Cuma Kasım 15, 2024

TKP-ML MK SB: 1 MAYIS, GERÇEK VİRÜS EMPERYALİST-KAPİTALİST SİSTEME KARŞI MÜCADELEDİR!

Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halkları, Birleşin!

Burjuvazi ile işçi sınıfı ve milyonlarca ezilen emekçi yığınlar arasındaki savaşımda, en önemli kilometre taşlarından biri olan 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü, devrim ve karşı-devrim güçlerinin saflarının daha da netleştiği, çelişkilerin daha bir açık hale geldiği, ezilenlerin öfkesinin henüz kabuğunu kıramamış olsa da biriktiği bir süreçte karşılıyoruz.

Elbette bu tablonun açık hale gelişinin en önemli sebeplerinden biri, işçi sınıfı hastalığı olarak görülmesi gereken koronavirüs salgınıdır. Tüm dünyada bugüne kadar üç milyonun üzerinde insan salgın nedeniyle yaşamını yitirmiş durumda. Yaşamını yitirenlerin çoğunun olduğu gibi en çok fakirleşenler de işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleridir. Bu apaçık ortada bir gerçekliktir.

Emperyalizmle bağlantılı kimi kuruluşların yaptıkları raporlamalarda bu gerçeklik, günlük 1.90 Doların altında kazanan ve “aşırı yoksul” olarak tanımlanan insan sayısının 434 milyondan 1 milyara ulaşacağı tahminlerine yansımaktadır. Bu durum, 2008 ekonomik krizinden bu yana toparlanamamış olan ekonomik krize karşın, pandemi sürecinde dünya milyarderlerinin toplam servetinin 5 trilyon Dolarlık artışla 13.1 trilyon Dolara ulaşmasında da görülmektedir. Bu kapitalistlerin artan zenginliğinin sahibi, pandemi sürecinde ölümüne çalıştırılan işçi sınıfı ve emekçilerdir. Salgın sürecinde milyarderler listesine giren 660 kişiyle birlikte 2 bin 755 kişiye ulaşan kan emicilerin harcadığı her kuruşta, işçi sınıfı ve emekçilerin sadece alınteri değil, aynı zamanda kanı vardır. Dünyanın en zengin 10 kişisinin servetinin, tüm dünya halklarının aşı olmasına imkan sağlayacak kadar fazla olması, yoksulları koronavirüsün değil, zenginlerin öldürdüğünün kanıtıdır. Kısacası birileri yoksullaşırken birileri de zenginleşmekte; yoksullaşma, birilerinin zenginleşmesi pahasına olmaktadır.

Burjuvazi, dünya çapında zenginliğine zenginlik katar, emperyalistler arası rekabetin ürünü olarak aşı savaşları yaşanırken, onların temsilcileri olan devletlerin, halklara pandeminin ilk süreçlerinde yapmayı vaat ettikleri “sadaka-yardımlar” dahi çok kısa sürede unutturulmuştur. Bu durum ülkemiz açısından ise vahim bir haldedir. Öyle ki, OECD ülkeleri arasında milli gelirine oranla, pandemi sürecinde halka en az kaynak ayıran iki ülkeden biri Türkiye’dir. Bu kaynağın içerisinde sağlık harcamaları da bulunmaktadır, ki bu rakam milli gelirin sadece yüzde 1.1’ine denk düşmektedir.

Pandeminin başında sözde işten çıkartmaları yasaklayan AKP-MHP iktidarı, patronların eline “ücretsiz izne çıkarma” ve İş Kanunu’nda yer alan “Kod-29”u yani “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” nedeniyle işten çıkartma silahını vererek işten atma yasağının çok basit bir kandırmaca olduğunu göstermiştir. Özellikle Kod-29, haklarını almak için sendikalarda örgütlenen, direnen işçilere yönelik özel bir saldırı politikası haline gelmiştir. Kod-29’la işten atılan işçilerin, işsizlik ödeneği hakkını da kullanamaması iktidar açısından tam bir kazan-kazan durumu yaratmaktadır. Nitekim geçtiğimiz yıl, Kod-29’la işten atılan işçi sayısı 176 bin 662 iken, ücretsiz izne çıkartılanların sayısı ise 2 buçuk milyonu geçmiştir. Yani üç milyona yakın emekçi, “işten atma yasağı” sürecinde işsiz bırakılarak ölüme terk edilmiştir.

Dipten Gelen Dalga Yüzeye Vuruyor!

Türk egemen sınıfları ve onların temsilcisi AKP-MHP iktidarı, pandemiyi sadece emekçilerin alınterini daha fazla sömürmek için değil, aynı zamanda doludizgin bir faşizmle halkın zaten kırıntı düzeyindeki demokratik-sosyal haklarını gasp edip, mücadele etmesinin önüne kalın duvarlar örmek için de kullanmaya çalışıyor. Bunun en bariz örneklerinden biri, “lebalep kongrelerde” salonlara binlerce kişiyi tıkanların; işçilerin, emekçilerin sokaktaki hak arayışının önüne koyduğu “pandemi kısıtlamaları”dır. Sokak eylemlerine pandemiden kaynaklı yasak diyerek saldırıp, gözaltına aldıkları insanları polis otobüslerine tıkabasa doldurmalarıdır. Kadınların uzun yıllar mücadelesinin sonucu olarak kazandıkları ve kadına, LGBTİ+lara yönelik şiddeti önlemek üzere hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece yarısı cumhurbaşkanlığı genelgesiyle çöpe atılmak istenmesidir. Fırsattan istifade Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyum rektördür. Türk devletinin hiç değişmeyen hedefi olarak Kürt halkının mücadelesine, kazanımlarına yönelik saldırılarına hız kazandırması, HDP’ye yönelik kapatma davası açmasıdır. Ağzını açanın evine, “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla sabahın beşinde koçbaşlarıyla kapılarını kırarak, kar maskeli özel harekat polisleriyle baskın yapmalarıdır.

Buna karşın parçalı ve yeterli dayanışma desteğinden yoksun olsa da, işçi sınıfının, emekçilerin, kadın ve LGBTİ+’ların, ezilen inançlara mensup halkın, Kürt ulusunun faşizmin bu saldırganlığına karşı fiili meşru mücadelesi alanlardan geri çekilmiyor. Faşizmi yıkıp özgürlüğümüzü kazanmak için, ihtiyacımız olan, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin farklı katmanları arasındaki dayanışma ve birliği güçlendirmek, bu şekilde birleşik bir mücadele hattı yaratmaktır.

Özellikle yukarıda bahsettiğimiz ekonomik, politik tüm alanlarda yürütülen saldırganlık ve tüm dünyada giderek yükseltilen faşizm dalgasına karşı coğrafyamızda anti-faşist cepheyi örerek, bu cephe içinde başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenleri birleştirmek, enternasyonal alanda ise anti-faşist, anti-emperyalist güçlerle ortak bir zemin yakalayarak örgütlenmek son derece önemlidir. Öyle ki, pandemi sonrasının dünyasının belirgin iki karakteristiğinden birinin faşizmin yükselişi, diğerinin ise bıçağın kemiklerine dayandığı ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan halkların biriktirdiği öfkenin dışa vurumu olarak büyük halk hareketleri olacaktır diyebiliriz. Ortak bir dil tutturan, ortak şiarlar haykıran, ortak düşmanı hedefleyen ve birbirini tetikleyen bu hareket dalgası egemenlerin hesaplarını mutlaka bozacaktır. Anti-faşist güçler, bu gerçeklikten hareketle “düzen siyaseti” zeminine hapsolmayarak fiili meşru direniş ve mücadele zeminine dayanan örgütlenmelerle bu süreçten ezilenler adına özgürlük, adalet ve kurtuluş yolunda bir adım atabileceklerdir. Böylesi bir sürecin öznesi ve geleceğin inşacısı ise hiç kuşku yok ki işçi sınıfıdır.

Tüm Gücümüzle Yüklenmenin Zamanıdır!

1 Mayıs, büyük bir direnişten doğmuş, tüm dünyada proletarya ve ezilen halk ve ulusların büyük kavga ve direnişlerinde yaşatılarak enternasyonal kurtuluş kavgasında sembolleşmiştir. 1 Mayıs’ın tarihini yazan işçi sınıfı, bu yıl 150. yıldönümü olan Paris Komünü’nü yaratmış ve ilk proletarya iktidarının örneğini kazandırmış bir sınıftır. Komün sadece 70 gün yaşayabilmiş olsa da, Komün’ün derslerinden beslenen Sovyet ve Çin Devrimleri başta olmak üzere bugüne kadar dünya halkları uluslararası emperyalist burjuvaziye karşı önemli mevziler kazandılar.

Bu nedenle, bugün yaşanan kriz ve halklara yönelik saldırganlığın ortaya çıkardığı yıkımın ezenler için mi, ezenler için mi olduğuna sınıf mücadelesi karar verecektir.

Partimiz TKP-ML, dünyayı yaratan emeğin sahiplerini, ücretli köleler ordusunu, işçi sınıfını ve tüm ezilenleri, sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya için örgütlenmeye, mücadeleye çağırıyor. Faşizmi yıkıp özgürlüğümüzü kazanmanın başka bir yolu yoktur. “Bugünü de atlattık” diyerek, faşizmin kendiliğinden yıkılmasını bekleyerek, seçim sandıklarına gömülmelerini umarak kurtuluş mümkün değildir. Kurtuluşumuzun yolunu göstermek için tüm işçileri, emekçileri, kadınları, LGBTİ+’ları, Alevileri, Kürtleri, Ermenileri, bu iktidara karşı bir sözü herkesi 1 Mayıs’ta her yeri direniş ve mücadele alanına çevirmeye çağırıyoruz.

 

Yaşasın 1 Mayıs! Bijî 1 Gulan!

Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Demokratik Halk İktidarı Mücadelemiz!

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Yaşasın Marksizm Leninizm Maoizm!

TKP-ML MK SB

Nisan 2021

3807

ANALİZ: TC ve ABD’nin Kürdistan’da Kendi Kürdünü Yaratma Politikası

 

CHP heyetinin Hewler ziyareti öyle kısa vadeli hesaplarla yapılmış bir ziyaret olarak değerlendirilmemelidir. Bu ziyaretin özellikle ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları için uzun vadeli bir planın adımlarından biri olduğu kuşku götürmezdir.

 

Türk Tekelci Devletin Yumuşak Güçleri

Her emperyalist ülkenin, kültürel yayılmacılığı da vardır. Kendi ekonomik ve politik nüfuz alanların genişletmek ve geliştirmek için birçok “barışçıl” gözüken aracı da devreye sokarlar. Bunlar, yardım kuruluşları, dini kuruluşlar ve çeşitli adlarda sivil toplum kuruluşlarıdır. Aynı zamanda, her ülkenin dilinden radyo ve TV yayınları da yaparlar ya da yapmaya çalışırlar. Türk tekelci devleti, uzun zamandır, bunları “iyi yapan” ülkelerin başında geliyor.

Türk devletinin denetiminde olan yardım kuruluşların başında TİKA, DEİK, AFAD, Yunus Emre Enstitüsü gelmektedir.

EYLÜL;Nubar OZANYAN

Zalimler ellerinde bulundurdukları olanakları en iyi şekilde kullanarak darbe, katliam, linç hafızası yaratırlar. Mazlumlara ait özgürlük düşlerini, direniş tarihini alt üst ederek ve silerek yok etmeye çalışırlar.

Mazlumlar ise özgürlük ve direniş hafızalarını korumaya ve güncellemeye çalışarak yeni direnişlerin yolunu açarlar. Zalimlerin çaba ve çalışmaları, onları hafıza katili olmaktan kurtaramaz.

SENTEZ | 40 Yıl Süren Afganistan İşgali, Taliban’ın Ülkeyi Ele Geçirmesi Ve Olasılıklar Üzerine…(1/2)

Taliban’ın Afganistan’ın büyük bölümünde iktidarı ele geçirmesini konu edinen bu makalenin birinci bölümünde, ülkenin tarihsel sürecine uğradığı işgaller bakımından bir değerlendirme ikinci bölümünde ise Taliban’ı doğuran zemin ve Afganistan’ın güncel durumuna ilişkin bir perspektif sunuluyor.

 

YORUM | Mustafa Suphi ve Komünist Hareketin 101. Yılı

Kemalist iktidara ilericilik atfeden Şefik Hüsnü TKP’si oportünizmin temsilciliğini yaparken Karadeniz’de boğulmak istenen Komünist Hareket 71 devrimci kopuşuyla yeniden ayağa dikilmiştir.

 

Birinci Emperyalist Paylaşım savaşının ön günlerinde İttihat ve Terakki partisinin Alman emperyalizmiyle yaptığı anlaşmalara karşı çıktığı için sürgün edilen Mustafa Suphi bir grup arkadaşıyla birlikte Rusya’ya geçer.

Ölümünün 45. Yılında Mao Yoldaşı Anıyoruz!

"Devrimi proletarya diktatörlüğü altında devam ettirilmesi teorisinin yanında, Marksist askeri çizgide Halk Savaşı teorisinin geliştirilmesi ve uygulanması, felsefe alanında çelişme yasası ve “zıtların birliği ve mücadelesi” yaklaşımı, Marksizm-Leninizm’in Maoizm aşamasına ulaşmasında belirleyicidir"

 

Komünizmi Sahte, “Cephe Çağrısı” Ulusalcı Olan Bir TKP

TKP[1] Merkez Komitesi, “yeni bir cephe açılmalıdır” başlığı altında bir cephe çağrısı yayınladı.[2] İçinde, Kürtlerin ve diğer azınlık ulusların ve sosyalizm olmadığı bir “cephe”.

Gerçekten de, “Bizi Kurtaracak Olan, Kendi Kollarımızdır!”[*]

 

 

“Gömülecek bir yerimiz bile yoksa vatanda

Ve dövülmüş köpek gibi yalnızsak

Bu suç bizim suçumuz ey emekçiler

Bu karanlık bizim karanlığımız!”[1]

 

“Devlet-mafya ilişkileri”, ya da daha kapsamlı bir deyişle “devlet-çete ilişkileri” bu ülkenin, deyim yerindeyse,   “sabite”lerindendir; gündem döner dolaşır, eninde sonunda bu konuya gelir… Adeta bir devlet rutini…

Örgütlülerin Handikabı

Çarşı (örgütlü) her şeye karşı.

Öncüye de, örgüte de, devlete de.

Ve yazar, geçiş dönemini içermeyen komünizmi eleştiriyor.

Şu koca dünyada komünizm karşısında örgütlülerin yaşadığı handikapı her halde başka hiç kimse yaşamıyordur.

Hemi geçiş dönemini içermeyen komünizmi eleştiriyorlar.

Hemi de eleştirdikleri geçiş dönemini içermeyen komünizm yerine  kendilerininde nasıl bir komünizm tezahür ettiklerini söylemiyorlar.

Sanki eleştirdikleri geçiş dönemini içermeyen komünizm geçiş dönemini içerseydi kabul edeceklermiş gibi.

15 Ağustos uyanıştır! (Nubar OZANYAN)

Kürt’ün yüzlerce yıllık kölelik ve uyuyan dünyasına yapılan en etkili devrimci müdahaledir, 15 Ağustos. Özgürlükle ve aydınlıkla tanışmanın ilk fişeğidir. Aynı zamanda yüzlerce yıldır süren kölelik dünyasından uyanışın, ayağa kalkışın devrimci yürüyüşüdür.

Umut, Umutsuzlukla Çatışarak Büyür…

Yeni duruma sıkça vurgu yapmamız boşuna değildir. Yeni durumu kavramazsak hatalarımızdan öğrenmeyi, yeni söylemlere açık olmayı ve dahası değişimin gerekliliğini yeteri kadar bilince çıkarmayı başaramayız. Keza yeni doğanı, gelişip büyüyeni doğru anlamak, tarihi anı doğru ve bütünsel okumakla orantılıdır.

Yine, yeni dönemin zorluklarına dikkat çekmek bir umutsuzluk ve karamsarlık işareti olarak görülmemelidir. Bu sadece bir gerçekliğin altını çizmektir. Ve yine, bu zorlukların içinde taşıdığı olanakları görmezsek, sınıf savaşımı için tarihi anı doğru okumamış oluruz.

Sayfalar