kurtuluşu olmuştu.

Bu mevzileri bugün kaybetsek de, insanlığın sosyalizme olan ihtiyacı ve özlemi hala sönmüş değildir. Dünyanın önemli bir bölümünde davamız kan ve can pahasına, halk savaşlarıyla, ayaklanmalarla devam ediyor.

Partimiz, Türkiye devrimin öncüsü olarak, 1972 yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya tarafından kurulduğundan bu yana, sınıf mücadelesinin denizinde kulaç atmaya devam ediyor.

Bu mücadelede yüzlerce savaşçımızı, onlarca kadromuzu ve dört parti genel sekreterimizi bu kavgada şehit verdik. Sadece partimiz mi? elbette değil, devrim özlemiyle bu mücadelede yitirdiğimiz binlerce devrim şehidi de, bugün anılmayı hak etmiştir.

Partimiz 1978 yılında aldığı bir kararla, her Ocak ayının son haftasını parti ve devrim şehitlerini anma haftası olarak ilan etti.

Proletarya biliminin usta teorisyeni ve eşsiz önderi, Ekim devriminin mimarı Lenin yoldaşı, Alman proletaryasının kararlı önderlerinden Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht’i TKP’nin önderi ve kadroları olan Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı ve yine Hrant Dink’i Ocak ayında kaybettik. Ocak ayı, partimiz açısından da önemli bir aydır. Meral Yakar, Ali Haydar Yıldız, Atilla Özkan, Mevlüt Çınar, Ali Sağcan, Mehmet Günalp, Hayri Aslan, Mehmet Düzel ve daha onlarca yoldaşımızı Ocak ayında şehit verdik. Partimiz elbette sadece Ocak ayında şehitler vermedi. 43 yıllık kesintisiz mücadelesinde yüzlerce şehit verdi, parti kurucumuz komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı 18 Mayıs 1973’de Diyarbakır’da kaybettik. Yine parti genel sekreterlerimiz, Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Mehmet Demirdağ başta olmak üzere, Armenak Bakırcıyan’dan Hayrettin Bakış’a, Bararbara, Nergiz ve Dilek Polat’tan, Beşlere, İbrahim Polat’tan, Cafer Kara’ya, Cemil Oka’dan Ahmet Laço’ya ve isimlerini yazamadığımız yüzlerce dava yoldaşımızı bu kavgada kaybettik. Tüm şehitlerimizi bir kez daha anıyoruz.

Bizler açısından yalnızca proletarya partisinin değil, tüm devrim ve sosyalizm şehitlerinin önemi büyüktür. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Tamer Arda, Dursun Karataş, Sinan Kukul, Hatice Yürekli Habib Gül, Mehmet Fatih Öktülmüş, Hasan Ocak, Süleyman Yeter, Mazlum Doğan, Mahzun Korkmaz, Erdal Eren, Bedri Yağan, Baba Erdoğan, Cafer Cangöz, Taksim Gezi ayaklanmasında şehit düşen Ethem Sarısülük, Berkin Elvan, Kobane şehitleri Arin Mirken, Kader Ortakaya, Sibel Bulut Oğuz Saruhan ve adlarını sayamadığımız sayısız devrim şehidini bir kez daha anıyor, mücadele bayraklarını yere düşürmeyeceğimize söz veriyoruz.

Dünyanın tüm coğrafyalarında kan ve gözyaşı, açlık ve yoksulluk tüm hızıyla devam ediyor. Her coğrafya’da işgal, bölgesel savaşlar ve mezhep çatışmaları sürüyor. Tüm bu katliamların ve savaşların sorumlusu emperyalistler ve onların yerli uşaklarıdır.

Emperyalist sistem bu saldırıları, savaşları ve işgalleri daha fazla kar uğruna yapıyor. Emperyalizm, paraya doymaz bir şekilde ve aç gözlülükle daha fazla Pazar için saldırıyor, katlediyor ve ardından utanmadan insan hakları ve Özgürlüklerden dem vuruyorlar. Bunu 7 Ocak günü Fransa emperyalizminin şahsında bir kez daha gördük.

 

7 Ocak 2015 tarihinde Fransa’nın başkenti Paris’te bulunan mizah dergisi Charlie Hebdo’nun merkezine yapılan silahlı saldırıda aralarında 4 ünlü karikatüristin de bulunduğu toplam 16 kişi yaşamını yitirdi. Yapılan operasyon sonrası katliamı gerçekleştiren 3 saldırgan öldürüldükten sonra, eylemleri Yemen El-Kaidesi üstlendi. Bizler Carlie Hepdo’ya yapılan saldırıları kınıyoruz. Ancak bu başka şeyleri görmediğimiz anlamına gelmiyor. Saldırının sadece görünen yüzünü değil, bunu hazırlayan neden ve sebepleri de kitlelere anlatmak bir o kadar önemlidir.

Saldırının ardından başta Fransa devleti olmak üzere tüm emperyalist güçler yaptıkları açıklamalarla, saldırıyı kınadıklarını açıklayarak Fransa emperyalist devletinin yanında olduklarını birer birer açıkladılar. 11 Ocak 2015 tarihinde Paris’te yapılan protesto yürüyüşüne birçok emperyalist devlet, bizzat devlet düzeyinde katılarak bir kez daha birlik ve beraberlik içinde olduklarının mesajını tüm dünyaya verdiler.

Tüm ülkeler ‘’özgürlükten, insan haklarından ve demokrasiden’’ söz ederek olayı kınadılar. Ancak emperyalistlerin döktükleri gözyaşlarının timsah gözyaşları olduğunu bir kez daha gördük. Tüm emperyalist devletlerin özgürlüğe ve insan haklarına verdiği önemi görmek için Ortadoğu’ya bakmak yeterlidir.

Ortadoğu’da bir insanlık dramı yaşanıyor.

ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçası olarak Suriye’de Esad iktidarının devrilmesi için emperyalistler adına savaşan İŞİD çeteleri, Suriye’yle kalmayıp, Irak’ta, Sünni Müslüman kesimi örgütleyip harekete geçirerek, başta Musul olmak üzere işgal ettiği şehirlerle bir anda tüm dünyanın gündemine oturdu.

Kendi dışında hiçbir dini inanca tahammül etmeyen bu gerici örgüt, Şengal’de Ezidi inancına mensup binlerce insanı acımasızca katletti. Binlerce Ezidi canlarını kurtarmak için dağlara sığındığında, yardımlarına Kürt ulusal güçleri dışında hiç kimse koşmadı. Bugün sözde insan haklarından bahseden emperyalistler uzun bir dönem seslerini çıkartmazken, Irak’ta kendi çıkarları tehlikeye girdiğinde ise birden bire harekete geçtiler.

Ortadoğu’da, emperyalistler için insanlık ve yaşam hakkı hiçbir zaman değerli olmadı. Onlar için tek bir değer varsa o da petrol olmuştur. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin tek hedefi; buradaki zenginliklere konmak ve Ortadoğu’ya yeni bir düzen vermekti. 2003 yılında Irak bunun için işgal edildi. Her şeyin rayına girdiğinden emin bir şekilde, 2011 yılında Irak’tan askerilerini çeken ABD emperyalizmi, işlerin iyi gitmediğini gördüğü için İŞİD’di bahane ederek tekrar askeri gücüyle Irak’a geri döndü.

Ortadoğu’da yüz binlerce insanın ölmesi, milyonlarca insanın yerlerinden olması ve bugün İŞİD gibi gerici örgütlerin ortaya çıkması ve binlerce insanı gözünü kırpmadan katletmesinin tek sorumlusu başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist güçlerdir.

4 Eylül’de İngiltere’de bir araya gelen NATO güçleri, toplantıda uluslararası bir koalisyonun kurularak İŞİD’e karşı saldırı kararı alınması sadece emperyalistlerin kendi çıkarlarını korumasına yöneliktir. Bu çıkara uygun olarak; ABD ve diğer emperyalist güçler Ortadoğu’ya yönelik yeni bir stratejik plan geliştirilerek kendi adlarına savaşacak güçleri devreye sokmuşlardır. Suudi Arabistan, Mısır, Katar ve Türkiye ilk elden devreye girmesi gereken güçler olarak belirlenmiştir

İŞİD adlı gerici örgüt 15 Eylül’den bu yana Suriye’de özerk bölge ilan edilen Kobani Kantonuna yoğun bir saldırı başlattı. Ağır silahlarla Kobani’yi abluka altına alan İŞİD’e karşı Kürt halkı kahramanca direniyor. Gerileten, püskürtülen İŞİD çetelerini Kürt halkı er ya da geç yenecektir.

Faşist Türk devletinin başından beri her türlü silah ve lojistik destek verdiği İŞİD, Türk devletinin en güçlü müttefikidir.

Emperyalistler kendi çıkarlarını korumak, Ortadoğu’daki zenginlik kaynaklarını gasp etmek için döktükleri kan bizlere her şeyi anlatıyor. Irak, Libya ve Suriye’de dökülen kanların tek sorumlusu emperyalistlerdir. Keza Fransa emperyalizminin özgürlüğe ve insan haklarına verdiği önemi görmek için geçmişte Cezayir, bugün ise birçok Afrika ülkelerinde yürüttükleri saldırılara bakmak yeterlidir. Fransa devletinin Charlie Hebdo için döktüğü timsah gözyaşlarına değil, 9 Ocak 2013 tarihinde Sakine Cansız ve iki kadın yoldaşının katledilmesindeki parmağına bakmak gerekir.

Fransa ve tüm emperyalist güçler Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı sonrası rant elde etmenin yarışı içine girdiler.

Dünyanın neresinde olursa olsun, yapılan işgal ve saldırıların ve özelikle de bugün Kobene’de Kürt ulusunun başına musallat edilen şeriatçı, terör örgütlerinin gerçek yaratıcısı olan emperyalistler, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırın da gerçek faalleridirler.

Emperyalistler, bu saldırıyı kullanıp bir araya gelerek, ‘’terörü önleme’’ adı altında daha şimdiden yeni baskı yasalarını gündeme getirmek için kolları sıvamış bulunuyorlar.

Emperyalistler bu saldırıyı kullanarak, İslam inanıcına sahip insanlarla, Avrupalı emekçileri karşı karşıya getirerek bundan nemalanmanın peşindeler.

Bu saldırı bahane edilerek tüm göçmenler daha fazla hedef hatasına konacaktır. Paris’teki saldırı sonrası Almanya’da yeni bir ırkçı hareket olarak ortaya çıkan PEDİGA ‘’biz dememişiydik’’ diye ortaya çıkarak bir kez daha göçmen emekçileri hedef gösterdi. PEDİGA hareketinin temel argümanı Avrupa’nın İslamlaşmasına karşı bir çıkış olarak lanse edilse de, gösterilerin sadece bununla sınırlı olmadığı, genel de tüm göçmenleri hedef aldığı açıktır. Almanya’nın sosyal hakları gasp etmesi, sosyal devlet anlayışından giderek uzaklaşması, işsizlik ve yoksulluğun baş sorumlusu olarak gösterilen göçmenler PEDİGA hareketi tarafından da günah keçisi olarak gösterilmekte ve rahatlıkla taraftar bulmaktadır. Bu hareketin arkasında, ırkçıların yanı sıra, eski CDU politikacılarının ve son seçimlerde oy oranını çoğaltan AFD gibi partilerin ortak hareket ettikleri aşikârdır.

Emperyalist sistem 2008 yılında girdiği ekonomik krizden hala kurtulmuş değildir. Saldırması ve bu kadar pervasızlaşması bundandır. Kriz Yunanistan vb ülkelerde kendisini çok daha yüksek bir seviyede göstermiş ve bu ülkeleri iflasın eşiğine getirmiştir.

Emperyalistler arası çelişki ve rekabette giderek hızlanmaktadır. Emperyalistler, kendi çıkarlarının ortaklaştığı tüm her yerde emekçilere, komünistlere ve ulusal kurtuluş savaşçılarına ortak hareket edip saldırırken, kendi çıkarlarının çatıştığı alanlarda da birbirleriyle rekabet içindedirler.

Emperyalistler arası rekabetin en yoğun yaşandığı alanların başında Ortadoğu ve Ukrayna gelmektedir. ABD ve Avrupa Birliği bloğu şimdilik Ukrayna’nın Rusya’ya bırakılmaması için ortak hareket etmektedirler. Rusya’nın ekonomik ablukaya alınması için anlaşan ABD ve AB emperyalist bloğuna karşın Rusya, Pazar savaşında geri almaya niyetli görünmüyor. Rusya’nın eski cumhurbaşkanı Gorbaçov, bu rekabetin ne kadar tehlikeli olduğunu yaptığı bir basın toplantısında açıklayarak, bu durum devam ederse ‘’3. Dünya savaşının çıka’’bileceği tehlikesine dikkat çekti.

Vurgulamamız gereken, bir başka tarihsel olayda Ermeni soykırımıdır.

24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı devleti bir bucuk milyon civarında Ermeni’yi katletti. 24 Nisan 2015 tarihi bu soykırımın 100. yılı. Yüz yıl önce gerçekleşen bu soykırımı, Osmanlının devamı olan Türk devleti sistematik olarak inkâr etti. Türk devletinin tüm gayret ve çabası aradan geçen yüzyıl sonra bile bu soykırımı insanlığın hafızasından silmeye yetmedi. İnsanlık tarihi hiçbir zaman bu soykırımı unutmadı.

Türk devletinin en büyük korkusu; soykırımı kabul etmesiyle birlikte, uluslararası bir mahkemede yargılanması, tazminata mahkûm edilmesi ve Ermenilerden gasp edilen malvarlıklarının katledilenlerin torunlarına geri verilmesidir. Yüz yıldır bundan kurtulmak için uğraşan Türk devletinin Ermeni soykırımını saklaması ve unutturması artık mümkün değildir. Türk devleti soykırımın 100 yılında uluslararası alanda teşhir olacağını bildiğinden soykırımın 99 yılında dönemin başbakanı Erdoğan’ın ağzından sözde Ermenilere başsağlığı dilemiş ve soykırımın vahametini en alt seviyeye düşürmeye çalıştı. Ancak aynı Erdoğan 2011 yılında yaptığı açıklamada ise ermeni soykırımı diye bir şeyin olmadığını açıkça söylemişti.

Ermeni soykırımında Alman emperyalizminin de payı unutulmamalıdır. Katliamdan haberdar olan ve dönemin Osmanlı ordusu içinde en üst düzeyde askeri sorumluklar alan Alman subaylar bizzat katliamın planlanmasında görev almışlardı. Bir kez daha Ermeni soykırımının 100. Yılında hayatını kaybeden Ermenileri anarken, katliamı gerçekleştirenleri ise lanetliyoruz.

Dünyanın bu gidişatını değiştirmek bizlerin elinde. Dünyayı bir avuç sermayedar yönetiyor. Milyonlarca emekçinin gücü karşısında kimse duramaz. Bugün eksik olan örgütlülüğün ve emekçileri harekete geçirecek öncü güçlerin zayıflığıdır.

Parti ve devrim şehitlerini andığımız bu ayda, bizlere düşen, bu mücadeleyi yükseltmektir. Şehitlerimizin bize bıraktığı mücadele mirasını ve geleneğini ancak böyle devam ettirebiliriz.

Şehitlerimiz tüm güçleriyle ve bedel ödeyerek canları bahasına sınıf mücadelesinde fazlasıyla görevlerini yerine getirdiler. Bu mirası devam ettirmek, onların bizlere devrettiği kızıl bayrağı yere düşmeden sonrakilere devretmek için çalışmak ve daha çok çalışmak için daha fazla beklemeye gerek yoktur.

Bu kavgada partiye güvenmeliyiz. Partimiz sınıf mücadelesinin öncü kurmayı olarak yeni atılımlar için var gücüyle çalışıyor. Dersim’den Kobane’ye direniş barikatları ören partimiz, geleceğimizin de teminatıdır.

 

PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR

YAŞASIN KOBANE DİRENİŞİMİZ

YAŞASIN HALK SAVAŞI

YAŞASIN ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI

KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK

TKP/ML-YDK


TKP/ML-Yurtdışı Komitesi

ROSA VE KARL DEVRİM VE SOSYALİZM KAVGAMIZDA SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR!

Uluslararası Komünist Hareket ve Spartaküs Birliği’nin iki keskin kılıcı Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, 15 Ocak 1919’da Alman tekelci burjuvazisinin resmi uşakları tarafından katledilmişlerdi. Deminde ki devrimci durumun ayağa kaldırdığı Alman işçi sınıfının ayaklanmasında dümene geçip yiğitlik ve kararlılıkla tarihe devrimle müdahale ettiler; yenilgiye uğrayan ayaklanmayla birlikte, bundan tam 96 yıl önce vahşice öldürüldüler.

Lenin’in sözleriyle; koşulların zorlayıcı baskısıyla proletaryanın öncüsü iktidarı derhal ele geçirmeye başladığında Alman ve uluslararası burjuvazi azgın bir nefretle Alman devrimci proletaryasının üzerine çullandı; başta Rosa ve Karl olmak üzere onları işkence ederek kitleler halinde katletti. Devrim yenilmişti! Çünkü başka şeylerin yanında, içinde yer aldıkları reformist partiden geç kopmuşlardı, partileri henüz genç ve yeterince bolşevikleşmemişti; proletaryanın çoğunluğuna önderlik edecek durumda değildi. Ama ne ki, devrim kapıyı çaldığında hiç tereddütsüz hareketin başına geçerek sonraki kuşaklar için deniz feneri olmayı bilmişlerdi. Aklını ve yüreğini devrime adayan bu iki dağ kartalının bu yıl ki ölüm yıldönümü, toplumsal hoşnutsuzluk fırtınalarının dünyanın her yerinde sıklaştığı bir döneme denk geldi.

Toplumsal canlanmanın dayanak noktası haline gelen sistemin krizi dünyanın ve Avrupa’nın ateşini yükseltiyor. Yerkürenin her yerinde proletarya ve emekçiler ve hatta en yalıtılmış sınıflar bile ekonomik ve sosyal yıkımın felaketli sonuçlarınakarşı ayağa kalkıyor. Sefalete itilen kitleler heryerde mayalanma halinde ve her şey giderek karşıtına dönüşmeye başlıyor.

Arap Baharı ile girilen yeni dönemeç, yeni bir krizler, savaşlar ve devrimler dönemini, yeni bir devrimci dönemi işaret ediyor. Yeni topluma gebe eski toplumun doğum sancıları en çok da emperyalizmin cephe gerisinde, yarı-sömürgelerde sıklaşıyor. “Lanetliler” daha şimdiden kapıya dayanmışlardır. Sistemin çöküşünü yapay yoldan geciktirebilirler ama daha uzun süre onu ayakta tutamazlar. Kapitalist sistem kendi gelişmesinin taşıdığı kaçınılmaz çelişmelerin baskısı altında yok olmaktan kurtulamayacaktır. Üst üste yaşanan krizler ve özellikle 2008 yılında tepe noktasına varan ve henüz içinden çıkılamayan ekonomik ve mali kriz bunun sayısız kanıtlarını sunmada yeterince cömert davrandı.

Sistem tüm çözüm reçetlerini tüketmeye doğru son hızla yol alıyor; onun yapışığı kriz, onu bu sona daha da yaklaştırıyor. Ne kendi zayıflığını devrime bulaştıranlar, ne kapitalizmin vahşi ormanında kaybolanlar ve ne de akıma karşı yüzme cesaretinden yoksun olanlar bunu göremezler. Aslolan; katledilişlerinin 96. Yıldönümünde Rosaların cüret ve kararlılığıyla kuşanıp onların işaret ettiği yolda, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun aydınlık güzergahında, devrime bağlılığı koşulsuz bir cesaret ve coşkulu bir kararlılıkla birleştirerek sınıf mücadelesinin ateşini harlamaktır. Her şey bizim geleceği kazanma irade ve çabamıza bağlı. Arkamıza aldığımız yüzyılın devrimler tarihi tanıtlamıştır ki; “zafer hiçbir zaman kendi kendine gelmez; her zaman sökülüp alınır”. Geçici yenilgiler ve yol kazaları bizi ürkütmesin, tarih her şeye karşın devrim ve sosyalizme doğru yol alıyor. Tarih diyalektik olarak işler; diyalektik çoğu kez tarihi uzun süre beklemek zorunda kalsa da; o, tüm kesinliği ve keskinliğiyle; “vardım, varım, var olacağım” demeyi sürdürecektir.

UNUTMADIK;UNUTTURMAYACAĞIZ!

ROSA LUXEMBURG VE KARL LIEBKNECHT ÖLÜMSÜZDÜR!

 

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ / MARKSİST LENİNİST YURT DIŞI KOMİTESİ

TKP/ML-TİKKO: “Bu, Çetelerin Son Çırpınışlarıdır”

Kobanê: Kobanê direnişi sürerken, çetelerin yaklaşık üç aydır sürdürdüğü saldırılara karşı dayanışmanın sınırları tek tek ortadan kalkıyor. Havanlarla dövülen direnişi kıramayan çeteler, tüm cephelerde savunma pozisyonuna çekilirken, Kobanê Direnişi'ni kendi direnişi bilen TKP/ML TİKKO, savaşta yerini aldı. Biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak bölgede bulunan Dicle Haber Ajansı aracılığıyla TİKKO gerillaları ile, Kobanê'de yaşanan savaşa dair kısa bir  söyleşi gerçekleştirdik.

Özgür Gelecek: TKP/ML TİKKO’ya bağlı siz savaşçıların Kobanê’de bulunmasına ilişkin düşünceleriniz nelerdir?

Mehmet Zeki: Burada olmak, bu direnişin bir parçası olmak, bizler açısından devrimci bir görevdir. Bu sorumluluk 40 yılı aşkın savaş tarihimizin parçası ve devamıdır. Emperyalizm yağma ve talan politikaları Ortadoğu’daki halklar üzerine karabasan gibi çökmüştür. Ortadoğu’daki bir an olsun bile kan ve gözyaşı eksilmemiştir. Yüzyıl önce emperyalist paylaşım savaşlarının çelişkileri, gerici ulus-devlet anlayışını artık halk ve uluslar hazmedememektedir. Bu ulusal sorunun en çetrefilli alanlarından birini de Kürdistan oluşturmaktadır. Kürdistan dört parçaya ayrılmış, ayrı ayrı komprador burjuva ve gerici feodal beylerin zulmüne teslim edilmiştir. Bunun bir yanını ise Rojava oluşturmaktadır. Rojava, yıllarca gerici, faşist Baas rejimi tarafından ulusal baskıya tabi tutulmuştur. Rojava’daki Kürtlerin örgütlü gücü, zulüm ve saldırı politikalarını boşa düşürmüş, devrimci bir süreci başlatmıştır. Ancak emperyalist güçler, Ortadoğu’da sömürü ve talanı devam ettirebilmek için kendine yeni uşaklar yarattı. Bunlardan biri de IŞİD terör örgütüdür. Halka yönelik terör saldırılarında barbarca insanları katletme yöntemi emperyalist güçlerin gerçek yüzünü ayan beyan ortaya sermektedir. Bugün Rojava’daki kazanımlara saldırı, sadece Kürtlere değil bütün halk kesimlerine yönelik bir saldırıdır. Bizler TKP/ML’ya bağlı TİKKO savaşçıları olarak üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmek için bugün Kobanê’deyiz.

Agît Cem: Elbette ki, buradaki direniş ezilen halk ve uluslar nezdinde ne ilk ne de son direniş olacaktır. Zulmün, sömürünün olduğu yerde savaşımlar, direnişler her daim sürecin bir parçası olacaktır. Kobanê direnişi bunun en canlı örneklerinden biridir. Parça parça edilmiş Kürdistan ya “tarihi haksızlığa” baş kaldıracak ya da imha-inkar politikalarıyla sönümlenecekti. Ancak tarih ezilenleri bir kez daha haklı çıkardı. Rojava’nın bir kantonu olan Kobanê, diğer kantonlarda olduğu gibi uzun yıllar boyunca baskı politikalarıyla sesi kesilmeye çalışıldı. “Arap kemeri” politikası katliamlara, tutuklamalara ve asimileye zemin sundu. Bu anlamda, Türkiye Kürdistan’ından çok farklı bir konumda durmuyor Rojava. Suriye’de savaşın patlak vermesiyle birlikte, silahlanan Rojava, bugün direniş bayrağını göndere çekmiş durumda. DAİŞ ve diğer çetelerin, emperyalist güçler ve uşaklarının tüm saldırılarına rağmen, “Bijî Berxwedana Rojava” sloganları yükselmeye devam etti/ediyor. Bu hususta Kobanê direnişi, 3. Ayını doldurmak üzere. Çeteler, lojistik-cephane üstünlüğüyle 3 cepheden saldırı başlatırken, T.C devleti, 4. Cepheyi de açarak çetelerin giriş-çıkışı, lojistik-cephane yardımı, çetelerin eğitimi vb. noktalarda kanlı ellerini eksik etmedi. Kobanê’de direnenlere karşı DAİŞ, T.C ve emparyalist güçler büyük bir darbe almış durumdadır. Her gün bir adım daha ilerleyen YPG/YPJ, köhnemiş bu zihinlere darbe vurmaya devam ediyor/edecek. Bu anlamda partimiz TKP/ML’nin direnişinin bir parçası olma yönündeki çağrısıyla burada bulunmaktayız. Sömürü ve talan cenderesinin karşısında ortaya çıkan TKP/ML TİKKO dün olduğu gibi bugün de direniş mevzilerini doldurmaktadır.

-Kobanê’ye ilişkin bizlere gözlemlerinizi anlatabilir misiniz?

Armenak Çelik: Partimiz TKP/ML’nin çağrısı üzerine Kobanê’ye geldik. Savaşın izlerini her yönüyle gözleme fırsatı buluyoruz. Patlamamış havanlar, yıkılmış binalar, direniş kokan sokaklar… Her savaşçının morali çok yüksek ve bütün savaşçılar zafere kilitlenmiş durumda. Yüzyıl önce emperyalist anlaşmalarla parçalanmış Kürt ulusu, şimdi bu sınırları tanımayarak, Kobanê direnişine katılmaktadır. Sadece Kürtler değil çeşitli milliyetlerden insanlar buraya bir enternasyonel savaşçı olarak geliyor. Bizler de bu enternasyonel sorumluluğumuz gereği buradayız. Öte yandan buradaki savaşçılar, bizleri gördüklerinde hemen sohbete koyulmak istiyor ve bizi burada gördükleri için mutluluklarını belirtiyorlar. Kobanê’de yeni bir yaşamı inşa etme mücadelesi veriliyor. Bunu her alanda görmek mümkün. Yeni yaşamı inşa mücadelesinde en önemli noktayı kadın devrimi oluşturuyor. Hem savaşın hem de yeni bir yaşam inşasında hep ön saflarda yer alıyorlar.

Son olarak, son zamanlarda havan atışlarının yoğunluğu artmıştı ancak bu azaldı. DAİŞ çeteleri son dönemde bomba yüklü araçlarla intihar saldırıları yapmaya çalışıyor. Ve biz biliyoruz ki; bu çetelerin son çırpınışlarıdır. Dayatılan bu savaşın ve buna karşılık yükselen direniş omuzlayıcısı olarak özgürlük mücadelesinin savaşçıları olalım. Yoksa tarih bizi affetmez.

-Son alarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle enternasyonal devrimciliğin ve devrimci direnişin birer neferi olan Barbara yoldaşı, Rojava’da ölümsüzleşen Serkan ve Paramaz’ı, tüm devrim, demokrasi ve komünizm şehitlerini saygıyla anıyoruz. Onlar bize destansı bir direniş ruhu ve devrimci kararlılıktaki ısrarı öğretti. Onların bizlere bıraktığı direniş bayrağını göklere yükselteceğiz.

Partimizin bu direnişe ortak olma çağrısı vücut bulmuş durumdadır. Enternasyonel sorumluğumuz gereği, “Kobanê direnişi, direnişimizdir” çağrısıyla halkımızı ve yoldaşlarımızı TKP/ML TİKKO saflarında savaşmaya çağırıyoruz.

TKP/ML TİKKO: “Kobanê Direnişi, Direnişimizdir”

TKP/ML TİKKO savaşçısı Agit Cem, İbrahim Kaypakkaya'nın ardılları olarak üstlerine düşeni,Kobanê'de yerine getirdiklerini ifade etti. Cem, "Önümüzde duran enternasyonal bir görev olarak hem Türkiyeli devrimcilere hem de diğer uluslardan demokratik çevrelere, Kobanê direnişinde yerlerini alma çağrısında bulunuyoruz. Artık 'Kürt halkının mücadelesini destekliyoruz' demek yetmez. Gün halkların ortak mücadelesi için pratik adım atma günüdür" dedi.


Kobanê direnişi, hemen hemen her halktan insanları direniş saflarında birleştirdi. Kobanê sokaklarında gezdiğiniz de Yunanistan'dan Arjantin'e kadar birçok ülkeden gelerek, halkların kardeşliği ve Kobanê'nin özgürlüğü için DAİŞ çetecilerine karşı savaşan insanları görüyorsunuz. Dünyanın birçok halkından insanların yanı sıra Türkiye'deki devrimci ve sosyalist örgütler de Kobanê'de direniş mevzilerinde yer alarak, DAİŞ çetecilerinin saldırılarına karşı Kobanê halkıyla omuz omuza mücadele yürütüyor. Türkiye'den gelerek Kobanê'de DAİŞ çetecilerine karşı savaşanlar içerisinde Türkiye Komünist Partisi - Marksist Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) savaşçıları da yer alıyor. TKP/ML TİKKO savaşçılarının neden Kobanê'de olduklarını, Kobanê direnişinin ne anlama geldiğini ve Kobanê için yapılması gerekenlere ilişkin TKP/ML TİKKO savaşçısı Agit Cem, değerlendirmelerde bulundu.


'İbrahim'in ardılları olarak…'
Irak, Türkiye, İran ve Suriye rejimi tarafından Rojava'da Kürt halkına yönelik uygulanan yüzyıllık zulmün Suriye'de yaşanan iç savaşla birlikte farklı bir noktaya taşındığına dikkat çeken Agit Cem, "Nerede zulüm, baskı ve sömürü varsa orada ezilen halkın ayaklanması ve mücadele etmesi kaçınılmaz ve meşru bir tutumdur. Kürt ulusu yüz yıldır devam eden rejim ve iktidarların baskılarına karşı başkaldırdı ve kendi yaşam modelini inşa etme kararı aldı. Sonuçta bizim partimizin İbrahim Kaypakkaya'lardan devraldığı ideolojik politik bir hattı var. 70 yıllarda kimse Kürt ulusunun varlığından söz etmezken, İbrahim yoldaş Kürt ulusunun bağımsızlık hakkının olması gerektiğini söyleyerek, hem düşmana hem de Kürt ulusunun varlığını çarpıtan reformist, revizyonist parti ve oluşumlara olması gerekeni söylemiştir. Bizde İbrahim ve yoldaşlarının ardılları olarak bugün üstümüze düşen sorumluluğu Kobanê'de savaşarak, yerine getiriyoruz" dedi.


images'Vicdanen bile kabul edilebilir bir durum değil'Partilerinin yaptığı tartışmalar sonucu aldıkları karar doğrultusunda Kobanê'ye gelerek mücadele içerisinde yerini aldıklarını ifade eden Agit Cem, şu değerlendirmede bulundu: "Sonuçta bu katliam ve vahşete karşı mücadele etmemek; bırakalım devrimciliği, vicdanen bile kabul edilebilir bir durum değil. Dünyanın birçok farklı ulusundan insanlar yönünü Kobanê'ye çevirip, DAİŞ vahşetine karşı savaşırken, kendisine sosyalist, devrimci ve komünist diyenlerin burada olup biteni izlemesi, üç maymunu oynamaktan başka bir şey değildir. İşte bunun içinKobanê direnişi direnişimizdir, deyip Kobanê'ye geldik ve mücadele mevzilerindeki yerimizi aldık."


'Anlatılması güç bir zafer umudu gördük'Kobanê'ye ilk geldikleri günden bu yana gördükleri her YPG ve YPJ'li savaşçıda müthiş bir mücadele ruhu ve anlatılması güç bir zafer umudu gördüklerine dikkat çeken Agit Cem, tanıklıklarına ilişkin şunları dile getirdi: "Musul ve Rakka gibi yerleri iki günde teslim alan DAİŞ çetelerinin en ağır silahları kullandığı vahşi saldırılarda, lojistik sıkıntılarına rağmen savaşçıların yüksek moralli oluşu ve savaşı kazanmaya yönelik inancı dikkatimizi çeken en önemli noktaydı.Konuştuğumuz herkesin sözlerinden direniş dökülüyor, gözlerinden zafer sevinci okunuyordu. Çeteler Kobanê'nin de önceki şehirler gibi kısa sürede teslim alınacağı umuduyla var güçlerini kullandı ama savaşçılar kahramansı bir direniş sergileyerek, DAİŞ'in hevesini kursağında bıraktı. Nitekim intihar saldırıları da bu çerçevede ele alınabilir."


'Yalnızca buraya savaşçı göndermekle yetinmeyip'
İnsani ve örgütsel bir sorumluluk olarak Kobanê'de savaşma kararı aldık ama tek başına bunun yetmeyeceğinin altını çizen Agit Cem, "Çünkü bizim mücadelemizin esas alanını, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ı oluşturuyor. Dolayısıyla yalnızca buraya savaşçı göndermekle yetinmeyip,Kobanê ve Rojava devrimini gündemleştirmek için de harekete geçeceğiz. Çünkü Türkiye'de 90 yıldır Kürt ulusunun en temel hakları tanınmadığı gibi uluslararası kirli ittifaklarla tüm ulusal değerleri ve kazanımları hedef seçiliyor, en temel hakları pazarlık konusu ediliyor. 90 yılda Türkiye'de iktidarlar değişti, söylem değişti ama değişmeyen tek şey Kürt halkının inkarıve katliamdan geçirilmesi oldu" diye konuştu.


'Gün halkların ortak mücadele günüdür'
Rojava'da çoğulculuğu esas alan bir özerk sistemin inşasının emperyalist güçler ve Türkiye'nin çıkarlarına ters olduğu için kimi güçlerin gizli ama özellikle Türkiye'nin açıkça DAİŞ çetelerine destek vererek, Rojava devrimi ve ortaya çıkardığı alternatif yaşam modelini boğmak istediğini vurgulayan Agit Cem, şunları ifade etti: "Türkiye yanı başında inşa edilen demokratik bir yönetimin doğrudan kendi sınırları içerisinde yaşayan ve yıllardır zulme maruz kalmış halkları ve Ortadoğu halklarını doğrudan etkileyebileceğini çok iyi biliyor. YPG kendi içerisinde ulusal bir silahlı güç olmayı aşmış durumda. İçerisinde birçok farklı ulustan devrimciyi barındıran, demokratik öz savunmayı esas alan model bir güç olmaya başlamıştır. İşte bu nedenle önümüzde duran enternasyonal bir görev olarak hem Türkiyeli devrimcilere hem de diğer uluslardan demokratik çevrelere,Kobanê direnişinde yerlerini alma çağrısında bulunuyoruz. Artık 'Kürt halkının mücadelesini destekliyoruz' demek yetmez. Gün halkların ortak mücadelesi için pratik adım atma günüdür."

TKP/ML: “Hindistan’da halkları kurtuluşa götürecek tek güç HKP(M)’dir”

Yoldaşlar,

Hindistan Komünist Partisi (Maoist)’in kuruluşunun 10. yılını TKP/ML olarak en içten devrimci duygularımızla selamlıyoruz.

Hindistan Komünistlerinin HKP(M) çatısı altında birleşmeleri, Hindistan devrim mücadelesini daha da güçlü kılmıştır. Hindistan gerici burjuvazisinin en çok korktuğu komünistlerin bu birliği olmuştur. Komünistlerin birliği, ülkedeki ezilen emekçilere ve uluslara büyük bir morla vermiş, devrime olan güvenlerini daha da artırmıştır. HKP(M) denetiminde bulunan bölgelerin şimdi daha güçlü bir devrimci önderliğe kavuşması devrimin ilerletilmesi için daha büyük olanaklar sunmaktadır. 

 

Yoldaşlar,

Emperyalistler arasındaki çelişkiler ve bu çelişkilerden kaynaklanan kapışmaların en yoğun yaşandığı bölgelerin başında Ortadoğu ve Kafkaslar gelmektedir.

Emperyalist sistemin 2008 yılında içine girdiği ekonomik kriz bir durağanlık içine girmiş görünse de, kriz hala tümüyle atlatılabilmiş değildir. Kriz, siteme oldukça pahalıya mal olmuştur. Krizin merkezi durumunda olan ABD’de artan işsizlik ve yoksulluk büyük bir emekçi kesimi etkisi altına aldı. ABD’den başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz Avrupa Birliği’ni de ciddi bir şekilde vurmuş, Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya vb. birçok ülkeyi etkisi altına alarak bazılarını iflasa sürüklemiştir.

Emperyalist sistemin tüm ülkelerini etkileyen kriz, aynı zamanda emperyalistler arası çelişkiyi de giderek daha da çıkıştırmaktadır. ABD- İngiltere, Rusya Şangay İşbirliği Örgütü, Avrupa Birliği ve Japonya arasındaki pazar için rekabet alabildiğince sert bir şekilde devam etmektedir.

Emperyalistlerin üzerinde en çok kapıştıkları coğrafyaların başında Kafkaslar ve Ortadoğu gelmektedir.

Ukrayna’da ABD ve Avrupa Birliği Rusya’ya karşı birlikte mücadele ediyorlar. Ukrayna uzun zamandır, ABD ve Avrupa Birliği’nin iştahını kabartıyor. Buranın büyük bir Pazar olmasının yanında, enerji kaynaklarının güzergâhı olması bu önemi daha da artırıyor. Avrupa Birliği’nin Ukrayna’yı AB’ye alma çabasına, ABD’nin destek vermesine karşı, Rusya’nın başlattığı karşı hamle, şimdilik Rusya’nın üstünlüğüyle ilerliyor. Rusya’nın Ukrayna’ya bağlı Kırım’da sözde referandumla, Kırım’ı Rusya topraklarına katması, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin hamlesini boşa çıkardı. Keza, Ukrayna’nın doğu kesimlerinde, Donetrsk ve Lugansk’ta birçok bölgeyi elinde tutan Rus yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna devleti arasındaki çatışmalar devam ederken, son NATO toplantısında, Rusya’ya karşı yeni yaptırımların tartışıldığı ve Ukrayna’nın Rusya’dan koparılması hamlesine, Rusya bunu, Ukrayna’yla yaptığı barış anlaşmasıyla boşa çıkardı.

Ortadoğu zengin petrol kaynakları, doğal gaz ve büyük bir pazar olmasıyla hiçbir zaman emperyalistlerin gündeminden düşmeyen bir coğrafyadır. ABD’nin Büyük Ortadoğu projesinin hayata geçirilmesi planın bir parçası olarak 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesiyle Ortadoğu tam bir kan gölüne dönüştürülmüş bulunuyor. Irak sonrası Libya’da, Mısır’da yapılan rejim değişiklikleri ve son olarak buna Suriye’nin eklenmesiyle dengeler iyice değişmiş bulunuyor. Esad rejimine Rusya ve İran’ın arka çıkmasıyla, iç savaşın bugünlere taşınması ABD ve Batılı emperyalistlerinin Esad’ı hala devirememe başarısızlığıyla süreç devam ediyor.

ABD’nin 2011’de Irak’tan tüm askerlerini geri çekmesinin ardından, aradan üç yıl geçmeden yeniden Irak’a geri dönmesi, Suriye’deki iç savaşta beslenip büyütülen IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle yeni bir dönem başlamıştır.

4 Eylül’de İngiltere’de yapılan NATO toplantısında, ele alınan Ukrayna ve Irak gündemi, Rusya’nın Ukrayna’da nasıl gerileteceği ve Irak’ın yeniden kontrol altına alınması planlarına dayanmıştır.

IŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle başlayan süreçte, sözde insani gerekçeler öne sürülerek, Irak’ın yeniden denetim altına alınması planı, emperyalistlerin Ortadoğu’ya yeni bir dizayn vermeleri planından başka bir şey değildir. Hiçbir insani dram, katliam emperyalistleri ilgilendirmiyor. IŞİD’in Suriye’de emperyalistler adına savaştığı yakın zamana kadar, yaptığı katliamlar, Rojova Kürtlerine karşı insanlık dışı saldırıları, Şengal’de Ezidilere karşı yapılan saldırlar ve yüz binlerce insanın yerlerinden olmasına sesiz kalan emperyalistler her nedense, kendi çıkarları Irak’ta tehlikeye girdiğinde IŞİD’e karşı müdahale etmek için harekete geçtiler.

ABD ve Batı Avrupalı emperyalist güçler, şimdi de Irak’ta IŞİD’e karşı kendi adlarına savaşacak ordular arıyorlar. Irak Kürdistan’ın da Peşmerge’ye silah yardımı yapılması kararı tam da bu oyunun bir parçasını oluşturuyor. Sorunun nedeni olan emperyalistler, çözümün arabulucusu olamazlar. Ortadoğu hakları emperyalistlerin bu oyununu birlikte bozmalıdır. IŞİD canavarına karşı, tüm ilerici ve devrimci güçler güçlerini birleştirerek, IŞİD adlı gerici örgüte ve emperyalistlere karşı birlikte mücadele etmelidirler.

Emperyalistlerin dünyaya yeni dizayn verdiği bu süreçte, bundan en çok etkilenen mazlum ulusalar ve emekçilerdir. Her gün binlerce göçmen ya açık denizlerde ölüyor, ya da yollarda per perişan ölüm kalım mücadelesi veriyor. Kurtulup da Avrupa ülkelerine gelen yüz binlerce göçmen ise en kötü koşullarda yaşamak zorunda kalıyor. Irkçılar her yerde göçmenlere saldırıyor, aşağılıyor, öldürüyor.

Yarı-sömürge ülkeler emperyalist ülkelerce yağmalanmaya devam ediliyor. Ucuza çalıştırma, taşeron işçilik, yoksulluk, iş kazaları adeta bu ülkelerin kaderiymiş gibi gösteriliyor.

Afrika yoksulluk ve açlıkla savaşıyor. Ebola salgının giderek yayıldığı birçok Afrika ülkesi kitlesel ölümlerle karşı karşıya. Emperyalist tekeller Ebola’yla mücadele de alacak parası olmadığı için bu ülkelere ilaç üretip vermeyi kar getirmediği için ret etmektedir. 

Kar hırsıyla bozulan dünyanın ekolojik dengesi önümüzdeki bir kaç on yılda dünyayı yaşanmaz düzeye getirme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. Tüm bunlar emperyalistlerin bitmez tükenmez kar hırslarının sonucudur. Emperyalist sistem var olduğu müddetçe, sömürü, savaş ve insanların birbirlerini boğazlamaları devam edecektir.

Ezilen mazlum ulusların ve emekçilerin emperyalist sömürü ve baskıdan kurtulmalarının tek yolu devrimdir. Yarı-sömürge, bağımlı, emperyalist ve kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının sosyalizmden başka kurtuluşları yoktur.

Emperyalistleri bugün en çok korkutan halk savaşlarının verildiği ülkelerdir. Gerçek bir anti-emperyalist mücadele bugün halk savaşlarıyla verilen mücadelelerdir. Hindistan halk savaşının önemi gerçek bir kurtuluşu hedeflemesindedir. HKP(M) önderliğince verilen halk savaşı başta Hindistan gerici burjuvazisini ve ağa babaları emperyalistleri korkutmalarının nedeni de budur. Yeşil Av adıyla komünistlere saldırmaları, HKP(M) kadrolarını katletmeleri, yüz binlerce politik tutukluya karşı acımasızca davranılması, Saybaba gibi aydınların kaçırılası bu korkunun ifadesidir.

Tüm dünyada Hindistan Halk Savaşına olan destek dünden daha güçlü olmalıdır. Hindistan halk savışını sahiplenmek, sosyalizme olan özlemi daha da artıracaktır. Hindistan komünistleri yalnız değildir. Onların dünyanın her yerinde dostları ve yoldaşları var olduğu müddetçe, Hindistan devrimi daha da büyüyerek ilerleyecektir.

 

YAŞASIN HKP(M)!

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ!

KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!

 

TKP/ML Enternasyonal Büro

TKP/ML TİKKO DERSİM BÖLGE KOMUTANLIĞI

TKP/ML TİKKO'ya bağlı gerilla grubu tarafından 13 Ekim tarihinde Dersim-Merkez’de bulunan Deşt (Geyiksuyu) Köyü’ndeki asker taburuna yönelik Kobanê için yapılan eyleme ilişkin bir açıklama yayınladı.Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyledir:

Halkımıza,

TKP/ML önderliğinde savaşan halk ordusu TİKKO’ya bağlı bir gerilla birliği tarafından 13 Ekim 2014 tarihinde, saat 17.30 sıralarında Dersim–Merkez’e bağlı Deşt (Geyiksuyu) Köyü’nde bulunan düşman taburuna bir saldırı düzenlenmiştir. Gerilla gücümüz farklı noktalardan tabur binasını, nöbetçi kulübelerini ve savunma mevzilerini ateş altına almıştır. Düşman kısa sürede karşı ateşe başlamasına rağmen saldırı planlamaya uygun devam etmiş ve birimlerimizin inisiyatifinde sonlandırılarak alandan çekinilmiştir. 

Düşman saldırı kesildikten sonra bir süre daha kendi çevresini tank, havan, doçka gibi ağır silahlarla vurmaya devam etmiştir. Eylem sonrasında düşmanın ölüleri ve çok sayıda yaralısı olduğuna dair bilgilere ulaşmakla birlikte bu konuda net veriler elde edilememiştir.

Ateşkes sürecinden dolayı araziye çıkmaktan imtina eden faşist ordu güçlerine yönelik bu saldırımızın amacı Kobanê direnişiyle dayanışmamızı ortaya koymaktır. Gözü dönmüş bir şekilde, Kobanê’ye saldıran katil IŞİD çeteleri en başından bu yana TC devleti tarafından desteklenmekte, beslenip büyütülmektedir. Eylemimiz, ellerini ovuşturarak Kobanê’nin düşmesini bekleyen emperyalizm ve uşağı TC devletine karşı T. Kürdistan’ı ve ülkemizin diğer şehirlerinde yükselen eylemlerin, serhildan ateşinin küçük bir parçasıdır.

Bu eylem vesilesiyle, Kobanê direnişinde ve Kobanê’ye destek eylemlerinde yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz. Anıları halkımızın yükselen mücadelesinde yaşayacaktır.

 

Kahrolsun emperyalizm ve uşakları!

Kobanê kazanacak, direniş kazanacak!

Yaşasın halk savaşı!

 

TKP/ML TİKKO

DERSİM BÖLGE KOMUTANLIĞI

EKİM 2014

Sayfalar