Cumartesi Mayıs 18, 2024

Devlet AKP’dir, AKP Kontra’dır

Eğer bir parti on yıldan fazla bir süre iktidarda kalıyor ve devletin tüm imkânlarını bireysel ve zümresinin çıkarları için kullanabiliyorsa bu büyük ölçüde bir partiden çok devletin ta kendisidir. Eğer öyle değilse de Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen oto-mandater rejim ile yönetiliyor demektir.

Bir proje olarak kurulan AKP, MGK’daki Kırmızı Kitabın içerisinden çıkan ve Stratejik Derinlik ile de makyajlanan bir Kontra örgütlenmedir. Bu kuruluş, özünü Abdulhamid’in Yıldız İstihbarat Teşkilatından almakla birlikte, MİT’in geleneksel işleyişine de sahiptir. Kadrolarından olan Bülent Arınç ve Mehmet Ali Şahin, Efkan Âla’nın hocaları konumunda ve yine Hoca kod adlı Ahmet Davutoğlu’da “Davut” soyundan gelen bir başka devşirme olarak İsrail’in bu kontra örgütlenme içerisindeki Türk soslu temsilcisi konumundadır. Bugün eğer bir DAİŞ belası varsa bu belanın ilerleyiş ve Türkiye içerisinde cirit atması öyle Davutoğlu’nun bilgisi dışında da değildir.

Bilindiği üzere Barak Obama’yı ABD Başkanlığına getirenler ile zamanında Ahmedinejadı Tahran belediye başkanlığından ve Erdoğan’ı da İstanbul Belediye başkanlığından Başbakan ve Cumhurbaşkanlığına getirenler aynı güçlerdi. Bu güçler Ortadoğu’ya verilecek dizayn çerçevesinde bir çok kadro yetiştirdikleri gibi, bu kadrolara bağlanacak legal Parti ve silahlı örgütleri de hazırlamışlardı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde domino etkisiyle yaşanan halk ayaklanmaları bir tetikleyen ve de özünde bir planın parçası olarak işlevlerini yerine getirdiler. Geriye ise sadece kaos içerisinde düzen kaldı ki bu da yasal parti, bu partileri yönetecek kadro ve sırasıyla silahlı örgütler olarak sahneye alınacaktı.

Körfez savaşı ile işletilen süreç Irak, Tunus, Mısır, Fas, Ürdün, Libya, Lübnan ve Suriye ile devam ettirilmektedir. Sıralamada yer alan ülkelerde yerelden doğru milis, paramiliter ve kontra örgütlenmeler ile mevcut hükümetler zorlandı ve birçoğu devrilerek işletilen sürecin iskeleti inşa edilmiş oldu. Tam da bununla paralel olarak kökleri bin yıllar öncesinden olan ancak yakın tarih Körfez savaşı yıllarında ortaya çıkartılan ve iki binlerde omurgalandırılarak gövdelendirilen DAİŞ-ISIS-IŞİD terör örgütü bir bütün olarak geriye kalan ülkelerde faaliyete geçirildi. Sayın Öcalan’ın tanımlamasıyla Ortadoğu’nun Jitem’i olan bu örgüt Suriye ve Irak’ta etkili olarak büyük güçlere ulaşıp nitel ve nicel olarak kanlı eylemlerine başlayarak hedefine ülke yönetimlerini almaktan çok halk ve inançları alarak hizmetine devam etmektedir. Bunlardan Türkmen, Kürt, Asurî-Süryani, Şii-Arap ve Êzidiler katliamdan paylarını fazlasıyla aldı ve almaya devam etmektedirler.

Şüphesiz ki DAİŞ Irak ve Suriye’de kısmi yerleri ele geçirmiş ve ilerlemek istemiştir. Ancak DAİŞ’in Şengal ve Kobanê’ye olan vahşice saldırılarının altında başka sebepler yatmaktadır. Buraların kendileri için “vaad edilen topraklar” olduğunu her fırsatta dile getirmeleri öyle bir devlete değil de direkt olarak Kürt halkına karşı bir soykırım gerçeğini ifade ettiği görülebilmektedir. Hem Şengal’de ve hem de Kobanê’de istenilen başarıyı elde edemeyen DAİŞ bu güne kadar ki tüm desteğini, sözde Musul başkonsolosluk görevlilerini rehin alma ve Süleyman Şah Türbesini sarma olayı üzerinden Türkiye ve dolayısıyla AKP’den aldı. Yakalanan tırların içerisindeki silahların görüntülerinin yayınlanması, DAİŞ ile askerlerin video-foto paylaşımları ve son olarak MİT’in DAİŞ elemanlarına otobüs kiralamaları da bu organik bağa en iyi delil olarak verilebilir.
 
Peki son günlerde Amed’de yaratılmak istenen kaos ile seçimde hezimete uğrayan Erdoğan’ın sarf ettiği;“Akçakale sınırına koalisyon güçleri desteğiyle ‘terör’ örgütü PYD-PKK konumlandırılıyor” sözleri ne anlama geliyor!

Seçimlerden iki gün önce Amed HDP mitinginde patlatılan bombaların nedeni ve menşeisi üzerinde durulursa bir DAİŞ-AKP koalisyonu olduğu rahatlıkla görülecektir. Hatırlanacağı üzere aynı durum Kobanê katliamı sırasında yine Kuzey’de direnişe geçen kırkın üzerinde yurttaşın katledilmesiyle benzerdir. Girê Spî’de sıkışan DAİŞ, Amed’de kaos yaratılarak nefes aldırılmak isteniyor. AKP’nin kontra faaliyetleri için seçimi bekleyememesinin nedenlerinden biri de Rojava güçlerinin ilerleyişinin kırılmasına dönüktü. Seçim sonrasında bir taş ile birkaç sonuç almak isteyen AKP bir taraftan DAİŞ teröristlerini ülke sınırları içerisinde alırken, diğer taraftan Hizbullah-PKK savaşını hortlatmak için karşılıklı infazlara başlıyor ve diğer taraftan da Kontra birliklerini Amed sokaklarına salarak tahriki fazlalaştırmak istiyor. Amed’deki kaosu yaratanlar ile DAİŞ’e Gire Spî’de alan açmak isteyen güçler aynı güçlerdir. Adı her ne kadar da Hizbullah, Tevhid ve/veya başka paravan Kontra birlikler olsa da özünde AKP’den başkası değildir. Çünkü hiçbir devlette, o devletin güvenlikli bir alan yaratımı sonrası o alana ne bir bomba yerleştirilebilir ve ne de bir çivi konulamaz. Nasıl Davutoğlu’nun soyadının “davut” olması bir tesadüf ise, İsrail’i ilk tanıyan ülkenin Türkiye olması o kadar tesadüftür. Nasıl Sakinelerin katledilmesinde Fransız istihbaratının bilgi ve parmağı var ise, Amed saldırısında da MİT’in öyle parmağı vardır. Amed eski valisi Efkan Âla’nın olay sabahı Amed’de bulunuşu ne kadar tesadüf ise Sabiha Gökçen’in Dersim semalarında olması o kadar tesadüftür.

Türk Devleti ve dolayısıyla bir kontra örgütlenme olan AKP, son HDP zaferinden sonra Kuzey’i kaybettiğinin bilincindedir. Onun için; “Ya Rojava ve Kuzey Kürdistan bizim olur, ya da bizim olmayan, kara toprağın olur” diyerek ileriki günlerde kendisine bağlı kontra birliklerle Kuzey Kürdistan’da kaosu daha fazla derinleştirecektir.
12.06.2015
 

71672

Mehmet Serhat Polatsoy

Özellikle Kürt Ulusal Hareketi üzerine ve kürtlerin sorunları üzerine makaleler yazmakta olan yazarımız 2011 sonlarından beri yazılarıyla sitemizde yer almaktadır.

serhatpolatsoy@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Mehmet Serhat Polatsoy

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

Sayfalar