Pazartesi Nisan 29, 2024

Evet, haklısın Saygı Öztürk! “Aliboğazı’na girmesi de, çıkması da zor”

Kemalizm’in iflah olmaz, faşizmin “sol kanadı”nın yayın temsilcisi Sözcü gazetesinin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, gazetenin dünkü sayısındaki köşesinde, Dersim’de 6 gün süren ve TSK’nın 2 askerin yaşamını yitirdiğini söylediği (ama bölge halkının anlatımı TC ordusunun kaybının daha fazla olduğu) Aliboğazı operasyonunu yazdı. Havsalası gerillanın 6 günlük direnişini pek almayan Öztürk, yazısında aynı zamanda bir gerçeğe işaret etti: “Güvenlik güçleri teröristlere en büyük kayıpları burada verdirir ama şehitler de buralarda olur. Aliboğazı’na, Kutuderesi’ne girmesi de, çıkması da zor.”

On yıllardır TC ordusunun başına beladır Aliboğazı…

Çünkü haklılığın, inancın, ezilmişliğin ve tarihi değiştirecek halk kitlelerinin öncü güçlerini, silahlı ordusunun savaş deneyimini barındırır içerisinde…

“Terörizm” ve “PKK korumalığı” kodlamasına dair…

Coğrafi olarak özel olarak seçilmiştir Aliboğazı, keza Öztürk de yazısında bu noktaya şöyle dikkat çekmiş: “Kutuderesi’nden Aliboğazı’na, Masumpark Deresi’nden geçilir. Dere tabanının deniz seviyesinden yüksekliği 700 metreyi bile bulmazken, aynı yerin tepeleri 3 bin metreyi geçer. Geniş dere tabanından 5-6 kişi rahatlıkla yan yana yürüyebilir. O yüzden dere tabanının askerler arasındaki adı ‘Londra asfaltı’dır. Aliboğazı’nın 20-30 giriş yeri vardır. Çok sarptır. Oradaki arazinin bu yapısına ‘ters kompartıman’ denilir. Yani siz bir dağ olduğunu görürsünüz ama o dağa gidebilmek için çok sayıda dağı geçmek zorundasınız. Her taraf meşe ormanıdır.”

Dersim’in doğasına düşman olduklarını, ormanlarını her fırsatta kesip yaktıklarını sayısız kere ifade eden, bunun için eylemler yapan çevre örgütlerinin dikkat çektiği bu duruma dair operasyona giden timlerin yanında mutlaka hızar bulundurduğuna, bunlarla operasyon döneminde rahat geçiş sağlamak için ağaçlar kestiklerini söyleyen Öztürk, bunun da bir işe yaramadığını ifade ediyor ve “Uçurumlardan, mağaralardan oluşan bölgeye 3-4 tugay askeri soksanız kaybolur” diyor.

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO)’nun Dersim’de “etkili olduğuna” dikkat eden Öztürk, devlet dilini kaleminden akıtarak “son yıllarda PKK ile birlikte hareket ediyor. Bazı yerlerin tutulması görevi TİKKO’ya verilmiş. Açıkçası PKK, kendi güvenliklerini bu örgüte aldırtıyor” söylemiyle TİKKO’yu “taşeron örgüt” olarak kodlamaya çalışıyor.

Öztürk’e yanıldığını anlatarak, elbette onu ikna etmeye çalışmayacağız. Çünkü ülkedeki sınıf mücadelesini, sınıfları yok sayarak; muhalefet yapılacaksa “AKP düşmanlığı” ile (ki buna rağmen bugün halk düşmanlığında işbirliği içerisindeler) sınırlı tutan revizyonizmin temsilciliğini ırkçılık ve erkeklikle en önde taşıyanlardandır o da… Doğal olarak ülkede verilen silahlı mücadeleyi, hele de devrim iddiasını ve görevini hala omuzlarında taşıyan komünist bir örgütün silahlı mücadelesini manipüle etmek de onun görevi…

Kemalist faşist diktatörlüğün bugün AKP ile cilalandığı bir ülkede en küçük demokratik hakkın dahi silahlı mücadele olmaksızın alınamayacağı/korunamayacağı halihazırda ortadayken, silahlı mücadelenin Türkiye açısından ihtiyacı ve kaçınılmazlığını, “terörizm” olarak sıfatlandırması bundan…

Irkçılık, milliyetçilik ve din motifleriyle bilinçleri çarpıtılan geniş Türk/Türkleştirilmiş, Müslüman/Müslümanlaştırılmış halk kitlelerinin nezdinde “terörizmin temsilcisi” olarak kodlanan PKK’nin (eskiden “terörizmin temsilcisi” olarak kodlanan silahlı örgüt ASALA’ydı ve TİKKO, ASALA’nın devamcısı olarak ‘Ermeni örgüt’ olarak adlandırılıyordu) “korumalığını” üstlendiğini belirterek, halk ordusunun aynı kitleler nezdinde mücadelesinin “terörizme” denk düştüğünü anlatması da…

Bu durum, aynı zamanda Kürt ulusal özgürlük mücadelesi yürüten PKK ile yan yana gelen, yer yer birlikte mücadele veren komünist devrimci bir örgüte kesilen “fatura”dır! Ancak komünistler açısından hem ASALA hem de PKK örgütleri ile kesilen bu tür “faturalar” ancak şeref nişanesi olabilir!

TSK ve Öztürk’ten operasyona dair bilgiler

TSK ile içli-dışlı olması itibariyle kimi bilgileri rahatça edinebilen Sözcü’nün Ankara temsilcisi Öztürk, TC ordusundan edindiği bilgilerle operasyona dair kimi ayrıntılara da yer veriyor yazısında. Keza benzer bilgiler, TSK’nın bugün Aliboğazı operasyonuna ilişkin yaptığı açıklamasıyla da uyuşuyor.

TSK tarafından yapılan açıklamada Şehit Piyade Er Nazmi Yıldızlı-26 Operasyonu adı verilen operasyonun, Aliboğazı deresinde keşif faaliyeti yapan İnsansız Hava Aracı (İHA) ve İnsanlı Keşif Uçağı (İKU) tarafından ısı kaynaklarının tespit edilmesinin ardından 24 Kasım tarihlerinde başlatıldığı, 28 Kasım günü de 3 gerillanın şehit düşmesinin ardından sonlandırıldığı (ancak yerel kaynaklar çatışmaların yoğun bir şekilde 29 Kasım sabah saatlerine kadar sürdüğünü ve askerin bölgeyi bombaladığını aktarıyor) belirtiliyor.

Burada İKU’lara dair bir dipnot düşelim: Açılımı King Air 350 Tipi İnsanlı Keşif Uçağı olan 5 İKU, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ile kurduğu temaslar sonucu çok ciddi meblağlar karşılığında Türkiye’ye kiralanmış olup, ilki Temmuz 2012’de teslim edilerek Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait Malatya üslenmesine konuşlandırılmıştı. İKU’lar 2013’te Bingöl M Tipi Hapishane’den firar eden 18 PKK’linin yakalanmasında kullanılmış ve bu süreçte İKU’ların bolca “Eşkâl bile çiziyor” şeklinde propagandası yapılmıştı. 30 bin feet, yani yaklaşık 10 km yüksekliğe kadar çıkabilen İKU’lar; topladığı istihbaratı kriptolu hatlar aracılığıyla hem bölgedeki üslere hem Ankara’ya hem de -genelde bu kısım es geçilir- kiralandıkları ABD askeri üslere iletiyor. Uçakta, FLIR adı verilen kızılötesi gözlem podu yer alıyor ve mevsimlerden çok etkilenmeyen bu cihaz ısı enerjisini hassas sensörlerle ölçerek bilgisayar ekranında renkli görüntüye dönüştürüyor.

Maddi anlamda oldukça yüksek meblağlar ödenerek kiralanan bu araçlar, Sözcü yazarının da belirttiği gibi yeterli sayıda olmadığından şimdilik devletin hazırlık yaptığı büyük operasyonlarda kullanılıyor genellikle…

İfade edemedikleri gerçek; diz çökmeyenlerin destansı direnişi…

51. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığı yani Ovacık’ta konuşlanan bir tugay askerin yürüttüğü operasyonda (Sözcü yazarının belirttiğine göre) ilk olarak hava operasyonlarında 5 gerillanın şehit düştüğü, diğer 3 gerillanın ise bu operasyonlardan sağ kurtulduğu ancak daha sonra asker ile yaşanan çatışmada ölümsüzleştiği aktarılıyor. TSK da, Sözcü yazarı Öztürk de yalnızca iki askerin yaşamını yitirdiğini belirtiyor ancak yerel kaynaklar bu sayının çok daha fazla olduğunu belirtiyor. Aliboğazı’na on yıllardır giriş yapamadığı için her geçen yıl kinlenen ve geçen sene de kış aylarında buraya giriş yapmak için operasyon düzenlediğinde kayıp vererek geri kaçmak zorunda kalan TSK’nın böylesi kapsamlı ve günler süren bir operasyonda yalnızca 2 kayıp vermeyeceği, genellikle de kayıp sayısını gizlediği bilinen bir durum…

Düşmana kayıp verdiren TİKKO gerillalarının, bunu yapmaları Öztürk’e oldukça garip gelmiş olacak ki yazısının başlığını bile “Askerlerimizi başka bir örgüt şehit etti” şaşkınlığıyla (ki bu bile “masum” bir his değil, hedef göstermenin, TİKKO’ya yönelik “terörist” kodlamasını güçlendirmenin bir aracı) atıyor ve “Yani, PKK’nın değil TİKKO’lu teröristlerin ateşi sonucu şehitlerimiz oldu” diye belirtme ihtiyacı hissediyor.

Ne TSK’nın ne de Sözcü yazarı Öztürk’ün ifade edemediği en önemli nokta tam da burası aslında… Çünkü bunu ifade ettiklerinde emperyalistlerin desteği ve son teknolojik donanımlı uçakları, teçhizatları ve bir tabur asker ile girmeye çalıştıkları Aliboğazı’ndan yine kayıp vererek ve yine elleri boş döndüklerini anlatmak zorunda kalacaklar.

6 gün boyunca süren bir operasyonda can bedeli Aliboğazı’nı koruyan gerillanın destansı direnişini de ifade etmek zorunda kalacaklar!

Oysa devlet de, TC ordusu da, Proletarya Partisi’ne dönük kinini her fırsatta kusan Sözcü-Aydınlık çizgisi de şunu çok iyi bilir ki; bir kırma ile Vartinik’e tırmanan İbrahim Kaypakkaya’nın, “Başımıza ne gelir değil, düşmanın başına ne getiririz” diyen Mehmet Demirdağ’ın önderlik ettiği halk ordusu, yenilgilerine karşın asla diz çökmemiş-düştüğü yerden yeniden ayağa dikilmeyi bilmiştir. Marksim-Leninizm-Maoizm’i rehber edinen, Demokratik Halk Devrimi yolunu döşeyen halk ordusu faşizme siper olan nice Hasan/Aşkın’ın, Ersin/Hakan’ın, Murat/Tuncay’ın cesaretiyle, diz çökmezliğiyle yoluna devam edecektir!

Bu da böyle biline!

Bir Partizan

47120

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Elbette H A Y I R !!! / Ermeni Devrimciler

16 Nisan'da  Anayasa değişikliği için yapılacak Referandum oylaması tarihi önem taşıyor. Sandığa atılacak her HAYIR oyu,yeni dönemin başlangıcı için Hayırlara vesile olacaktır.

Tek adam olan her şeyin Reis tarafından karar altına alındığı,diktatörlük döneminin oylamasına gideceğiz.''Seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız''diyen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın tarihi konuşmasından oldukça etkilenen Erdoğan çareyi cezaevine atarak bulmuştur ama bu yol da çözüm olmamıştır.

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Kırklareli’den Tutsak Partizan “Belki de bu yaşananlar bıçak sırtındaki güzergaha girmenin fırsatıdır”

Merhaba yoldaşlar

(…)

Gazetemizin bürolarını basıp, talan eden ve arkadaşlara şiddet uygulayanlar, içinden geldikleri, ürünü oldukları anlayışın sadece kendini ürettiğini ve başarılı olacaklarını zannediyorsa yanılıyorlar. Daha önceki darbecilerin, kaçkınların, oluşumcuların vb.lerinin soyundan geldiklerini ve aynı anlayışın ürünü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ve onların yaşadığı akıbet/gelecek, tarihin çöp sepetindeki yerleri onları bekliyor olacak.

Sayfalar