Doğu Rüzgarı, Batı Rüzgarını Yenecek!
Emperyalist kapitalist sistemin krizi dünya çapında etkilerini gösteriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal saldırısıyla keskinleşen ve derinleşen kriz, beraberinde rakip emperyalist kampların birbirine yönelik hamleleriyle sürüyor. Rusya’nın “nükleer silah kullanma” ve savaş için “kısmi seferlik” ilanının ardından işgal ettiği bölgelerde düzenlediği referandumla bu bölgeleri ilhak etmesi; Rusya üzerinden Almanya’ya doğalgaz taşıyan Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarındaki sabotaj ihtimali güçlü olan patlama ve sızıntılar bu çelişkileri daha da keskinleştirmiş durumdadır.
Çelişkilerin keskinleşmesi emperyalist kapitalist dünya sisteminde etkileri önümüzdeki yıllarda daha net görülecek olan sonuçlara yol açacaktır. ABD ve Çin emperyalizminin, Tayvan üzerinden karşı karşıya gelmesi bir yana -ki bu çelişki önümüzdeki yıllarda daha da keskinleşecektir- örneğin AB içinde belirleyici güçlerinden olan Alman emperyalizmi sözcülerinin yaptıkları kimi açıklamalar, önümüzdeki süreç içinde kapitalist sistemin dünya halklarına yönelik savaş, açlık, yoksulluk, göçmenlik vb. başka bir şey vaat etmediklerini göstermektedir.
Kriz beraberinde Avrupa Birliği devletlerinde silahlanmaya kaynak ayrılması, enflasyonun ve enerji fiyatlarının yükselmesi, kamu harcamalarının kısılması vb. politikalarını gündeme getirirken; halkların bu politikalara karşı gelişecek olası tepkilerine karşı ise ırkçı ve faşist partilerin önünün açılması, desteklenmesi ve hatta son İtalya seçimlerinde görüldüğü üzere iktidara getirilmesi süreci yaşanmaktadır. Açık ki tüm bunlar tesadüf değildir.
Kapitalist sistemin uygulamaya koyduğu neo-liberal politikaların doğal sonucudur. Kapitalizmin düşen kâr hadlerini yükseltmek için devreye soktuğu bu politikalar; sosyalizmde yaşayan geriye dönüş ve modern revizyonizmin iktidarıyla birlikte SSCB’nin yüzündeki sosyalist maskeyi çıkarıp atması ve tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte, dünya halklarına “kurtuluş” umudu olarak propaganda edildi.
Gelinen aşamada, kapitalist sistemin aşırı kâr hırsının doğal sonucu ve ürünü olan “iklim krizi” ve buna eşlik eden ekonomik kriz, ABD-AB ve Rusya emperyalizminin Ukrayna üzerinde yürüttükleri savaşın sonucu olarak gösterilse de, bu yanıltıcıdır. Bahsi edilen çelişkiler, kapitalist sistemin doğasında vardır ve Ukrayna üzerinden emperyalist klikler arasında yaşanan savaş, bu çelişkileri daha da keskinleştirmiş ve derinleştirmiş durumdadır.
Bunu net olarak ifade etmek gerekir.
ABD ve AB emperyalistlerinin amacı Ukrayna halkının özgürlüğü ve refahı değildir. Tersinden, Rusya emperyalizmin amacı işgal ettiği bölgelerde Rus etnik kökenine sahip Ukrayna vatandaşı halkın özgürlüğü ve bağımsızlığı değildir. Savaşın nedeni, emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu kriz, emperyalist kliklerin pazar dalaşı ve hegemonya mücadelesidir.
Faşizmin algı operasyonları
Sistemin içinde bulunduğu durum, emperyalizmin yarı-sömürgesi olan ülke ekonomilerini de doğrudan etkilemektedir. Örneğin kurulduğu günden beri, emperyalizmin yarı-sömürgesi olan Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum; yaşanan ekonomik kriz ve halkın alım gücünün çarşı pazarda yaşadığı korkunç düşüş bu süreçten bağımsız değildir. Emperyalist kapitalizmin krizi, aralarında Türkiye’nin de olduğu yarı-sömürge ülke ekonomilerini daha derinden etkilemektedir.
Bu durum her ne kadar; “Benim ülkemde marketlerde raflar boş değil. Ama Amerika’da bile bugün raflar boş, Fransa’da raflar boş, Almanya’da raflar boş” (R.T.Erdoğan, 20 Eylül) ya da Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin “Neo klasik … epistemolojik … heteredoks yaklaşım…davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle…” (30 Eylül) açıklamalarında olduğu gibi mizah konusu yapılsa da durumun ciddi olduğunu ifade etmek gerekir.
Türk hakim sınıf sözcülerinin bu türden açıklamaları, halihazırda var olan ekonomik kriz nedeniyle olsa da asıl olarak seçim sürecine yönelik kapsamlı bir algı operasyonun parçasıdır. Faşizmin sözcüleri ekonomik kriz nedeniyle azalan kitle desteğini konsolide etmek için diğer ülkelerdeki ekonomik krizinin sonuçlarını propaganda etmektedirler.
“Herkes kötü, sabredin” diyerek kendi hırsızlıklarını gizleme çabası içindedirler. Ancak bunu yaparken gerçekleri açık etmek zorunda kalmaktadırlar. Örneğin R.T.Erdoğan bir açıklamasında batıyı hedef alırken; “Bu ülkelerde yaşayan herkes yüzde 8-9 oranında açıklanan rakamlarla, gerçek enflasyon oranları arasındaki devasa farkı iyi biliyor” demektedir. (27 Eylül)
Böylelikle R.T.Erdoğan bu sözleriyle faşizmin resmi kurumu olan TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarının “gerçek enflasyon oranı” yansıtmadığını da kabul etmektedir. Her açıklama ve davranışları halk kitlelerini yanıltma ve manipülasyon üzerine kuruludur. Bu türden açıklamaların belli oranda mizah konusu yapılması anlaşılır olsa da halkın belli bir kesimi üzerinde etkisi olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu etkinin nedeni ise elbette rakip hakim sınıf kliği sözcülerinin yetersiz muhalefetinde değildir. Çünkü emperyalizmin bir yarı-sömürgesi olarak, bu hakim sınıf klikleri sözcülerinin de ekonomik alanda halka önereceği çözüm, “üç aşağı beş yukarı” aynıdır.
Aynı olmak zorundadır.
Şimdilerde “helalleşme”, “hesaplaşma” söylemleri eşliğinde propaganda edilip halk kitlelerine pazarlanan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun en fazla yapacağı “beşli çete”nin yerine başka müteahhit çetelerine devlet ihalelerini peşkeş çekmek olacaktır.
Dahası AKP-MHP iktidarına muhalif olduğu iddia edilen “altılı masa”nın bileşenlerinden örneğin DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın kısa bir süre önce AKP’de başta ekonomi olmak üzere bakanlık yaptığı ve halka yönelik ekonomik saldırı paketlerinde imzası olduğu bilinmektedir. Ya da aynı “muhalefet”te yer alan ve bir dönem AKP’nin Genel Başkanı olup Başbakanlıkta yapan Gelecek Partisi lideri Ahmed Davutoğlu’nun başta Kürt halkı olmak üzere halka yönelik katliam saldırıları biliniyor.
24 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında Türkiye halkına burjuva iktidar mücadelesi içinde yaşatılan katliam saldırılarının sorumluları olarak bütün bu politik figürlerin halkın karşısına rahat rahat çıkabilmeleri, politika yapabilmelerinin nedeni, devrimci hareketin güçsüzlüğü, demokratik ve ilerici hareketin yetmezlikleridir.
Bu objektif durum beraberinde bütün bu halk düşmanı politik figürlerin halkın karşısına çıkabilmeleri dahası AKP-MHP faşist iktidarına karşı “alternatif” olarak piyasaya sürülmelerine neden olmaktadır.
Devrimci eylem netleştiriyor!
İktidar ya da muhalefetiyle bütün burjuva kliklerin halk karşıtı politikalarında bu kadar pervasızlaşabilmelerinin nedeni esas olarak devrimci hareketin güçsüzlüğüdür.
Devrimci hareketin kitlelerle olan bağlarının gerilemiş olması, iktidarı ve muhalefetiyle bu karşı devrimci halk düşmanlarına alan açmaktadır. Devrimci hareketin uzunca bir süredir kitlelerle olan bağının gerilemiş olmasının nedenleri arasında elbette faşizmin saldırganlığı etkileyici olsa da belirleyici değildir. Belirleyici olan neden genelde devrimci hareketin özelde proleter hareketin izlediği çizgidir.
Devrimci ve komünist hareket adına izlenen sağ ve “sol” politikalar, kitlelerin içinde bulundukları duruma uygun ve devrimci temelde çözüm sunan değil, subjektif ve dogmatik politikaların izlenmesi beraberinde devrimci ve komünist hareketin önemli oranda kitlelerden kopmasına neden oldu. Politikanın en nihayetinde bir güç sorunu olduğu gerçeği beraberinde halk kitlelerinin gündemini esasen burjuva partilerin belirlemesine yol açtı.
Bu güçsüzlük sadece halk düşmanı burjuva partilere değil aynı zamanda halk saflarında olan reformist partilere de parlamentarizm temelinde politika yapmalarına ve devrimci eylemlere yönelik “kınama” açıklamaları yarışına girmelerine neden olmaktadır.
Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin Mersin’de gerçekleştirdiği son derece “meşru” ve “haklı” üstelik de sivil kayıpların olmadığı ve bu anlamıyla son derece “temiz” bir devrimci eylem, seçim ve demokrasi adına mahkum edilmekte, dahası eylemin zamanlaması gerekçe gösterilerek, kitlelerin bilincinde şüphe yaratılmasına hizmet edilmektedir.
Bu konuya dair uzun bir değerlendirme yapmamıza gerek yok. Karşı devrimin şiddetine karşılık devrimcilerin şiddeti meşrudur ve dahası gereklidir. Biz bunu günümüzün politik atmosferi içinde değil bundan yarım asır önce söyledik ve ilan ettik: “Gerici sınıflar bu şiddete ve zorbalığa, sömürülerini devam ettirmek için, hakim mevkilerini muhafaza etmek ve ebedileştirmek için başvuruyorlar. Bu bakımdan, onların halk sınıflarına karşı gösterdiği şiddet, aynı zamanda haksızdır. Bu haksız ve gerici şiddet, neyle uygulanıyor? Hakim sınıfların muhafızlığını meslek edinmiş daimi orduyla, polis teşkilatıyla, hapishanelerle vs. … devrimci şiddettir. Bu şiddet, tarihi açıdan meşru ve haklıdır. Bu ‘zulüm’ müdür? Gericilere sorarsanız öyledir. Ama bize sorarsanız, bu en doğal, en kaçınılmaz bir şeydir, haklı ve ilerici bir şeydir ve asla zulüm değildir!” (İbrahim Kaypakkaya)
Bugün devrimci bir eylem karşısında seçimler ve parlamentarizm hayalleriyle kınama yarışına girenler, gerçekte kendilerine bu zemini sunanın devrimci mücadele olduğunu, kitlelerin devrimci hareketi ve eylemi olduğunu asla unutmamalıdırlar. Yasal ve demokratik mücadeleyle “devrim mücadelesi” sürdürdüklerini iddia edenler, bu olanakları devrimci şiddet nedeniyle kazandıkları ve dahası bu olanakların ancak ve ancak devrimci şiddetle korunabileceğini akıldan çıkartmamalıdırlar. “Böylece ‘demokratik haklar’ dediğimiz şeyin, elde tutulmasının bile, gerici şiddete karşı, bir devrimci şiddetle mümkün olacağı, zorun, mukabil bir zorla altedileceği daha iyi anlaşıldı.” (İbrahim Kaypakkaya)
Ülkemiz koşullarında seçimler önemlidir. Ancak belirleyici değildir. Devrimci mücadelenin zaferi için hiçbir mücadele aracını reddetmemek gerekir ancak legal mücadeleyle ve hele hele devrimci şiddeti reddeden bir çizgiyle başarı kazanmanın, dahası kazanılan mevzileri korumanın imkanı yoktur. Legal olanaklardan taktik olarak yararlanmak iyidir.
Ancak bu taktiği strateji haline getirmek ve bu stratejiyi halk kitlelerine “devrim mücadelesi” olarak propaganda etmek affedilemez bir politik suçtur. İşçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin karşı devrimci şiddet karşısında silahsızlandırmaya hizmet eder ve etmektedir.
İşin ilginci aynı süreçte İran halkının ve özellikle kadınlarının gerici Molla rejimine karşı isyanını destekleyenler, ardı ardına açıklama yapanlar, Kürt kadın gerillalarının bu eylemi karşısında rahatsızlıklarını dile getirmektedirler. Bu ikircilikli tutum bizler açısından şaşırtıcı olmasa da Türkiye toplumunda kendisine ilerici, solcu ve hatta devrimci diyenlerin, kaynağını Kemalizm’in aydınlanmacı çizgisinden alan ve İran’ı “geri gören” sosyal şovenizminin etkisinin boyutuna da işaret etmektedir.
Kürt kadın gerillaların fedai tarzda eylemi, devrimci saflarda var olan reformizmin ve sosyal şovenimin etkisini gözler önüne sermiş durumdadır. Bir kez daha devrimci eylem, netleştirmiş, safları belirginleştirmiş, yolu temizlemiştir. İranlı kadınların direnişine selam duranlar, Kürt kadınlarının devrimci eylemi karşısında afallamışlardır. İranlı kadınların mücadelesini sınıf mücadelesi adına destekleyenler, Türkiye koşullarında kadınların mücadelesini ise “kimlik mücadelesi” olarak mahkum etmektedirler. Keskin sınıf mücadelesi söylemi ve saf proletercilik oynayan bu çevreler, bölgemizde sınıf mücadelesinin sadece artı değer sömürüsü ve karşıtlığı üzerinden yükselmediğinin ayırdında değillerdir.
Bölgemizde çelişkiler çok çeşitlidir ve zengindir. Bu çelişkiler sınıf çelişkisi esas alınıp devrimci mücadeleye kanalize edilmediğinde başarı kazanma, kitlelerin talep ve isteklerine devrimci temelde yanıt olma şansı yoktur.
İran halkının ve özellikle kadınların gerici Molla rejimine karşı başkaldırısı, elbette dünya çapında yaşanan ekonomik krizin etkisinden bağımsız değildir. İran rejiminin “büyük şeytan” ABD emperyalizmine karşıtlığı, beraberinde batının ekonomik yaptırımlarına neden olmakta, bu ise halkın yaşam koşullarını daha da kötüleştirmektedir. Kimilerine İran rejiminin anti-ABD’ci çizgisi, “direniş ekseni” ve anti-emperyalizm olarak propaganda edilse de, Molla rejimi hiçbir zaman anti-emperyalist olmadı.
İran rejiminin geçmişte Fransız, günümüzde Rusya ve yakın zamanda Çin ile yaptığı milyar dolarlık anlaşmalar, bu rejimin anti-emperyalistliğini değil, emperyalist klikler arasında denge ve saf tutma siyasetini gösterir. İran rejiminin anti-emperyalistliği “batı karşıtlığı”dır. Rusya ve Çin emperyalistleriyle ilişkileri son yıllarda özellikle daha da gelişmiş durumdadır.
İran rejiminin, emperyalistlerle ilişkisi ve İran hakim sınıflarının kendi iktidarlarının bekası adına İran halkına yönelik uygulaya geldiği faşist zulüm, işkence ve katliam politikası halkın direnişini ve mücadelesini durduramamıştır. Sistemin ekonomik krizi sadece kapitalist merkezlerde değil, emperyalizmin yarı-sömürgelerinde de etkisini göstermekte, halklar şu veya bu nedenle isyana durmaktadır.
“En geri en ileri” olmaya adaydır. Bir kez daha Başkan Mao’nun emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmeye başladığı o bilinen 1957 tarihli konuşmasında attığı slogan “Bu iki dünya arasında bir savaş. Batı Rüzgarı Doğu Rüzgârına galip gelemez; Doğu Rüzgarı Batı Rüzgârına üstün gelmeye mahkumdur” günceldir ve gündemdir.
Son süreçte yaşanan tartışmalar ve ortaya çıkan politik tablo bir kez daha birleşik devrimci mücadelenin gerekliliğini göstermektedir. Ortadoğu’da ve Türkiye’de çelişkiler keskinleşmekte, saflar netleşmektedir. Türkiye koşullarında seçimler gündemli ittifaklar kurulur ve saflaşmalar yaşanırken, seçim gündemini de ıskalamayan, bu sürecin sunduğu imkan ve olanakları sonuna kadar değerlendiren ancak onunla kendini sınırlamayan, devrimci şiddetin meşruluğunu ve gerekliliğini her fırsatta propaganda eden, dahası bunu büyük küçük devrimci eylemiyle ortaya koyan bir çizgiyi ısrarla sürdürmek gerekir.
Yaşananlar bir kez daha “Faşizme karşı tek yol devrim” sloganını gündemleştirmenin önemini ortaya koymuş durumdadır. Doğu Rüzgarı Batı Rüzgarını yenecektir.
Son Haberler
Sayfalar
Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.
Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.
Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.
Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?
Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.
İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.
AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.
Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.
ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.
Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.