Pazartesi Aralık 2, 2024

1 Mayıs'in ardından ya da Kitleleri Kazanma Siyaseti

2017 1 Mayıs’ı bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha yagın bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde kutlanmıştır. Bu, sermaye devletinin faşist tek adam diktatörlüğüne bir karşı koyuştur, aynı zamanda. Aynı zamanda, referandum’da yapılan hileye ve düzen partilerinin durumu olağanlaştırma çabalarına karşı işçi sınıfı ve emekçiler açısından olumlu bir tepkisel karşı çıkıştır.

1 Mayıs’ta her sınıf kendine uygun tavrı aldı. Sarı ve devletin güdümündeki sendikalar, mümkün olduğunca işçi sınıfını sınıf politikasından uzaklaştırma ve sermayeye boyun eğici, itaat edici gösteriler sergiledi. İlerici ve devrimci güçler ise faşist sisteme karşı eylemliklerin içine girdiler. Ancak, burada da eleştirilecek yanlar vardı. Özellikle kendine sosyalist, komünist diyen bazı devrimci parti ve grupların mücadele biçimlerine yaklaşımları ele alınacak konuların başında gelmektedir. Bu konu, salt bu 1 Mayıs’a özgü olmayıp bir genelleme gösterdiği için önem taşımaktadır.

Sınıfa Rağmen Taktik

Her sınıfın kitleleri kazanma siyaseti, kendi sınıf çıkarlarına göre belirlenir. Burjuvazinin kitleleri kazanma siyaseti; kitlelerin somut taleplerinin bastırılması ve burjuva taleplerin öne çıkarılarak bunların kitlelerin talepleriymiş gibi sunulmasıdır. Bu bağlamda, burjuvazi soyut taleplerle kitlelerin karşısına çıkar.

Komünistlerin kitle siyaseti ise, kitleleri kendi somut talepleri etrafında örgütlemek ve bu taleplerin kazanılması için mücadele etmelerini sağlamaktır. Buradaki kitle siyaseti, işçi sınıfının siyasetidir. Sorunun esası işçi sınıfının kazanılması ve bunun yanında onun bağlaşıklarının kazanılması gelir.

İşçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının somut talepleri etrafında olabilir. Bu talepler, genel anlamda, işçilerin ekonomik ve demokratik talepleridir. Bugün TC devleti, işçilerin tüm kazanılmış haklarını gasp etmiş durumdadır. Bugün işçilerin kıdem tazminatı gasp edilmek isteniyor. Bunun yanında tüm sosyal haklardan yoksun çalışma biçiminin genişletilmesi. Taşeronlaşma sorunu vs. Ve bireysel emeklilik sigortası adı altında yeni bir emeklilik yasasını çıkarılması ise, işçilerin bütünüyle sosyal haklardan yoksun bırakılmasının bir başka biçimi olarak yürürlüğe sokulmuştur.

Bu tür ekonomik ve demokratik hakların yanında siyasal haklarında işçilerin elinden alınması olgusu yaşanmaktadır. İşçi hareketinin gerilediği süreçlerde, sermaye devleti, yasaları, işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik çıkarır. Deyim yerindeyse tam kölelik yasalarını yürülüğe sokar. Bugün durum böyledir. Buna karşı işçilerin göstermesi gereken karşı tavır maalesef oldukça çok geri düzeydedir. İşçi sınıfının bu tavırsızlığı, sosyalistlerin işçiler içindeki çalışma ve örgütlenmesiyle de doğru orantılıdır.

İş yerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün ağırlaştırılması. Yaygın mobbing uygulamaları, işten atmaların yagınlaştırılması. Gelinen aşamada, artık birer işyeri katliamına dönüşen “iş yeri kazaları”, “sözleşmeli” adı altında çalıştırılarak bütün sosyal haklardan mahrum bırakılması, sendikal hakların budanması vb. gibi işçiler aleyhine ağır bir süreç yaşanmaktadır.

Burjuvazi, 21. yüzyılda, işçi haklarında 1800’lerin başlarına dönmüş durumdadır. İşçi haklarından 200 yıl bir geriye gidiş sözkonusudur. Kapitalizm geliştikçe işçi hakları da ona koşut gelişmiyor ve tersi yönde bir gelişme gösteriyor. Bu gelişme biçimi kapitalizmin genel karakteristiğidir. Yoksullaşma ve hak gaspları sermaye birikimine ters oranda gelişir.

İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek temel talebi ise, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Ancak bu, işçilerin –şimdilik- bilinçli olarak gündeme getirdiği bir talep değildir. İşçilerin çoğunluğu sosyalizm talebini bilinçli olarak gündeme getirdiklerinde devrim günleride kapıda demektir. Komünistler, işçilerin yukarıdaki taleplerinin yanında esas olarak sosyalizm bilincini vermesi gerekiyor. Ancak, yukarıdaki somut talepler savunulmadan soyut talepler işçiler açısından bir şey ifade etmeyecektir.

Siyasi taleplerin başında sömürünün ortadan kalkması gelir. Kapitalist sisteme karşı, sömürüsüz bir sistem olan sosyalizmin savunulması ve gerçekleştirilmesi mücadelesi vardır. Komünistler, işçilerin sosyalizm talebini sahiplenmeleri için, işçilerin en geri taleplerine de sahip çıkmak zorundadırlar.

İşçilerin devrim istemediği bir yerde sadece “tek yol devrim” demek ve bunu işçilerin şimdiki somut talebiymiş gibi sunmak ve buna göre eylem biçimleri geliştirmek, işçilerden uzaklaşmaktır. Kıdem tazminatların ortadan kaldırılmasına, taşeronluğa, mobbing uygulamalarına, işten atamalara, işsizliğe karşı çıkmadan, sosyalizm talebi canlı ve güncel bir talep haline getirilemez.

Sınıf hareketinin geri olduğu süreçlerde, en ileri eylem biçimini dile getirmek ve bu eylemi salt öncülerle gerçekleştirmek, öncünün adına hareket ettiği kitlelerden kopması demektir. Eylem biçimleri somut koşullara göre belirlenir. Öncünün öznel istemlerine göre değil.

Bu bağlamda 1 Mayıs 2017’de, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin ve ilerici (reformist) örgüt ve küçük burjuva partilerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı Taksim yerine Bakırköy’de kutlamalarına karşı, bir çok örgütlerin ise Takism’de kutlamak istemleri, sorunu mücadele biçimlerinin belirleyen somut koşullar tartışmasına getirmiştir.

Sınıfla Birlikte Mücadele

Faşist hükümet, 1 Mayıs’ın Takism’de kutlamasına izin vermemiştir. Buna karşın, DİSK, KESK, TMMO, TTB vb. gibi sendika ve kitle örgütlerin yanında, HDP, HDK, EMEP, ÖDP gibi partilerin yanı sıra CHP istanbul İl örgütü’de 1 Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamıştır.

Bakırköy’de kutlanan 1 Mayıs gösterilerine, büyük bir çoğunluğu işçi olan binlerce insan katılırken, Takism’deki korsan gösteriye birkaç yüz kişiyi geçmeyen devrimci işçi katılmıştır. Devrimcilerin, kitlelerin yoğun olarak katıldığı Bakırköy yerine çok az kitlenin katıldığı Takim’i seçmeleri, kendilerini kitlelerden soyutlama eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Geniş yığınları, kendilerinin “reforumcu” dedikleri kesimlerle başbaşa bırakanların Taksim eylemleri, kendilerini kitlelerden uzaklaştırma olarak ortaya çıkmıştır.

Evet, Takism’de diretmek ve oraya çıkmak daha ilerici ve radikal bir eylem. Ancak, koşullar dikkate alınmadan her radikal eylemin devrimci olduğu söylenemez. Kitlelerden kopuk radikal “devrimci” eylemler, o somut anda küçük burjuva solculuğunun ötesine geçemez. Taksim eylemi de küçük burjuva solculuğu olarak oratak çıkmıştır. Bir avuç öncünün devletten intikam alması şekline dönüşmüştür.

Soyalistler, işçi sınıfından tecrit olmak istemiyorsa, kendi sosyalist sloganlarını işçilere duyurmak ve işçilerle daha yakın ilişki kurmak istiyorsa, işçilerin olduğu yerde olmalıdırlar. Oysa, Bakırköy’de işçiler ve emekçiler vardı. Burası, tamda sosyalist sloganların atılacağı, işçilere sosyalist propagandanın yapılacağı –bildiri ve pankartlarla- yer iken, kitlerden uzak, polisin kriminalize etmek istediği yerin seçilmesi, somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimiyle ters bir ilişki içine girilmiştir.

Eğer, devlet, 1 Mayıs’ı bütünüyle yasaklasaydı, Taksim’de diretmek ve oraya çıkmak için mücadele etmek doğruydu. Çünkü, bu yasağın delinmesi ve devrimci iradenin ortaya konması gerekiyordu. Ancak, durum böyle değildi. Kitlelerin peşinde sürükleyenler, Bakırköy demişti. Sosyalistlerinde kitlelerin olduğu yerde, Bakırköy’de olması gerekirdi. “Düzenin icazeti altında” lafları, küçük burjuva solculuğun somut koşulları gözardı etmesinin bir dışa vurumudur. “Düzenin icazeti” parlamento seçimlerine katılma ya da işçi ücretlerinin artırılması mücadelesi içinde geçerlidir. İşçilerin ücretlerinin arttırılması vb. gibi ekonomik mücadelelerde reformist taktiklerdir, ama sosyalistler bu tür taktikleri geliştirmek ve işçilerin bu haklı taleplerini desteklemek zorundadırlar. Komünistler, mücadelelerini reformizmin sınırlarıyla sınırlamazlar, tersine mücadeleyi daha ileriye taşıyabilmek için, bu tür reformist mücadele biçimleri içinde devrimci bir rol oynarlar.

Sendikaların ve diğer küçük burjuva reformist partilerin Taksim’de diretmemeleri elşetirilir ve teşhir edilir. Bu ayrı bir konu. Ama ortada, komünistlerin iradesi dışında somut bir durum gelişmiştir. Komünistler mücadele biçimlerini bu somut duruma göre belirlemek durumundadır. Devrimci durumun yüksek olduğu ve işçi sınıfının mücadelesinin ileri bir düzeyde olduğu bir süreçte Taksim’e çıkmamak “sağcılık” ve de “pasifizm” olur. İşçilerin ezici çoğunluğunun böyle bir talebinin olmadığı bir koşulda, “pasifizmi yıkacağız” anlayışıyla işçiler adına hareket etmek, sınıftan kopmayı da beraberinde getirir. Bu, işçileri nesne yerine koymaktır.

İşçilerin ekonomik demokratik taleplerini desteklemek, savunmak ve bu uğurda mücadele etmek reformizm değil, işçilerin kazanılması, örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için gerekli mücadele aşamalarıdır. Bunun yanında, işçilere politik bilinci vermek ve düzeni her yönüyle teşhir ederek, bunları yaratan sistemin kapitalizm olduğunun propagandasını en üst seviyede yapmak ve onlara kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu göstermek, komünistlerin olmazsa olmaz temel görevleri arasındadır.

Komünistler, kitleler içinde çalışırken pedagojik bilgilerle de kitleye gidecek, ancak işçi sınıfının geneline yaklaşırken, elbette politik bilinci ve politik görevleri esas alacaktır. İşçi sınıfına politik bilinç ve görevleri götürmek, onların çok ilerisinde politik eylemlerle karşılık vermek değildir. Salt ekonomik-demokratik haklar için mücadele eden reformistler ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım; temel sosyalist politikanın işçilere götürülmesinde yatar. En ileri politik eylemlerin içinde işçiler yer alabilmelidir.

Örneğin, Genel grev koşulları olmadan ve işçiler buna hazır olmadığı halde bu sloganı işçilere götürmek ve bunda diretmek solculuktur. Aynı şekilde, belli politik ya da işçilerin ekonomomik-demokratik haklar için genel grev koşulları varsa ve bunda başarı şansı büyükse, bu sloganı ileri sürmemek ise sağcılıktır.

Küçük burjuva solculuğu ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım ise, kendini daha çok mücadele biçimlerinde gösterir. Küçük burjuva solculuğu kitlelerin ruh halini dikkate almadan örgütlü devrimci militanların ruh haline göre mücadele biçimleri belirler. Taksim’e çıkma olayı da bu politik yaklaşımın ürünüdür.

Reformizm işçi sınıfını sağa çekerken, küçük burjuva solculuğu da işçi sınıfından uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü küçük burjuva solculuğu için eylemin öznesi işçi değil kendisidir.

Bazı durumlarda kitleler kazanamayacağı eyleme girebilir. Kitlelerin, ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak eyleme kalkışması önelenmiyorsa, komünistler bu eylemin en önünde yer alırlar. Amaç, kitlelerin daha ağır yenilgi almasını önlemek ve yenilgi sonrası moral bozukluğunu azaltabilmektir. Bu tür eylemlere Bolşevikler1 sıkça tanıklık etmişlerdir. Ya da Marx’ın Paris Komüni için söyledikler... Komün’ün yenileceğini bildiği halde Marx, işçi sınıfının bu tarihsel kalkışmasını alkışlamış ve desteklemiştir.

Devrimlerin hazır reçetesi olmadığı gibi mücadele biçimlerinin de hazır reçetesi yoktur. Mücadele biçimleri somut koşulların somut tahlilinde ortaya çıkar. Koşulların tersi bir politika, kitleleri kazanmayı değil, kaybetmeyi koşullar. Devrimci radikallik, koşulların ruhuna uygun ve onu ileri taşıyacak bir rol oyanayabilirse devrimci bir rol oynar. 06.05.2017

43225

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar