Cumartesi Kasım 30, 2024

1 Mayıs'in ardından ya da Kitleleri Kazanma Siyaseti

2017 1 Mayıs’ı bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha yagın bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde kutlanmıştır. Bu, sermaye devletinin faşist tek adam diktatörlüğüne bir karşı koyuştur, aynı zamanda. Aynı zamanda, referandum’da yapılan hileye ve düzen partilerinin durumu olağanlaştırma çabalarına karşı işçi sınıfı ve emekçiler açısından olumlu bir tepkisel karşı çıkıştır.

1 Mayıs’ta her sınıf kendine uygun tavrı aldı. Sarı ve devletin güdümündeki sendikalar, mümkün olduğunca işçi sınıfını sınıf politikasından uzaklaştırma ve sermayeye boyun eğici, itaat edici gösteriler sergiledi. İlerici ve devrimci güçler ise faşist sisteme karşı eylemliklerin içine girdiler. Ancak, burada da eleştirilecek yanlar vardı. Özellikle kendine sosyalist, komünist diyen bazı devrimci parti ve grupların mücadele biçimlerine yaklaşımları ele alınacak konuların başında gelmektedir. Bu konu, salt bu 1 Mayıs’a özgü olmayıp bir genelleme gösterdiği için önem taşımaktadır.

Sınıfa Rağmen Taktik

Her sınıfın kitleleri kazanma siyaseti, kendi sınıf çıkarlarına göre belirlenir. Burjuvazinin kitleleri kazanma siyaseti; kitlelerin somut taleplerinin bastırılması ve burjuva taleplerin öne çıkarılarak bunların kitlelerin talepleriymiş gibi sunulmasıdır. Bu bağlamda, burjuvazi soyut taleplerle kitlelerin karşısına çıkar.

Komünistlerin kitle siyaseti ise, kitleleri kendi somut talepleri etrafında örgütlemek ve bu taleplerin kazanılması için mücadele etmelerini sağlamaktır. Buradaki kitle siyaseti, işçi sınıfının siyasetidir. Sorunun esası işçi sınıfının kazanılması ve bunun yanında onun bağlaşıklarının kazanılması gelir.

İşçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının somut talepleri etrafında olabilir. Bu talepler, genel anlamda, işçilerin ekonomik ve demokratik talepleridir. Bugün TC devleti, işçilerin tüm kazanılmış haklarını gasp etmiş durumdadır. Bugün işçilerin kıdem tazminatı gasp edilmek isteniyor. Bunun yanında tüm sosyal haklardan yoksun çalışma biçiminin genişletilmesi. Taşeronlaşma sorunu vs. Ve bireysel emeklilik sigortası adı altında yeni bir emeklilik yasasını çıkarılması ise, işçilerin bütünüyle sosyal haklardan yoksun bırakılmasının bir başka biçimi olarak yürürlüğe sokulmuştur.

Bu tür ekonomik ve demokratik hakların yanında siyasal haklarında işçilerin elinden alınması olgusu yaşanmaktadır. İşçi hareketinin gerilediği süreçlerde, sermaye devleti, yasaları, işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik çıkarır. Deyim yerindeyse tam kölelik yasalarını yürülüğe sokar. Bugün durum böyledir. Buna karşı işçilerin göstermesi gereken karşı tavır maalesef oldukça çok geri düzeydedir. İşçi sınıfının bu tavırsızlığı, sosyalistlerin işçiler içindeki çalışma ve örgütlenmesiyle de doğru orantılıdır.

İş yerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün ağırlaştırılması. Yaygın mobbing uygulamaları, işten atmaların yagınlaştırılması. Gelinen aşamada, artık birer işyeri katliamına dönüşen “iş yeri kazaları”, “sözleşmeli” adı altında çalıştırılarak bütün sosyal haklardan mahrum bırakılması, sendikal hakların budanması vb. gibi işçiler aleyhine ağır bir süreç yaşanmaktadır.

Burjuvazi, 21. yüzyılda, işçi haklarında 1800’lerin başlarına dönmüş durumdadır. İşçi haklarından 200 yıl bir geriye gidiş sözkonusudur. Kapitalizm geliştikçe işçi hakları da ona koşut gelişmiyor ve tersi yönde bir gelişme gösteriyor. Bu gelişme biçimi kapitalizmin genel karakteristiğidir. Yoksullaşma ve hak gaspları sermaye birikimine ters oranda gelişir.

İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek temel talebi ise, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Ancak bu, işçilerin –şimdilik- bilinçli olarak gündeme getirdiği bir talep değildir. İşçilerin çoğunluğu sosyalizm talebini bilinçli olarak gündeme getirdiklerinde devrim günleride kapıda demektir. Komünistler, işçilerin yukarıdaki taleplerinin yanında esas olarak sosyalizm bilincini vermesi gerekiyor. Ancak, yukarıdaki somut talepler savunulmadan soyut talepler işçiler açısından bir şey ifade etmeyecektir.

Siyasi taleplerin başında sömürünün ortadan kalkması gelir. Kapitalist sisteme karşı, sömürüsüz bir sistem olan sosyalizmin savunulması ve gerçekleştirilmesi mücadelesi vardır. Komünistler, işçilerin sosyalizm talebini sahiplenmeleri için, işçilerin en geri taleplerine de sahip çıkmak zorundadırlar.

İşçilerin devrim istemediği bir yerde sadece “tek yol devrim” demek ve bunu işçilerin şimdiki somut talebiymiş gibi sunmak ve buna göre eylem biçimleri geliştirmek, işçilerden uzaklaşmaktır. Kıdem tazminatların ortadan kaldırılmasına, taşeronluğa, mobbing uygulamalarına, işten atamalara, işsizliğe karşı çıkmadan, sosyalizm talebi canlı ve güncel bir talep haline getirilemez.

Sınıf hareketinin geri olduğu süreçlerde, en ileri eylem biçimini dile getirmek ve bu eylemi salt öncülerle gerçekleştirmek, öncünün adına hareket ettiği kitlelerden kopması demektir. Eylem biçimleri somut koşullara göre belirlenir. Öncünün öznel istemlerine göre değil.

Bu bağlamda 1 Mayıs 2017’de, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin ve ilerici (reformist) örgüt ve küçük burjuva partilerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı Taksim yerine Bakırköy’de kutlamalarına karşı, bir çok örgütlerin ise Takism’de kutlamak istemleri, sorunu mücadele biçimlerinin belirleyen somut koşullar tartışmasına getirmiştir.

Sınıfla Birlikte Mücadele

Faşist hükümet, 1 Mayıs’ın Takism’de kutlamasına izin vermemiştir. Buna karşın, DİSK, KESK, TMMO, TTB vb. gibi sendika ve kitle örgütlerin yanında, HDP, HDK, EMEP, ÖDP gibi partilerin yanı sıra CHP istanbul İl örgütü’de 1 Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamıştır.

Bakırköy’de kutlanan 1 Mayıs gösterilerine, büyük bir çoğunluğu işçi olan binlerce insan katılırken, Takism’deki korsan gösteriye birkaç yüz kişiyi geçmeyen devrimci işçi katılmıştır. Devrimcilerin, kitlelerin yoğun olarak katıldığı Bakırköy yerine çok az kitlenin katıldığı Takim’i seçmeleri, kendilerini kitlelerden soyutlama eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Geniş yığınları, kendilerinin “reforumcu” dedikleri kesimlerle başbaşa bırakanların Taksim eylemleri, kendilerini kitlelerden uzaklaştırma olarak ortaya çıkmıştır.

Evet, Takism’de diretmek ve oraya çıkmak daha ilerici ve radikal bir eylem. Ancak, koşullar dikkate alınmadan her radikal eylemin devrimci olduğu söylenemez. Kitlelerden kopuk radikal “devrimci” eylemler, o somut anda küçük burjuva solculuğunun ötesine geçemez. Taksim eylemi de küçük burjuva solculuğu olarak oratak çıkmıştır. Bir avuç öncünün devletten intikam alması şekline dönüşmüştür.

Soyalistler, işçi sınıfından tecrit olmak istemiyorsa, kendi sosyalist sloganlarını işçilere duyurmak ve işçilerle daha yakın ilişki kurmak istiyorsa, işçilerin olduğu yerde olmalıdırlar. Oysa, Bakırköy’de işçiler ve emekçiler vardı. Burası, tamda sosyalist sloganların atılacağı, işçilere sosyalist propagandanın yapılacağı –bildiri ve pankartlarla- yer iken, kitlerden uzak, polisin kriminalize etmek istediği yerin seçilmesi, somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimiyle ters bir ilişki içine girilmiştir.

Eğer, devlet, 1 Mayıs’ı bütünüyle yasaklasaydı, Taksim’de diretmek ve oraya çıkmak için mücadele etmek doğruydu. Çünkü, bu yasağın delinmesi ve devrimci iradenin ortaya konması gerekiyordu. Ancak, durum böyle değildi. Kitlelerin peşinde sürükleyenler, Bakırköy demişti. Sosyalistlerinde kitlelerin olduğu yerde, Bakırköy’de olması gerekirdi. “Düzenin icazeti altında” lafları, küçük burjuva solculuğun somut koşulları gözardı etmesinin bir dışa vurumudur. “Düzenin icazeti” parlamento seçimlerine katılma ya da işçi ücretlerinin artırılması mücadelesi içinde geçerlidir. İşçilerin ücretlerinin arttırılması vb. gibi ekonomik mücadelelerde reformist taktiklerdir, ama sosyalistler bu tür taktikleri geliştirmek ve işçilerin bu haklı taleplerini desteklemek zorundadırlar. Komünistler, mücadelelerini reformizmin sınırlarıyla sınırlamazlar, tersine mücadeleyi daha ileriye taşıyabilmek için, bu tür reformist mücadele biçimleri içinde devrimci bir rol oynarlar.

Sendikaların ve diğer küçük burjuva reformist partilerin Taksim’de diretmemeleri elşetirilir ve teşhir edilir. Bu ayrı bir konu. Ama ortada, komünistlerin iradesi dışında somut bir durum gelişmiştir. Komünistler mücadele biçimlerini bu somut duruma göre belirlemek durumundadır. Devrimci durumun yüksek olduğu ve işçi sınıfının mücadelesinin ileri bir düzeyde olduğu bir süreçte Taksim’e çıkmamak “sağcılık” ve de “pasifizm” olur. İşçilerin ezici çoğunluğunun böyle bir talebinin olmadığı bir koşulda, “pasifizmi yıkacağız” anlayışıyla işçiler adına hareket etmek, sınıftan kopmayı da beraberinde getirir. Bu, işçileri nesne yerine koymaktır.

İşçilerin ekonomik demokratik taleplerini desteklemek, savunmak ve bu uğurda mücadele etmek reformizm değil, işçilerin kazanılması, örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için gerekli mücadele aşamalarıdır. Bunun yanında, işçilere politik bilinci vermek ve düzeni her yönüyle teşhir ederek, bunları yaratan sistemin kapitalizm olduğunun propagandasını en üst seviyede yapmak ve onlara kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu göstermek, komünistlerin olmazsa olmaz temel görevleri arasındadır.

Komünistler, kitleler içinde çalışırken pedagojik bilgilerle de kitleye gidecek, ancak işçi sınıfının geneline yaklaşırken, elbette politik bilinci ve politik görevleri esas alacaktır. İşçi sınıfına politik bilinç ve görevleri götürmek, onların çok ilerisinde politik eylemlerle karşılık vermek değildir. Salt ekonomik-demokratik haklar için mücadele eden reformistler ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım; temel sosyalist politikanın işçilere götürülmesinde yatar. En ileri politik eylemlerin içinde işçiler yer alabilmelidir.

Örneğin, Genel grev koşulları olmadan ve işçiler buna hazır olmadığı halde bu sloganı işçilere götürmek ve bunda diretmek solculuktur. Aynı şekilde, belli politik ya da işçilerin ekonomomik-demokratik haklar için genel grev koşulları varsa ve bunda başarı şansı büyükse, bu sloganı ileri sürmemek ise sağcılıktır.

Küçük burjuva solculuğu ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım ise, kendini daha çok mücadele biçimlerinde gösterir. Küçük burjuva solculuğu kitlelerin ruh halini dikkate almadan örgütlü devrimci militanların ruh haline göre mücadele biçimleri belirler. Taksim’e çıkma olayı da bu politik yaklaşımın ürünüdür.

Reformizm işçi sınıfını sağa çekerken, küçük burjuva solculuğu da işçi sınıfından uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü küçük burjuva solculuğu için eylemin öznesi işçi değil kendisidir.

Bazı durumlarda kitleler kazanamayacağı eyleme girebilir. Kitlelerin, ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak eyleme kalkışması önelenmiyorsa, komünistler bu eylemin en önünde yer alırlar. Amaç, kitlelerin daha ağır yenilgi almasını önlemek ve yenilgi sonrası moral bozukluğunu azaltabilmektir. Bu tür eylemlere Bolşevikler1 sıkça tanıklık etmişlerdir. Ya da Marx’ın Paris Komüni için söyledikler... Komün’ün yenileceğini bildiği halde Marx, işçi sınıfının bu tarihsel kalkışmasını alkışlamış ve desteklemiştir.

Devrimlerin hazır reçetesi olmadığı gibi mücadele biçimlerinin de hazır reçetesi yoktur. Mücadele biçimleri somut koşulların somut tahlilinde ortaya çıkar. Koşulların tersi bir politika, kitleleri kazanmayı değil, kaybetmeyi koşullar. Devrimci radikallik, koşulların ruhuna uygun ve onu ileri taşıyacak bir rol oyanayabilirse devrimci bir rol oynar. 06.05.2017

43209

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar