Çarşamba Ocak 8, 2025

Emperyalist Savaş, Menteşeleri Sökülmüş “Göreceli Barış” Kapısını Zorluyor

“Emperyalist savaş tehlikesinin kapıya dayandığını, gelinen aşamada bugün hemen hemen herkes –burjuvazinin yayın organlarından The Economist de dahil- gizleyemiyorlar. Bunlar emperyalist savaşın ekonomik nedenlerini gizleyip, karşıtı olduğu emperyalist gücün saldırganlığına bağlarlar.

“… kapitalizmin nesnel gerçekliği, bizi emperyalist savaşın bütün koşullarının – bütün temel çelişmelerin keskinleşerek- olgunlaştığına götürüyor. Stalin, 2. Emperyalist savaşın gelişini 1927 yılında açıklamıştı. 

  Gelinen aşamada ise, emperyalistler arasındaki çelişme “barış” içinde çözülebilecek koşulları ortadan kaldırmıştır. Büyük bir emperyalist savaşa doğru gidildiği gerçeği gizlenemez duruma gelmiştir. Savaş, Trump, Putin, Şi Jinping vb. gibi bazı liderlerin salt kötü niyetli oluşlarından değil, kapitalizmin çarkının bu yönde işlemesinden kaynaklanıyor. Bu çarkı ancak ve ancak uluslararası proletarya ve ezilen halkların birliği ve mücadelesi durdurabilir. Başka kimse değil.”[1]

Bu yazı 12 Şubat 2018 yılında yayınlanmıştı. Yazının başlığı: “Emperyalist Büyük Savaşa Doğru” idi. Yazı, bir inceleme ve analiz yazısıydı. Emperyalistlerin ekonomik durumları, birbiriyle çelişmeleri ve çelişmelerin nereden kaynaklandığı vb. konular ele alınmış ve analiz edilmişti.

Yazıdan tam 4 yıl sonrada aynı şeyleri söyleyebiliriz: Emperyalist sermayenin temsilcilerinin kötü niyetinden değil, emperyalist sistemin kaçınılmaz olarak buraya varmasından, varacağından hareket etmek zorundayız. Emperyalizmin, savaş olduğu ve savaşsız yaşayamayacağı ve yeryüzünde emperyalizm var oldukça, savaş olmadan kapitalizmin kendini yeniden üretemeyeceği gerçeği, enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halklarının karşısına bir kere daha bütün çıplaklığıyla çıkmıştır.

Bütün AB ve ABD burjuva gazeteleri, yatıp kalkıp savaştan bahsediyor ve hatta savaşın başlayacağı günü saati büyük bir iştahla ve kışkırtıcı bir şekilde büyük puntolar altında yazmaktan zevk alıyorlar. Ve savaş başladığında ise, -aynen Belgrad’ın, Bağdat’ın bombalanmasında olduğu gibi- porno seyreder gibi kendilerinden geçeceklerdir.

Televizyonlar kendi ülkelerinin ordularından sık sık söz ettikleri gibi, orduda askerlerin nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını özendirerek yayınlamaya başladılar.  Özellikle Alman devlet televizyon kanalları, son aylarda bunu sıklıkla yapar oldu. Bu propagandalar, toplumu savaşa hazırlamak içindir. Daha önceden İsveç devleti, kitleleri savaşa hazır olmasını istemiş  ve bunun tatbikatlarını yapmıştı. Emperyalist savaşa en isteklilerin başında ABD, İngiltere gelmekle birlikte, İsveç gibi küçük emperyalistlerde hiç de isteksiz gibi hareket etmiyorlar.

Dünya pazarları emperyalistler için giderek küçülüyor. Eski güçlü emperyalistler, yeni emperyalist güçler nedeniyle, eski hegemonyalarını kaybediyorlar. Bunların başında ABD geliyor. ABD’nin “fino köpeği” İngiltere ise, “fırsat bu fırsat, eski günlerime kavuşurum belki” diyerek, sahibinden daha fazla saldırganlaşıyor.

 Savaşın baş kışkırtıcısı hiç kuşkusuz ABD emperyalist haydudu. İkinci sırada onunla beraber İngiltere; Avusturalya ve peşinden diğerleri geliyor.

AB’nin büyükleri (Almanya ve Fransa) de  pek iştahlı olmasa da, yavaş yavaş savaş hazırlıkları yapıyorlar. Bunu, askeri yatırımlarından, görsel ve yazılı basında çıkan kışkırtıcı savaş naraları, orduyu yücelten yayınların sıklaşması… Basına daha şimdiden bu görev verilmiş gözüküyor: Toplumu savaşa hazırlayın diye! …

18 Şubat’ta başlayan ve iki gün süren Münih Güvenlik  Konferansı’nda, bütün Batılı emperyalistler, sözde “barışı” konuşmaya geldiler, ama, savaş ve daha güçlü savaş naraları ve yüksek perdeden tehditlerle toplantıyı sonlandırdılar. Özellikle de ABD emperyalizmin sözcüleri, emperyalist batı blokunun savaş örgütü NATO’nun “barış paktı” olduğunu üstüne basarak vurguladılar.

ABD, eski gücüne yeniden kavuşmak isterken ya da en azından hegomonik gücünün korumaya çalışırken, yeni gelişen emperyalist ülkelerin başında ise Çin emperyalizmi, hızlı adımlarla ABD’nin pazarlarını kapmaya devam ediyor. Rusya ise, yeni bir emperyalist güç olarak paylaşılmış pazarlardan pay isterken, daha çok da eski sosyal emperyalist SSCB’nin hegemonya alanlarını yeniden kazanmak istiyor ve yeni bir savaşa hazır hale gelmek için tüm gücünü seferber etmiş durumdadır.

Alman tekelci burjuvazisi, olası bir savaşta geri kalmak istemiyor. Daha şimdiden Güney Çin Denizi‘nde, Afrika’nın Mali ve daha bir çok ülkesinde asker konuşlandırmış durumda.

Genel anlamda, kutuplaşma  netleşmiş gibi: ABD öncülüğünde, İngiltere, Avusturalya ve AB, karşı cephede ise Çin, Rusya  ve bunlara bağlı ülkeler durmaktadır. Birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşları Avrupa’da çıkmıştı. Bir üçüncüsü de yine bu kıta da çıkacaktır. Zenginliğin ve kapitalist gelişmişliğin en fazla olduğu yer olmasının yanı sıra -ve eğer 3. Bir emperyalist dünya savaşı çıkacaksa-, ABD’nin bu güçlere dayanarak rakip emperyalist güçlere karşı savaşabilme gücünü bu ülkelerle birlikte bulmasından kaynaklanmaktadır.

Avrupa yine yoğun silahlanma ve savaş bölgesi ve ortada ciddi bir şekilde nükleer silahların kullanılması tehlikesi, savaş olduğu taktirde kaçınılmaz gibi görülüyor.

Her iki emperyalist kampta da Ukrayna, savaşın bir bahanesi olarak ileri sürülüyor. Ukrayna üzerinde dökülen göz yaşları, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta ve dünyanın daha birçok ülkesinde sürdürülen bitmeyen savaşlar, emperyalizmin gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

“Emperyalist Büyük Savaşa Doğru” adlı analiz yazımı, aşağıdaki şıklarla bitirmiştim. Bu şıklar bugün daha fazlasıyla geçerli ve olduğu gibi buraya alıyorum. Trump’un yerine “Biden” aldı. Burjuva liberallerin  ve bazı küçük burjuvaların “ileri demokrat” Biden”ı, selefini aratır oldu.

“Emperyalist Savaşın Kaçınılmazlığı

Emperyalist savaşın kaçınılmazlığının habercisi belli başlı nedenler şunlardır:

Birincisi; Bunların başında kapitalist ekonominin içinde bulunduğu kriz gelir. Emperyalist burjuvazi 2008 krizini kısmen aşmasına karşın yeni bir aşırı üretim kriziyle karşı karşıyadır. Ekonomi borçla yürümektedir. Ülkelerin toplam borcu dünya gayri milli hasılasının %320’si kadardır. Yani, ortada sermayeden çok borç var ve borçlu olmayan hiçbir ülke yok gibidir. Emperyalist merkezlerdeki borsalarda düşüş yaşanmaktadır.

İkincisi; Silahlanma gelir. Ülkelerin son beş yıl içinde silahlanması %10 artmış durumda. Silahlanma yarışı içine girmeyen ülkeler yoktur. Bir taraftan askeri harcamaları artırırken bir yandan da silahlanma yarışına girilmiştir. Büyük emperyalist ülkelerin (ABD, Çin, Rusya vd.) askeri harcamaları ve dünyanın  farklı bölgelerinde asker konuşlandırmaları artmıştır. ABD’nin dünyanın çeşitli yerlerinde 250 bin kişilik askeri vardır. Bunun dışında Çin ve Rusya’yı askeri olarak da çember içine alma hamleleri sıklaşmaktadır. Buna karşı ise söz konusu ülkelerin hamleleri vardır. Çin devlet başkanı, ordusuna savaşa hazır olmaları çağrısı yapmıştır.

Üçüncüsü; İç faşistleşme ve ırkçılık artmaktadır. Bütün AB ülkelerinde bu gelişme son beş yıldır hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Irkçı-faşist partiler bu merkezlerde ya ikinci ya da üçüncü sıralardadır. Bazı ülkelerde ise iktidarda yer almaktadırlar. Buna karşı işçi ve emekçilerin haklarında büyük kısıtlanmalara gidiliyor. Demokratik hak ve özgürlükler giderek daraltılıyor. Fransa ve Almanya’da bu güncel haldedir. Göçmenler vesile edilerek ırkçı ve yabancı düşmanlığı geliştiriliyor ve yabancılara (göçmenlere karşı) daha sert politikalar uygulanıyor.

Kitlelerin demokratik hakları yanında ekonomik hakları da gasp edilmekte ve işçi sınıfı üzerindeki sömürü oldukça ağırlaştırılmaktadır. İç faşistleşmenin ve gericileşmenin en önemli belirtilerin başında kitlelerin demokratik ve ekonomik hakların gasp edilmesi ve sömürü koşullarının daha da ağırlaştırılması gelir. Bugün bu bir gerçekliktir.

Dördüncüsü; Emperyalist kutuplaşmaların ve emperyalistler arası çelişmelerin keskinleşmesi. Ortadoğu, Güney Çin Denizi, Doğru Avrupa (Ukrayna vd.), Kafkasya ve Afrika’da çelişmeler derinleşmiş ve keskinleşmiştir. Bu bölgeleri yeniden paylaşım savaşları vekalet savaşlarından doğrudan emperyalistlerin kendilerinin karşı karşıya geldiği bir döneme girmiştir.

ABD’nin Çin’e vergi uygulaması, Çin’in buna karşılık vermesi, Rusya’ya karşı uygulanan ağır dışlatma politikası (Rus diplomatlarının sınır dışı edilmesi olayı), ABD’nin “Ulusal Güvenlik Belgesi”nde açıktan Çin’i düşman ilan etmesi ve meydan okuması ve “küreselleşme” vb. yerine ulusal çitlerin örülmek istenmesi, yani vergilerle çitler örülmesi, emperyalist burjuvazinin savaş hazırlıkları olarak okunmalıdır

Beşincisi; Emperyalist burjuvazi artık gibi dünyayı yönetemez duruma girmiştir. ABD emperyalist burjuvazisinin biçimlendirdiği Yeni Dünya Düzeni (YDD) yıkılmıştır ve bunun ciddi sancısı çekilmektedir. Çin kendi emperyalist düzenini dünyaya vermeye çalışmaktadır. En saldırgan güç ve savaş kışkırtıcısı olarak öne çıkan ABD emperyalist yönetimi savaşa göre şekillendirmektedir. Yani, bir nevi emperyalist savaş hükümeti oluşturulmaktadır.

Altıncısı; Kitlelerin eskisi gibi yaşamak istememesi. Bu birçok ülkede kitlelerin sokaklara dökülmesinde, işçilerin grevlerle ekonomik hakların gaspına karşılık vermesinde kendini göstermektedir. Burjuvazi, kitlelerin tepkilerini baskı ile bastırma yöntemiyle önlemeye çalışmaktadır. Türkiye, Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Meksika vb. ülkelerde kitle hareketleri polis ve askeri güçler ile bastırılmaya çalışılıyor. ABD’de devasa kitle gösterileri yapılıyor. Irkçılık ve bireysel silahlanma ve Trump yönetimi protesto ediliyor. AB ülkelerinde ise, başta Fransa ve  Polonya’da olmak üzere birçok ülkede kitleler hükümetlerin uyguladığı hak gasplarını protesto ediyor.

 Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında, emperyalist savaşın kaçınılmaz olduğunu ve esas akımın savaş olduğu saptamasında bulunmak abartı olmayacaktır. Komünistler mücadele taktiklerini buna göre oluşturmalıdır. Kitleler, emperyalist savaşa karşı mücadeleye çağırılmalı, emperyalist savaşa ve faşizme karşı birleşik cephenin oluşturulması esas olmalıdır. "                                          

***


[1] Yusuf Köse, “Emperyalist Büyük Savaşa Doğru”, dört bölüm olarak, www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/emperyalist-büyük-savasa-dogru-birinci-bölüm ve yayınlanmıştı.

 

 

5348

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar