Cumartesi Mart 1, 2025

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Ta kuruluş sürecinin ilk yılları itibariyle şeriata dayalı sistemi kaldırıp, yerine (tartışmalı ve yarım yamalak da olsa) laik devlet sistemine geçildiğini Anayasal güvenceye kavuşturan bir “Anayasal hukuk devleti” düşünün ki göreve gelen Cumhur Başkanı dahil tüm bakan ve milletvekilleri, yaptıkları yeminde, birçok şeyin yanı sıra; “(…) demokratik ve laik Cumhuriyete (…) bağlı kalacağıma; (…) ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; (…) namusum ve şerefim üzerine and içerim.” şeklinde, “namus ve şeref sözü” vermiş olmalarına rağmen; örneğin o Cumhur Başkanı, İstanbul Adliyesinde “şeriat isteriz.” gösterisi yapanlara tepki koyup, bunu ve iktidarın suskunluğunu eleştirenleri; “şeriata karşı çıkmak, İslam’a karşı çıkmaktır.” diyerek tehdit edip, şeriat isteyenleri açıktan sahiplenebiliyor. 

Keza sosyal medyada şeriat ve laiklik tartışması yapan iki kişiden, laikliği savunan hakkında, hem de aslı astarı olmayan, yani düpedüz koca bir yalanla; “dinimizi ve peygamberimizi aşağıladı.” gerekçesiyle, savcılık ve mahkeme safhalarını da atlayarak, doğrudan bakan olarak kendisi devreye girip, yakalama kararı çıkarttıklarını kamuoyuna açıklayabiliyor. Ve elbette burada da Anayasalarının suç saydığı şeriatı savunanı/savunan ve tıpkı birer İŞİD militanı gibi, kelle kesip, kan akıtma tehdidiyle topluma korku salmaya yeltenen azgın yobaz dinbaz güruhu açık bir şekilde sahiplenip, koruyarak!

Şeriat tehdidinin bugün artık nasıl soyut bir tehdit olmaktan çıkıp, bizzat Cumhur Başkanının doğrudan himayesinde, peyderpey toplumsal yaşama enjekte edilmekte olduğunu ve de bunda ki kararlılığı göstermek için, daha başka somut pratik örnekler sıralamaya hiç mi hiç gerek yok. Çünkü bu iki örnek, bunu zaten bütün yönleriyle somutlamaya haydi haydi yetiyor aslında.

Hayatta öyle şeyler vardır ki şayet zamanında gereken tepkiyi koymaz, gereken önlemi alamaz ve de zamanında yapılması gerekenleri yapmaz isen; “yangının bacayı sarması” sonrası yapılacakların kifayetsizliği misalinde olduğu gibi, hem bir şeyler yapmak için artık çok geçtir ve hem de yerleşeni yerinden etmek, öyle pek de o kadar kolay olmayacaktır. Çökmeyi görsün toplumun üzerine koyu karanlık zulüm sistemi; çöktükten sonra onu kaldırmanın hiçte kolay olmadığını, uzaklarda veya çok eskilerde aramaya gerek yok herhalde ki; yakın komşumuz İran örneği ve 12 Eylül süreci bunun en ibretlik örneklerindendir.

Ve ama maalesef ki toplumun azımsanmayacak büyüklükteki ilerici-demokrat ve laiklik yanlısı kesimleri ve keza kendisini sol-sosyalist ve komünist addedenlerin de önemlice bir bölüğü ve keza kendisini “Atatürk devrimleri ve Cumhuriyetin temel ilkeleri”nin, dolayısıyla da laikliğin baş bekçisi olarak topluma lanseden ana muhalefet partisi CHP ve keza laiklik yanlısı diğer kesimler, ya bu tehdidi ve de tehlikeyi önemser bulmuyor ya da bu tehdit ve tehlikenin ciddiyet ve büyüklüğünün yeterince idrakine varamıyor ki adeta “ölüm uykusundaymış gibi”, bir tepkisizlik içindeler. Anlaşılır ve de izah edilebilir gibi değil doğrusu.

Bu kesimleri uyarmak ve harekete geçmelerini sağlamak için alttan taban baskısı mı oluşturmamız gerekiyor acaba? Durum, biraz böyleymiş gibi görünüyor!

O halde mecburen, taban inisiyatifiyle organize olup, elbirliğiyle bunu yapmalıyız. Çünkü şayet bu tehdidi püskürtmek için gereken toplumsal tepki bugün gösterilemezse; yarın, her şey için artık çok geç olabilir.

3666

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar