Salı Mayıs 28, 2024

"Güleç yüzlü yiğit komünist şehit düştü" Osman Oğuz

Kapkara, zapzayıf bir adamdı, dışarıdan bakınca. Ama koca cüsseli olanı bile öyle bir sarardı ki karşılaştığında… Hani, “Ne çelikten irade kardeşim!” dersin ya bazılarına, öyle biri işte. Dosta candan güler, gülmek diye buna denir; düşmana ser verir, sır vermez.

İnsan, dostunun ardından övgücülük yapmaya utanıyor. Eksiklik, yanlışlık, yetmezlik, yeteneksizlik, ne dersen de işte, başın öne eğiliyor. Ama öyle geliyor ki, o anlatmamızı isterdi, ne gördüysek. Onunla ilgili yazılan, bir tek baş koyduğu insanlık kavgasına ant içilen bildiriler ve düşmanın kapkara puntolu haberleri olsun istemezdi sanki.

Aynı okulda, aynı fakültede, “komşu stantlarda” okuduk Haydar’la. Hemen hemen her gün gördük birbirimizi uzun süre. Her gün, sanki daha bir önceki gün görmemiş gibi sımsıkı sarıldık, ağız dolusu güldük. Çay komünü diye stant başındakilerden fazladan birkaç kuruş para toplayıp gazeteye üç beş arttırdık diye mutlu olduk. Uzun, çok uzun konuştuk memleket hakkında. Bir demlik çayı önüne koysan, bir başına içer, konuşur, içer, dinlerdi zaten.

Acayip bir adamdı. Hani, kumaşı zor bulunur, “Ulan bu devirde böyle adamlar kaldı mı” türü adamlardan. Her açıdan hem de. Ben fırsatını bulsam okulun her yerinde kopya çekerdim mesela, Haydar hayatta çekmezdi. Bir keresinde konuştuk da bunu. Yaptığı ya da yapmadığı hiçbir şeyden öyle çok övgüyle bahsetmedi Haydar, biraz sıkılgan, “Çekmem” diyordu, “Ne olursa olsun, devrimciye yakışmaz.”

Bir yerde çay içsen, bir şey yesen, öldür allah hesabı ödetmez. Kızsan, bozulsan, “Vallahi yoldaş, bir sürü param var” der gülerek. Bağımız koptuğundan bu yana, “Bir sürü param var” diyorum ben de her yerde. Her dediğimde Haydar eli, yüzü, gözüyle gülüyor gibi sanki.

Bağlama çalmayı öğreniyordu Haydar. Bayağı da ilerletmişti hem de. Söylemezdi, yalnız çalardı. Durup durup aynı şarkıya dönerdi sanki: “Vartinik burası, mirik mezrası/ Kan içinde yatar Ali Haydar’ım…”

Bir de Ahmet Muharrem Çiçek’in ardından söylenen marşı, gitmeden önce hem mırıldanır hem bize geldi mi açıp dinlerdi hep: “Bas gerilla, bas tetiğe/Biraz daha ileriye/Parça parça iktidarı/al kırlardan şehirlere…”

Kafasına koymuştu gitmeyi. Hiç söylemedi doğrudan, ama anlatmak ister gibiydi. Önce şekeri, sonra ekmeği kesti. “Talim mi yapıyorsun, hayırdır” diye takılana, “Yok ya, benden gerilla mı olur” gibi şeyler söyleyip geçiştirdi. Ama basbayağı iradesiyle savaşıyordu işte. Gerçi çok gerek de yoktu. “Bir hırka, bir lokma” bi adamdı Haydar. Yerde oturur, yerde uyurdu. Dersim’in kıtlık görmüş yoksul köylüsünün -hem de Xiranlıların- azmi, direnci, inadı… Olduğu gibi Amed merkezinin apartmanına gelip oturmuştu. Köydeki babasıyla çelişkilerini de anlatırdı, gülümseyerek.

Neler konuştuk daha Haydar’la, neler tartıştık. Örgütü bir ara, bizim örgütle “Dersim’de selamı sabahı kesme” kararı aldığında bile, gizliden güldük, eğlendik. “Dersim şehir sınırını çıkalım da bi çay içelim” diye takılıp gülüşüyorduk.

O yıllarda sormadık, sormak olmazdı ama tahminimce “Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği” (TMLGB) çalışması yürütüyordu. Bir konuşmamızda, “İllegal alan eksikse, çalışmanın ayaklarından biri kopuktur, yürümez” demişti. Bir süre sonra telefon kullanmamaya başladı. Sonra Amed’den ayrıldı. Önce Erzincan’da, sonra Dersim’de olduğunu duydum. Dersim’e son gidişimde de bir yerlerde karşılaştık, “Hadi gel sana bi patila ısmarlayayım” dedi, tabii yine “bir sürü parası vardı.” O sarılmanın başka olduğunu çok iyi biliyordum. Bu kez elinin bir başka sıktığını, yüzünün bir başka güldüğünü.

Haydar neşesini, insancıllığını, fedakarlığını bir kavgayla birleştirerek güzelleştirdi. Her adımına, her cümlesine sirayet eden, o kavganın parıltısıydı. Onu kavgadan gayrı görmeye, bilmeye, anlamaya çalışmak, hiçbir şey değilse, beyhude bir çabadan başkası olmaz. O, bir TKP/ML TİKKO gerillası olarak düştü toprağa. İbrahim Kaypakkaya’nın genç ama derinlikli, mütevazı ama öncü, öfkeli ama güleç duruşu, o güzel yüzü, Haydar’a da bulaşmıştı. “En büyük kahramanlığı bile sıradan bir işmiş gibi yapanların” neslinden bir komünist olarak direndi, yoldaşı Murat Tekgöz’le birlikte şehit düştü Haydar. O anda bile eminim, çok eminim, “Önce yoldaşlarım” dedi hep, önce yanındakini, diğerini kurtarmaya çalıştı. Bu, Haydar’ın iyiliği değildi yalnız, “dünyayı temellerinden sarsan kavganın” kültürü, mayasıydı.

Haydar’ın ardından Partizan, “Dersim’de yaşanan bu sürecin Cizre’de, Sur’da Nusaybin’de, Silopi’de, Gever’de başlatılan öz yönetim direnişine karşı devletin almış olduğu tavrın bir parçası olduğu açıktır. (...) Devrimci dayanışma zorunluluğunun açığa çıkardığı görevlere sarılan bütün devrimci, yurtsever güçlere yönelen bu saldırılar; dayanışma ısrarını kırmak için halkımıza yönelen saldırılara karşı kurulan ortak barikatlara duyulan nefret ve kinin bir sonucudur” demiş. Evet, Haydar, Amed’de kaldığı her günde, Kürt halkının mücadelesine omuz verenlerden oldu hep. Bizim aykırı tavırlarımız, farklı fikirlerimiz oldu; onun, onların olmadı. Her gün stant masasını sırtlanıp İşçi-Köylü gazetesi dağıtan Haydar, seçim günlerinde kentin dört bir yanında ev ev gezenlerden, barikat günlerinde elinde taşla, molotofla direnenlerdendi. “Köy çalışmalarına” gider, çökelek-ekmek bir de sohbet karşılığında yoksul halkın tarlalarında çalışırdı. Ektiği son tohum, kendi hayatı oldu.

Şimdi onu uğurlamak için çok sevdiği şarkının sözlerinden başka şey gelmiyor aklıma:

Korkusu yok idi patron ağadan

Ağalara korku saldı dağlardan

O bir tohum idi, düştü topraktan

Filiz filiz büyür Ali Haydar’ım

43991

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Hindistan İşçi Ve Emekçilerin Tarihi Mücadeleleri İle Enternasyonal Dayanışma Her Alanda Yükseltilmelidir

Emperyalist burjuvazinin ve gericiliğin "sosyalizm hayalleri öldü” yaygaraları, küçük burjuvazinin sosyalizmden öcü görmüş gibi kaçarak: ”işçi sınıfının devrimciliği bitti” söylemleriyle liberal burjuvazinin ideolojik ve siyasal güzergahında yerini almaları; dünyada işçi ve emekçilerin sosyalizme olan güvenini bütünüyle yıkmaya yetmediği gibi, onların sosyalizm için mücadele ateşini yükseltme savaşımının önünde de engel olamıyor.

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

Sayfalar