Pazartesi Aralık 2, 2024

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım. Bununla meramım; toplumun diri dinamik güçleri ve yapılmak istenilenlerin doğrudan hedefi olacak kesimleri nezdinde bir dikkat yoğunlaşması oluşturmak ve daha fazla oyalanmadan etkili/caydırıcı bir toplumsal tepkiyi örgütlemenin hayatiyetine vurgu yapmaktı.
 
Keza bu modelin doğrudan Erdoğan’ın “gizli ajandası” uyarınca ve tamamen bunun gereğince ve de bizzat Erdoğan’ın buyruğuyla hazırlandığına vurgu yapılmıştı. Nitekim bizzat Milli Eğitim Bakanı’nın: “Bu model on yıllık titiz bir çalışmanın ürünüdür” mealindeki itirafıyla da bunun nasıl bir ciddiyetle ve de nasıl bir sinsi ısrarcılıkla hazırlanıp, “uygun an” gözetilerek, ani bir baskınla tepeden topluma dayatılmak istendiğini görüp anlamak da mümkün.
 
Bu modelin, varılmak istenen hedef doğrultusunda ne kadar önemli ve tayin edici bir yerde durduğunu bizzat Erdoğan’ın kendisinin, “modelin tanıtım toplantısında” yaptığı konuşmasındaki şu sözlerinden anlamak mümkün:
 
“Maarif modeli, milletimizin köklü tarihini, kültürünü merkeze alan bir bakışla hazırlandı.”
 
“Yeni müfredatımızla öğrencilerimizin milli, manevi değerler istikametinde okuyan, düşünen, araştıran şahsiyetler olarak yetiştirilmesini hedefliyoruz.”
 
 “Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümünde bizi yansıtan bir eğitim modelimiz maalesef olmadı. (Burada ki “bizi yansıtan” ifadesine mim koyup, sormak gerekiyor: Siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz ki cumhuriyet dönemi uygulamaları size aykırı düşüyor? Bn.)”
 
Bu modeli hayata geçirme konusunda ki ısrar, inat, kararlılık ve de kendileri gibi düşünmediğini varsaydıklarına karşı aleni gözdağı verme tutumunun boyutunu ise şu sözlerle dile getiriyor:
 
“İş dünyasından, siyasete, medyadan, akademiye uzanan bir yelpazede bu çevrelerin halen kümelendiğini biliyoruz. Eskisi kadar sesleri çıkmasa da bunlar buldukları her fırsatı kullanıyor. Buna geçtiğimiz günlerde Ankara’da yeniden şahit olduk. Öğrencilerimizin bir sınav öncesinde velileriyle birlikte camiye davet edilmesi, birilerini son derece rahatsız etti. (…) Ama aralarında gazeteci, siyasetçi, sendikacı olan kimi çevreler buna tahammül edemiyor. Güya laiklik maskesiyle kendi zihin dünyalarındaki faşizmi gizlemeye çalışıyorlar. (…) 28 Şubat artıklarına biz bugüne kadar boyun eğmedik, eğmeyiz.”
 
“İnşallah milletimizin ve yarınlarımız olan evlatlarımızın haklarına, hukuklarına ve özgürlüklerine el uzatılmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz.” diyor ve bunları söyleyebilme cüretini gösterebiliyor da.
 
Burada çok aleni bir şekilde, öncelikle Türkiye ve K. Kürdistan’da yaşayan diğer ulus ve azınlıklar, kendi tarih ve kültürlerinden kopartılarak yok sayılıp, hepsi toptan Türk milleti yapılıyor. Bu yaklaşım, aleni bir şekilde ırkçı Türk milliyetçiliği faşizmidir.
 
Öte yandan toplumdaki tüm diğer kültürel değerler ve inançlar yok sayılarak; hepsi, “manevi değerlerimiz” şemsiyesi altında tekleştirilerek; Erdoğan’ın mensubu olduğu Sunni İslam inanıcı kapsamına sokulmuş ki bu da faşizmin, İslamo-faşizm versiyonudur.
 
Söylem ve tepkilerinden de anlaşılacağı gibi Erdoğan, yerinin ve kat ettiği mesafenin sağladığı bir “güç zehirlenmesi” içerisinde, herkese parmak sallama, had bildirme ve de “gerekirse bunun için savaşırız” tehdidini savurma gözü karalığıyla arkasında duruyor “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin.
 
Bu demektir ki bir taraftan, “her ne pahasına olursa olsun bunu hayata geçireceğiz.” kararlılığını sergileyerek, tepki koyacak kesimleri korkutup sindirmeye çalışıyor; bir taraftan da cılız da olsa, dağınık ve bölük pörçük de olsa, gösterilen tepkilerden ölümüne denilecek boyutta ciddi bir korku ve tedirginlik içinde olduğunu gizleyemiyor.
 
Ve ama güncel olan bu tehlike ve tehdidin boyutu asla hafife alınır türden olmadığından; örgütlü, koordineli ve ardışık güçlü bir toplumsal karşı koyuş gerekiyor. Aksi takdir de hani deniyor ya; “geliyor gelmekte olan”!
 
Yani sorun özgülünde süreci karakterize eden temel olgu; laik ve bilimsel esaslar üzerine oturan eğitim-öğretim modelinin tasfiye edilerek, yerine, dini esaslara dayalı bir modelin geçirilmesidir. Bununla murat edilen ise; toplumu bir bütün olarak “Türk-İslam Sentezi” ideolojisi tahakkümü altına sokmaktır. Hal böyle olunca da buna karşı yapılabilecek şey bellidir: Etkili bir toplumsal direniş hattı örmek!
 
İstisnalar hariç, örgütlü toplumsal tepkiler, genelde kendiliğinden ortaya çıkmaz; bir şekilde vesile olmak, ön ayak olmak ve de bilinçli-iradi bir gayretle bunları örgütlemek gerekiyor. Nitekim, bu yönlü bir gayret var da. Mesela; KESK ve bağlı sendikalar, DEM Parti, EMEP, Sol Parti, SYKP, TİP, Yeşil Sol Parti, Halkevleri, Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan  Abdal Kültür Derneği, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Demokratik Alevi Dernekleri, İHD, Mülkiyeliler Birliği, EĞİTDER, TMMOB ve bağlı odalar, Laiklik Meclisi, VELİDER ve Özel Sektör Öğretmenler Sendikası gibi azımsanmayacak sayıda kuruluşun oluşturduğu “MÜFREDATI GERİ ÇEKİN PLATFORMU” gibi bir oluşumla,  karşı bir duruş organize edilmeye çalışılıyor. Bu gayeyle, 11 Haziran’da bir boykot çağrıları var. Kuşku yok ki önemli ve değerli bir gayret.
 
Peki nerede bunu, yapması gereken diğer özneler? Özellikle de devrimci sol-sosyalist ve komünist yapı ve oluşumlar, keza DİSK ve diğer ilerici, demokrat sendika ve sivil toplum kuruluşları ve keza cumhuriyet ve laikliğin kırmızı çizgileri olduğunu söyleye gelen bir CHP (platformun verdiği bilgiye göre bu parti sadece “destekleyen parti” olarak dahil olabilmiş. Tutarsızlık ve iki yüzlülüğün dik alası bir tutum örneği), TKP ve laiklik savunucusu diğer siyasi partiler? Harekete geçmek için bunlar neyi ve kimi bekliyorlar acaba?
 
Halil Gündoğan.
 
8.06.2024
 
 
3590

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar