Perşembe Kasım 7, 2024

Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz-2

Günümüz Krizin Göstergeleri

Burjuva ekonomisi, bir krizi atlatır atlatmaz ikinci bir krizin kapısını aralıyor. 2008 krizi atlatılırken 2020’nin krizinin olgunlaşması 2015’te başladı ve bugün durgunluk olarak adlandırdıkları seviyeye geldi. Piyasalar 2015 yılından itibaren daralmaya ve aşırı birikmiş sermayeye pazarlar dar gelmeye başladı. Bu tarihten itibaren uluslararası doğrudan yatırım (UDY) düşmeye başlamıştır. UNCTAD[1] verilerine göre dünya UDY’ı 2015 yılında 1 trilyon 76 milyara USD dolara çıkmıştır.  Ancak bu, 2007 yılı tepe noktasından %13,5 daha azdır. 2018 yılında ise dünya toplam UDY’ın tutarı ise 1.297 milyar USD inmiştir.

2007’de UDY’nin toplam tutarı  2.147 milyar USD iken, krizin başlangıç yılı olarak kabul edilen 2008 ylında ise UDY rakamları 1.858 milyar (bir önceki yıla göre %13,5 az) USD düşmüştür.

Burjuvazi için bugün dünden daha da kabusludur. Toplam sermaye yatırımlarında bir önceki yıla göre %13 düşüş vardır.

Örneğin, gelişmiş ekonomiler olarak kabul edilen AB, ABD-Kanada, Japonya gibi ülkelerde UDY girişindeki düşüş %27 olurken, AB”de ise bu daha da büyük bir çukur açmış gözüküyor. Düşüş % 55 civarında. 2018 yılında sadece Afrika ülkelerine sermaye akışında bir önceki yıla göre %11 kadar bir artış olmuştur. Ancak, sermayenin merkezi olan ABD, Kanada ve AB’nin ileri gelen emperyalist ülkelerine sermaye giriş ve çıkışlarında ise büyük bir düşüş vardır.[2]

Burada bir hatırlatma yapalım. AKP’nin ilk on 15 yılı içinde “şanslı” sayılması, uluslararası sermeye (yabancı para) girişlerinin fazla olmasına bağlanır. Bu doğrudur. Emperyalist sermaye büyümek için yeni pazarlar arar ve yerleştiği pazarlarda semaye birikimini artırır. Ancak, sermayenin geldiği ülkelerin burjuvazisi de bundan önemli bir pay alır. “Sıcak para” olarak adlandırılan sermaye girişlerinin artması uluslararası ve yerli burjuvazinin yüzünün güldürür. Ama sadece bir süreliğine. Sermayenin denizinin bittiği bir noktada vardır ve o kaçınılmaz olarak (kriz) gelir ve kapıyı çalar. Çanlar o zaman burjuvazi için çalar. Pazarlar daralmıştır, kar oranında düşme eğilimi yasası işlemeye devam etmektedir. Aşırı sermaye üretimi kendine yeni pazar bulamaz ve kriz –postacının tersine-  burjuvazinin kapısını bir kere ve gürültülü bir şekilde çalar ve birikimlerin büyük bir bölümünü değersizleştirerek adeta çöpe atarak imha eder ve bu onun için –iradesi dışında- kaçınılmaz bir eylem biçimidir.

 Ekonomik krizin Türkiye ve Arjantin’de sürmesine karşın, diğer emperyalist ülkelerde de durgunluk başlamış durumdadır. Bu net. Bunu bütün emperyalist ülkelerin sermaye ve hükümet çevreleri[3] doğruluyor. Örneğin Almanya’nın GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)’sında bir önceki çeyreğe göre % -0,1 ( eksibinde bir) (Nisan, Mayıs, Haziran 2019 aylarını kapsayan 2. Çeyrek) daralma var. Alman hükümeti, 2019 yılı için büyüme tahminlerini %0,5’e çekmişti. Buna rağmen bir düşüş söz konusu. Ve Alman burjuva ekonomi çevreleri, 3. Çeyrekte de aynı oranda büyüme beklediklerini açıkladılar.

AB’nin sürükleyici ülkelerin başında gelen Alman emperyalist ekonomisinin hali bu iken, diğer ülkelerde ise durumlar daha sarsıcı olacaktır. Özellikle Brexit olayı ve anlaşmasız sonucu bağlanması halinde durgunluğu zamanından önce krize dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.[4]

Öbür yandan, IMF ve OECD’den sonra, Dünya Bankası (DB) Haziran ayında açıkladığı raporda, “küresel büyümenin zayıfladığını” kabul etmişti.[5] Ve emperyalist sermaye çevrelerinin sözcüleri, “belirsizliklerin beklenenden daha büyük” olduğunu yarım ağızla açıklamak zorunda kalmışlardır.

Ve hemen hemen bütün ülkelerde otomobil üretiminde büyük düşü (%7 kadar) var  ve işten çıkarmalarla durgunluğu atlatmaya ve krizi karşılamaya hazırlanıyorlar. Bu yılın (2019) ilk yarısında “karlarının düştüğünü ve ikinci yarıda da kar umutları olmadığını” açıklayan Alman lastik tekeli ve otomotiv tedarikcisi Continetal, dünyanın çeşitli ülkelerindeki 32 iş yerinden 9’unu kapatacağını açıklamış. Continental’ın dünya çapındaki pazarı bir önceki yıla göre %9 daralma var. Diğer ülkelerdeki iş yerlerinde işçi çıkardıklarını Continental’ın finans sorumlusu açıklıyor.

Continental’ın 2018’in 2. Çeyreğinde 822,1 milyon Avro kar elde ederken, 2019 2. Çeyreğinde 484,8 milyon Avro kar etmiş. Yani, karı yarı yarıya düşmüş. [6]

Sanayi sektöründeki bu gerileme, finans sektörünü etkilememesi düşünülemez. Durgunluğu geçip krize doğru pupa yelken aşmış kapitalist ekonominin tüm sektörleri paniklemiş durumdadır. Borsların düşüşü, kredi hacimlerinin gerilemesi, birbirinden bağımsız olmayan bütün kapitalist ekonominin sektörlerinin kapısını kriz çalmıştır.

Alman emperyalizminin uluslararası dev tekellerin içine girdiği “durgunluk”, diğer emperyalist tekeller içinde birer göstergedir. Bir çok büyük tekel –örneğin Schaeffler-Gruppe- (Otomobil tekelleri başta olmak üzere), haftalık çalışma saatlerini kısaltmaya gidiyor. Bunun anlamı, işçilerin daha az ücret alması demektir. Bazı yerlerde ise çalışma saati yarı yarıya indiriliyor. Toplu işten atmalar daha büyük tepki çektiğinden, kısa süreli (kurzarbeit) çalışma modelini devreye sokuyorlar ve hükümetten bu konuda açık destek alıyorlar. Deutsche Bank, uluslararası çapta 18 bin işçiyi kapı dışarı bırakacağını açıkladı. Ve diğer tekellerde teker teker açaıklamaya başladı.

Üretimdeki durgunluk, işçi sınıfının bir kısmını işsiz bırakır ve böylece çalışan kısmını, ücretlerin ortalamanın altına düşmesine boyun eğecek  bir duruma sokar. Bunun sermaye üzerindeki etkisi, tıpkı, ortalama ücretlerde nispi ya da mutlak artı-değerde bir artma olduğu zaman yaptığı etki gibidir.”[7]

Bu sadece otomobil sektörü ve onunla bağlantılı tekelerde değil, diğer tekellerde aynı durumla karşı karşıya. Otomobil, demir çelik ve inşaat sektörlerinde görülen daralma finans-mali sermaye çevreleride uzun zamandır bir panikleme vardı ve bu panik fırtınaya dönüşeceğe benziyor. Burjuvazi, kriz yok diyor, ama kriz önlemleri alıyor.

Uluslararası sermaye çevreleri için önemli yatırım alanları, AB -öncelikli olarak, Almanya, Fransa, italya- (İngiltere dahil), Çin, Kuzey Amerika (ABD-Kanada) ve Japonya’dır. Uluslar arası sermayenin en fazla döndüğü ve elbette olduğu –yatırım yaptığı- ülkelerdir. Buralardaki gerilemeler, diğer ülkelere daha fazlasıyla yansımaktadır. Bu ülke ekonomilerindeki binde birlik bir gerileme, genelde sarsıcı bir hal alabilliyor. Bu nedenle de Alman emperyalist ekonomisindeki binde birlik bir gerileme, iharacattaki düşüş, diğer AB ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, diğer kapitalist ülkeleride etkileyecektir.

AB, ABD ve Çin arasındaki ticaret, dünya toplam ticaretin %40’ını oluşturuyor. Buradaki küçük bir duraklama, gerileme, bütün kapitalist sistemi kasırgaya yakalatabilme kapasitesine sahiptir. Emperyalist ekonomik zincirlerin daha sıkı bir şekilde birbirine bağlandığı bir süreçte, bu bölgelerdeki gerilemenin emperyalist dünya ekonomisi üzerinde sarsıcı etkisinin olmaması düşünülemez. Bütün sermaye çevrelerinin korkusu da bu. Ancak, kapitalist üretim biçiminin karakteristiği gereği, gelişmeler onların iradesi dışındadır.

Diğer bir gösterge ise, 2008 yılında borçlar GSMH’nın %15’ine tekabül ederken, bugün %50’ne[8] tekabül etmektedir. Yani, bütün ülkeler kredi faizlerinin ucuzladığı bir süreçte borçlanıp (sermaye için pazarların genişlediği dönem) 2015’ten beri gerileyen sermaye yatırımları, ülkeler, artık borcu borçla ödeyemez duruma gelmişlerdir.

Örneğin ABD’nin borcu 22 trilyon ABD dolarını aşmıştır. Yani, GSMH’nın %105 kadar borcu vardır. Yine en borçlu ülkelerden biri de Japonya’dır ve borcu 12,2 trilyon ABD doları ve GSMH’nın %237,12 kadardır. Çin’in borcu ise 7,2 trilyon ABD dolar ve GSMH’nın %51,2 kadardır.[9] Bunlar 2018 kamu borç rakamlarıdır. Şirketlerin borcu ise bu rakamların dışındadır.

Hemen hemen tüm emperyalist üllkelerin iç ve dış borçları GSMH’nın yarısından fazladır. Başta ABD, Japonya olmak üzere bir çok emperyalist ülke karşılıksız para basıyor. Ünlü finans spekülatorlarından Jim Roges, daha bu yılın başında ABD’nin son on yıl içinde bastığı para miktarını %500 artırdığını söylemişti.[10] Para basmak iç pazarı bir süreliğine genişletebilir, ama peşinden yine bir daralma gelecektir. Çünkü basılan paranın iç piyasada maddi karşılığı yoktur.

ABD Emperyalizmi İçe Mi Kapanıyor ?

Dış pazarlar daralınca içe dönme olgusu pek gerçekçi olmasa da kısmi olarak böyle bir eğilim söz konusudur. Ancak, kapitalist ekonominin geldiği aşama itibariyle böyle bir eğilimin mutlak olması söz konusu olamaz. Bu tür uygulamalar diğer rakiplere karşı geçici bir önlem olarak baş vurulsa da, kapitalist ekonomiler için gerçekci değildir. Uluslararasılaşmış kapitalist ekonominin içe dönmesi, sınırları bütünüyle yüksek vergi duvarlarıyla kaptmalarına yürülükte olan ekonomi-politiğin sınırları dışına çıkmaktır ki, bu da kapitalist ekonomi olmaktan çıkar, başak bir şeye dönüşür. Toplumsal yapıların geldiği aşama açısından kapitalizm ile sosyalizm arasında üçüncü bir ara aşama yoktur. Bu nedenle kapitalist ekonomi-politiğin ulusal çitler arakasına gizlenme olasılığıda esasta kalmamıştır. Çünkü emperyalist tekeller iç pazarlarla yetinemez ve emperyalist ekonomi uluslar arası ekonomi olduğu gibi, üretimde uluslararasılaşmıştır. Bunun geriye dönüşü olası değildir.

ABD’nin Çin ve AB ülkelerinden gelen mallara yüksek vergi koyması ya da koymaya çalışması, AB ve Çin mallarının iç pazarı işgal etmelerine karşı bir tedbirdir. ABD ticaret bakanlığının açıklamasına göre (Mart 2019)  ABD’nin dış ticaret açığı bir önceki yıla (2017) %12,5 açık vererek 621 milyar ABD dolarına çıktı. İşte bu açığı biraz azaltama çabaları, ticaret savaşlarının kaynağı olarak görülüyor.

ABD, Çin’e 100 milyar dolar ihracat yaparken Çin’den 500 milyar dolar ithlat yapıyor. AB-ABD arası ticaret, AB lehine ve ABD aleyhine 140 milyar ABD doları fazlalık veriyor. Yani, Çin ve AB tekelleri ABD’nin iç pazarını kuşatmış durumdadırlar. Evet ABD iç pazarı oldukça (20 trilyon ABD doları aşkın) büyük bir pazar olmasına karşın, ABD tekelleri bu kuşatmayı zayıflatmak, ithalatı kısıp ihracatı artırmak istiyor. ABD emperyalizminin ithalat ürünlerine ek vergiler getirmesinin nedeni bu. O yeniden “First America” olmak istiyor, ancak, gelinen aşamda bu olası gözükmüyor. Gerileme devam edecek. ABD’nin, dünyanın çeliğinin (%49) yarısını üreten Çin emperyalizmini eski yerine geri gönderecek gücü yok.

Öte yandan, ABD, Çin ve AB mallarına ek vergi getirdiğinde, kendisi de rakip ülkelerde aynı yüksek ek verigilerle karşılaşacaktır. İç pazarı genişleteyim derken dış pazarda iyice bir daralma olacaktır. Ve ekonomik kriz daha sarsıcı olacaktır.

Kısacası, ABD dış kapılarını yüksek gümrük duvarlarıyla öremez ve bu Meksika sınırına yüksek duvar örmeye benzemez. Bu duvar bile yoksulların ABD’e geçişini önleyemiyor.

AB birliği (28 ülke) ABD’ye toplam ihracatı (2018) 406,4 milyar ABD doları iken, aynı yıl için toplam ithalatı 267 milyar ABD doları kadar.[11] Örneğin AB’nin 2017 yılı itibariyle ABD’ydeki toplam yatırım tutarı 2 trilyon 569 milyar 200 milyonluk iken, ABD’nin ise AB’deki sermaye yatırımı tutarı ise yaklaşık 2 trilyon 184 milyar kadardır.[12]

ABD ticaret bakanlığının verilerine göre ise, ABD’nin karşı AB’nin ticaret açığı (ihracat-ithalat arasındaki fark) 169,3 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş. Bu rakam 2017’e göre %11,8 artmış, 2008’e göre ise %77 AB lehine bir fazlalık var.[13]

ABD dışarıya ne ihracatı ne de dışardan ithalatı önleyebilir. Ve dışardan ithalata yüksek vergilerin gelmesi, bütün emperyalist dünya ekonomisinin önünü tıkar ve salt bu nedenle bile ekonomik kriz kaçınılmaz olur. Ve emperyalist ekonomik sistem bu tür duvarları kaldıramaz. Emperyalist savaş tehlikesini artırıcı bir rol oynar ve oynamaktadır. Ayrıca ABD emperyalizmin ekonomik yapısı (emperyalist-kapitalist) yapısı da böyle bir ilişki içinde kendini varedemez. Savaş dönemlerinde bile tekellerin “düşman” tarafla ticaret yapmasını öneleyemeyen kapitalizmin, göreceli “barış” döneminde önleyebilmesi zor olmaktan öte gerçekçi değildir.

ABD, başta Çin olmak üzere AB gibi emperyalist blok ve emperyalist ülkelerin ABD’ne ihracatlarını kısıtlamakla tehdit ediyor. Yüksek gümrük duvarları ile kısmen kıstılanma olasılığı olmasına karşın, yukarıda söylediğim gibi bu politikanın bumerang etkisi yaparak başta ABD’i vurması kaçınılmazdır.

Kapitalizmin emperyalizm çağına ulaştığı bir süreçte, kapitalist ülkelerin ve tek tek uluslararası tekellerin ulusal çitler içine kapanmalarının ekonomik yapısı yoktur. Bütün kapitalist ekonomiler emperyalist ekonominin birer parçası haline gelmiştir. Kapitalist zincirin bir yerden kopması ya da zayıflaması halinde, hepsini şu veya bu oranda etkileyecektir.Emperyalist ekonominin ve üretimin uluslararasılaşmasının diyalektiği budur.

Gelecek bölüm:

Kapitalist Ekonominin Marksist Kriz Teorisi


[1] UNCTAD (United Nations Conference on Trade Development- Birleşmiş Milletler Kalkınma Konferansı)

[2] Rakamlar, 2008, 2009 ve 2019 UNCTAD Raporundan alınmıştır.

[3] Alman Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, “son verilerin alm verici olduğunu ve bir uyarı sinyali anlamına geldiğini” açıklamak zorunda kalmıştır. (DW, 14.08.2019)

[4] İngiliz burjuvazisi, anlaşmasız ya da anlaşmalı ayrılıkta büyük kayıpları olacaktır ve burjuvazi bunu şimdiden halkın sırtına yıkmanın politikasını yapıyor. “Çankırılı” Boris Johnson bu nedenle başbakan koltuğuna oturtuldu.

[5] www.euraactiv.de/5.06.2019

[6] www.automobilwoche.de/07.08.2019

[7] Marx, Kapital C.3, sf. 225, Sol Yayınları İkinci Baskı

[8] www.euractiv.de+/section/economie

[9] Statista.de 2018

[10] Gazete Duvar, 21.01.2019

[11] Eurostat.de

[12]www.ec.europa.eu/17.04.2019

[13] www.ustr.gov/contries-regions/europa

Not yazının 1ci bölümünü bu linkten okuyabilirsiz https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/bir-degersizlik-sistemi-olarak-kapitalizm-ve-kriz-1

4258

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar