Yerel Seçimlerden Kaos Çıktı

Seçimleri herkes kendi sınıfsal penceresinde değerlendirmeye devam ediyor ve edecektir. Bazıları bu seçimlerden büyük anlamlar yükledikleri için, büyük beklentiler içine girdiler ve sonuçlar ortaya çıktığında hayal kırıklıkları yaşadılar. Ayrıca, seçimlerin sonuçları seçim öncesinden belliydi. AKP % 40’ın altına düşmeyecekti. Bütün veriler ve kamuoyu yoklamaları bu doğrultudaydı. AKP ve Erdoğan’da bunu bildiği için rahat davranıyordu.
Seçimlerde iki sermaye grubu çatıştı. Biri AKP’nin temsil ettiği sermaye grubu ve diğeri ise CHP ve MHP’yi öne çıkarmak isteyen TÜSİAD’ın önemli bir kısmı. Birinciler galip geldi, ikinciler ise seçimin mağlübu oldu. Ancak, her ikisinin de kazandığını söylemek doğru bir saptama olmaz. Bu seçimlerde, egemen sınıflar için bir “istikrar” tablosu değil, kaos çıktı. Sermaye grupları arasındaki çelişki giderek daha da keskinleşeceğe benziyor. Çünkü, Hükümette olan kesim, diğer sermaye gruplarının egemenlik alanlarına müdahale ediyor, onların hareket alanlarını daraltıyor ve daraltmaya çalışıyor. Bu sermaye grupları arasındaki savaşın genel doğasıdır. Ancak bu, bazan sertleşir, silahlı çatışmaya kadar varır, bazan ise barış içinde geçer. Şu anda barışçıl yön kapanmışa benziyor.
Bu seçimde olduğu gibi önümüzdeki genel seçimde, halka iki seçenek dayatılacaktır. Egemen sınıf kliklerinden birinden birinin tercih edilmesi. Zaten, kapitalist sistemde seçimin niteliği de böyle değil midir? Halkın ezici çoğunluğu, egemen sınıflar arasındaki çelişkinin aracı haline getirilir. 30 Mart yerel seçimlerinde bu daha net olarak görüldü. Halka, “kırk katır mı kırk satır mı” politikası dayatıldı. Halk, kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda oy kullanmadı ve bunun nesnel koşulları da yoktu. Burjuva yönetimi altında demokratik bir ortamın yaratılması da söz konusu olamaz. Burjuva klikleri, geniş yığınları kendi sısnıfsal çıkarları doğrultusunda yönlendirdi.
Özellikle burjuva demokrasisinin yerleşmediği ya da pek yaşanmadığı geri ülkelerde, seçimler egemen sınıf klikleri birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya serme olayaları sıkça yaşanır. Bu seçimin de en önemli özelliği bu oldu. Bu daha da devam edecektir. 12 yıldır iktidarda olan AKP’nin kirli çamaşırları oldukça fazla. Tek başına hükümet olması, oy oranının yüksekliği, ona pervasızca davranmayı getirmiştir. Yani, iktidarı diğerleriyle kısmen paylaşma yerine bütünüyle kendi egemenliği altına almaya çalışınca, bütün pislikleride ortaya döküldü.
Ne var ki, AKP seçmeni için, bunun fazlaca bir önemi olmadığı açığa çıktı. Aslında, halkın en geri kesimleri için, bunların fazlaca bir şey ifade etmediği bellidir. Bu tür yolsuzluk olayları Demirel hükümetleri döneminde de sık sık gündeme getirildi. Buna karşın Demirel yedi defa iktidara geldi ve en son ise Cumhurbaşkanlığı ile ödüllendirildi. Yani, halkımızın büyük bir kesimi için, yolsuzluk ve çalma olayları normal gözüküyor. Bu yüzyıllardır böyle olmuş. Geniş yığınlar için önemli olan, geçim sorunlarının çözülmesidir.
AKP ve Erdoğan’ın yolsuzlukları, hırsızlıklarının ortaya dökülmesi, kitlelerin önemli bir kısmını etkilemedi. Çünkü, AKP’nin seçim propagandasının ekseninde, kitlelerin alt kimliğini öne çıkarma ve biribirine karşı düşmanlığın geliştirilmesi ve derinleştitilmesi ve ekonomik gelişme ve “istikrar” vardı.
Erdoğan, uzun zamandır bu politikayı sürdürüyor. Kitleleri birbirine düşman etme, cepheleştirme... Geri kitleleri bir dikkatör etrafında tutmanın yoluda buradan geçiyor. Hitler, geniş yığınları, “yahudi düşmanlığı”nı üzerinde kemikleşmiş bir taban haline getirdi. Kitlelerin yahudilerden başka hiç bir “düşmanı yok” idi. Oysa, en büyük düşmanları kendilerini yönetendi. Bunu çok geç anladılar, ancak iş işten geçmişti.
Geri yığınlar için “özgürlük ve demokrasi” de fazla bir şey ifade etmiyor. İfade etseydi, seçim sonuçları biraz daha farklı olabilirdi. Önemli olan, ekonomik durumları ve alt kimliklerine “halal” gelmemesi.
Haziran Ayaklanması, politik özgürlüklerine sahip çıkan kitlelerin eylemiydi. Ancak, bu eyleme katılanlar, Türkiye geneline oranla azınlık bir kitleydi. Büyük bir kitle ise, poltik özgürlüklerin neler olduğundan heberi bile yoktur.
Yukarıda saydığım etmenlerin yanı sıra, bir önemli nokta ve hatta belirleyici olan ise ekonomik durumdur. AKP’nin “başarısını” ekonomik gelişmelerden ayrı ele almak doğru olmaz. Eğer kitleler oldukça yoksul ve ekonomik bir çıkmaz içinde olsalardı, seçimde tercihlerini değiştirebilirilerdi. Demek ki, ekonomik anlamda, halkımızın önemli bir kısmı için “bıçak kemiğe dayanmış” değildir. 12 yıldır aynı iktidar tarafından yönetilen kitleler, yoksullaşmaya karşın aynı partiye oy vermezler. Mutlaka farklı tercih denemelerine girişirler. Açlık ve geçim koşulları, her şeyin başında gelir. Dinsel ve diğer alt kimliklerin öne çıkarılması ve bunlar üzerinden düşman cephelere bölünmesi, bu denli uzun bir süreci kapsamaz. Bu seçimde hala aynı partiyi tercih ettiklerine göre, kitlelerin geniş bir kesminde ekonomik yoksullaşmanın olmadığını gösteriyor.
16 Mart’da Radikal Gazetesi’nde şöyle bir haber çıkmıştı;
“Borç, seçmenin kamçısıdır“ başlıklı yazıda çeşitli veriler sıralanırken, şöyle deniyordu:
„AK Parti'ye desteğin en önemli sebebi ekonomi. Verilere göre Anadolu'da bir 'kredili refah' dönemi yaşanıyor. Ev ve araba satışlarının, yükselen yaşam standardının kaynağı gelir artışı değil banka kredileri. Vatandaş istikrarın bozulmasından korkuyor ve seçmen tercihlerini bu endişe belirliyor.
TÜİK’in en 2012 sonunda yaptığı yaşam koşulları araştırmasına göre, 2009’da her 100 kişiden 29’u konut masraflarını karşılamakta zorlandığını söylerken, 2012 sonunda bu sayı 22’ye düştü. Yüzde 25’lik bir azalma var. Borç taksitlerini ödeyemeyenlerin oranı ise yüzde 14 azaldı. Yeni giysi alamayanların oranında yüzde 20 gibi yüksek bir düşüş söz konusu. Buna karşın bir haftalık tatil bile yapamayanların oranı yüzde 3, beklenmedik masrafları karşılayamayanların oranı sadece yüzde 1 azaldı. „
Bu yorumların ve verilerin yabana atılamaz. AKP’nin yüksek sayılabilecek bir oy alması, salt, kitlelerin alt kimliklerini kışkırtmasından kaynaklı olmadığı açıktır. Düşmanlaştırma ve cepheleştirme politikası AKP’ye oy kazandırsada esas neden ekonomik nedenlerdir. Kitlelerin refah düzeyinede gerileme olduğunda, alım güçleri düştüğünde, seçim zamanı parti tercihleride değişecektir. Erdoğan’ın bu denli parlayıp gürlemesi, tüm muhalif kesimleri tehdit etmesinin bir nedeni de arakasında böylesi bir seçmen kitlesinin olmasıdır. Bu nedenle, önümüzdeki süreç, daha baskıcı bir süreç olacaktır. Ancak, AKP ve Erdoğan’nın işi hiç de kolay olmayacağı da bir geçektir. Hem egemen sınıf klikleri arasındaki çatışma keskinleşirken, hem de demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkan kitlelerin bir kısmı ise yine sokaklarda olacaktır.
Bu seçim, ABD ve Batılı emperyalistlerin beklentilerine de karşılık vermedi. Onlar’da bir şekilde Erdoğan’ın gitmesini istiyorlar. Ancak bunu şimdilik askeri darbe yoluyla değil, “demokratik usul” dedikleri “seçim” yoluyla gitmesini istiyorlar.
BDP ve HDP ise, her zamanki oy oranını aldı. Kürtler, kendi seçimlerini yaptılar. Diğer sol partilerin ise, böylesi bir seçim atmosferi içinde fazlaca bir şansları yoktu. Zaten, genel kitlenin durumuda sol partileri tercih etmeye koşullu değildi. Birincisi, sol partilerin kitleler içindeki zayıflığı ve ikincisi ise, sol partilere oy vermeyi oyların bölünmesi ve AKP’nin kazanması olarak gördükleri için, tercihlerini CHP’de yaptılar.
Kısacası, önümüzdeki süreç devrimci ve komünistler içinde zorlu geçecektir. Baskı ortamı daha da artacaktır. AKP, kitleleri apolitize etme ve cepheleştirme çabalarını daha da artıracaktır. Bu onun kitleleri kendi sınıfsal kimlik ve çıkarlarından uzaklaştırma politkasıdır. Ancak, buna karşın kitleler yine sokaklara çıkacak ve baskı yasalarına karşı mücadele edecektir. Gezi'nin ruhu daha uzun bir süre devam edecektir.
Komünist ve devrimci kesimler ise, AKP faşizmine karşı ortaklaşa bir mücadeleyi geliştimekle karşı karşıyadırlar. Hem geniş yığınları etkilemek ve onlara siyasal bilinç götürerek demokratik hak ve özgürlükleri elde etme mücadelesi içine çekmek için, hem de daha örgütlü ve militan bir mücadele için kitle politikalarının üretilmesi gereklidir. İşçi sınıfı ve geniş yığınlar içinde derininliğine ve genişliğine örgütlenme çabaları usanmadan sürdürülmelidir. 02.04.2014***

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.