Çarşamba Mayıs 8, 2024

Partizan: “Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!”

Yaklaşan referanduma ilişkin bir açıklama yapan Partizan, “HAYIR” diyeceğini duyurdu. “HAYIR’ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un ‘Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz’ çığlığını ‘Diz çökmeyeceğiz, HAYIR’ diyerek taşıyacağız” diyen Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!

3. dönemine evrilen OHAL’in, faşist Kemalist diktatörlüğün keyfiyeti ve zalimliğini artıran uygulamaları eşliğinde, Nisan ayında gerçekleşecek bir referandum sürecine doğru hızla ilerlemekteyiz. Aslında özellikle 2015 yılının 2. çeyreğinden itibaren yaşanan gelişmelere baktığımızda bugünkü durumu “hızla ilerlemek” olarak tarif etmenin hafif kaldığı, durumu tam karşılamadığı ortadadır. Adeta işçi-emekçiler, kadınlar, LGBTİ’ler, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Nusayriler ve bütün ulus, azınlık, inanç ve cinsel kimlikten halkımız; emperyalist-kapitalist sistemin çıkmazlarının şekillendirdiği faşist egemen güçler tarafından uçuruma sürüklenmekte; buna karşı “köpeklerin salındığı, taşların bağlandığı”* yöntemlerle devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin mücadele kanalları tıkanmaya ve bir bütün halkımız “nefessiz” bırakılmaya çalışılmaktadır.

Ancak gelinen süreci değerlendirebilmek için ülkemizde ve dünyamızda yaşanan gelişmeleri iyi değerlendirmek şarttır. Keza usta şair Nazım Hikmet’in de dediği gibi “Ne ah edin dostlar, ne ağlayın! / Dünü bugüne / Bugünü yarına bağlayın!” Bu görev, ezilenlerin mücadelesine dair kaygı taşıyan, kendisine misyon biçen komünist, devrimci, demokrat ve yurtsever tüm güçlere aittir!

Bu yapmadığımız ya da eksik yaptığımız vakit demokratik halk devrimi mücadelemizin hayat bulması, yeşermesi ve kökleşmesi bir rüyadan ibaret olup “güzel hayaller”e ve bizler de “hayalperestler”e dönüşürüz! Sınıf mücadelelerinin şekillendirdiği insanlık tarihini/kendi tarihimizi bilmediğimizde, bugüne oradan can ve kan bedeliyle geldiğimizi kavramadığımızda köklerini bilmez, tanımaz ve buraya tutunarak güçlü bir ağaç/orman haline gelme görevinden ve amacından uzaklaşırız. Ancak geçmişe takılıp kalarak, bugünü geleceğe bağlama misyonunu unutursak eğer, kendisini ezilenlerin mücadelesine karşı her daim yenilemek için burjuva ideologlarıyla hazır kıta bekleyen egemenlerin saldırılarına karşı tarih sahnesinden yavaş yavaş ya da bir anda yok olmayı göze almış; yani kaderimizi, yani devrimden çıkarı olan tüm halkımızın kaderini egemenlerin ellerine teslim etmişiz anlamına gelir.

Ancak bilinmelidir ki buna niyetimiz yok!

Ezilenler isyanda, egemenler “hayalet” karşısında telaşta!

Yakın tarihe kısaca göz attığımızda 2008 yılının son aylarında emperyalist-kapitalist sistemin patlak veren ekonomik krizi; kısa bir süre sonra ABD, Portekiz, Meksika, İspanya ve Yunanistan’da yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluklara karşı sokaklara dökülen milyonların karşısında siyasi krize dönüşmüştü. Bu siyasi kriz, özellikle 20. yüzyılın tamamı ve 21. yüzyılın başlarından itibaren emperyalistlerin savaş alanına dönüşmüş olan, kaynayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında 2010 yılının son günlerinde işsiz üniversite mezunu bir gencin kendini ateşe vermesinin ardından patlak veren isyanlar sonucu derinleşmişti.

Ülkemizde ise Gezi İsyanı, Mayıs-Haziran 2013’te İstanbul-Taksim’de yaşam alanlarını koruma mücadelesinin fitili yakmasıyla patlak vermiştir. 10’dan fazla insanın katledildiği, yüzlerce kişinin yaralandığı; gözaltı ve tutuklama furyasıyla bastırılmaya çalışılan bu isyan, halkın kendi gücüne olan inancını artıran, demokrasi bilincini geliştiren, egemenlerin üzerinden yükseldiği şovenizm-cinsiyetçilik-homo/transfobi duvarlarında kırılmalar yaşatmıştı.

Egemenlerin telaşı yalnızca bununla sınırlı değildir. Suriye topraklarına bir akbaba misali göz diken AKP’nin kumanda ettiği Kemalist faşist diktatörlük, Kürt ulusal hareketinin önderlik ve inşa ettiği Rojava Devrimi’yle karşılaşmış, hevesi kursağında kalmıştır. Rojava Devrimi ve Suriye’deki iç savaş, egemenlerin de kabul ettiği bir gerçeklikle “dış mesele” değil, “iç mesele” halini aldığından buradaki her politikası ülkede yansımasını bulmuştur. Özellikle DAİŞ’in Kobanê’ye saldırmasına sevinen egemenlere karşı Kürt ulusal güçlerinin önderlik ettiği ve devrimci güçlerin de içerisinde yer aldığı Kobanê serhildanları ile günler süren çatışmalar yaşanmış, 50’den fazla insan devlet ve devletin kontra güçleri tarafından katledilmişti.

Faşizme ruhunu veren; “diz çöktürme” politikasıdır!

Şengal ve ardından Kobanê’de çatışmaların sürdüğü ve ülkede art arda 4 seçime gidildiği günlerde Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğü’nün “Çöktürme” planı adını verdiği “gizli” ibareli eylem planı hazırlanmıştır. Bu plan; Sri-Lanka’da Tamil ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden Tamil Kaplanları örgütüne karşı uyguladığı “Gömme-Silme” eylem planı ve Saddam Hüseyin ile Kimyasal Ali (Ali Hasan El-Mecid)’nin Irak Kürdistanı’na 1987-1988 yıllarında uyguladığı Xalepçe katliamı ile zirve yapan “Enfal” operasyon planının birebir kopyası ve başta Kürdistan coğrafyası olmak üzere ülkeye uyarlanan halidir. Bu eylem planının bir benzerini de Kolombiya devleti FARC’a uygulamış, bu operasyonlarda FARC’ın lider kadrolarının dörtte üçü nokta operasyonlarıyla katledilmişti. Keza hatırlanacağı üzere daha yakın zamanda Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın gözaltına alınmadan bir gün önce mecliste tanık olarak dinlendiği (daha doğrusu sanık gibi sorgulandığı) görüşmede “Barış olmalı” diyen Kışanak’a AKP’liler tarafından “Sri Lanka’da nasıl olduysa burada da barışı sağlayacağız” cevabı verilmişti.

Sri Lanka’nın “Gömme-Silme” eylem planı kapsamında 2006-2009 yılları arasında Sri Lanka faşist hükümeti Tamil Kaplanları ve onlara yakın oldukları varsayılan en az 42 bin kişiyi katletmiş, on binlerce kişiyi yaralamış, binlerce kadına tecavüz etmişti. Irak Kürdistanı’ndaki Enfal sürecinde ise insan cenazeleri yerlerde bırakılarak, şehitlikler bombalanarak, kimyasal silah kullanılarak direnenlerin moral ve direnci düşürülmeye çalışılmış; Kürtler topluca katledilerek toplu mezarlara gömülmüş, bölgedeki demografik yapı değiştirilmeye çalışılmış, Xalepçe katliamı ile binlerce kişi katledilmişti. TC’nin “Çökertme” planından yansıyan ise yapılacak operasyonlarda “10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi” planlanmasıydı. Bu benzerliklerin yanı sıra Kimyasal Ali’nin o döneme damgasını vuran “Kürdistan’da yıkılmadık tek bir Kürt evi kalmayacak” sözü ile bugün AKP ile faşist blok kuran MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak” söyleminin yakınlığı aynı zamana faşizmdeki akrabalıklarını, Kürt düşmanlığındaki kardeşliklerini göstermektedir.

Sürece “Çöktürme” adı verilmesi derinlemesine değerlendirilmelidir. Keza bahsi geçen kavram, aslında ülkede var olan sınıflar mücadelesini hedef almakta, bir bütün bu coğrafyanın işçi ve emekçilerinin, ezilen ulus, azınlık ve inanç topluluklarının yan yana gelme ve birlikte mücadele etme umudunu yok etmeyi arzulamakta, kamplaştırma ve taraflaştırmanın yanı sıra tüm devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere diz çöktürmeyi, faşizmin resmi geçidiyle direnenleri teslim almayı istemektedir. Her fırsatta ifade ettikleri “milli seferberlik” tam da bu konudadır. Bu seferberlik; on binlere varan sayıda insanın KHK keyfiyetiyle işten atılmasıyla, işsizliğin milyonlara ulaşmasıyla, krizin faturasının işçi ve emekçiye kesilmesiyle, Aliboğazı’ndan Lice kırsalına gerillalara dönük sürdürülen operasyonlarla, HDP’ye dönük gözaltı ve tutuklama teröründen Kürt kentlerinin yakılıp bombalanmasına kadar geniş yelpazedeki saldırılarla, demokratik alanda devrimci, demokrat ve yurtseverlerin kazanımlarının yok edilmesiyle, “gözaltında kaybetme”, sokakta infaz gibi yöntemlerin yeniden devreye sokulmasıyla hayata geçirilmektedir.

Egemenlerin ekonomik ve siyasi krizine karşı ayağa dikilen başta Kürt ulusu olmak üzere tüm direnenlere; işçilere, emekçilere, kadınlara, LGBTİ’lere “diz çöktürmek”, Kemalist faşist diktatörlüğün sürece ruhunu veren yönelimidir. Keza bu konuda yaşadığı tıkanıklığı açma ve rejimi, kendi çıkarlarına uygun şekillendirme amacı taşıyan başkanlık sistemini hayata geçirmeleri ancak böyle mümkün olacaktır!

Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

İşte böylesi deneyimlerden geçerek, halkın önüne koyu bir barikatın koyulduğu bir ortamda “Cumhurbaşkanı güçlenerek nerede ise mutlak siyasal güç halini aldığı; KHK çıkartma yetkisi ile yasamanın, atamalar yolu ile yargının alanını kapladığı; Anayasa Mahkemesi’nin denetim vasfı sonlandığı; Meclis sembolikleştiği” içerikte bir anayasa değişikliği gündeme getirilmekte ve referanduma gitmekteyiz.

Öncelikle altını çizmek gerekir ki, anayasalar ya da diğer yasalar egemen sınıfların çıkarlarını tahkim etmek ve ezilenlere sınır belirlemek amacıyla oluşturulmuş burjuvazinin “demokrasi” aldatmacasına ait ideolojik metinlerdir. Hele de 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası ile getirilen bir metin olan 1982 anayasasının kendisi ve bu ortamda buna yapılacak dizaynda halkın hiçbir çıkarı söz konusu bile değildir! Faşist Kemalist Diktatörlük ayakta olduğu müddetçe de bu metinlerin asıl nitelikleri hep ortada olacaktır! Kötünün kötüsüne hayır demek kötüsünün iyisini seçmek anlamına gelmez. Referandumu ele alırken bu metin değişimleri üzerinden değil, bu metin değişimlerine neden olan toplumsal gelişmeler üzerinden ele almak zorunluluktur.

Anayasal düzenlemeyle hayata geçirilmek istenen başkanlık sisteminin ilk uygulamaları günümüzde prova edilse de, başkanlık sisteminin kendisi daha kapsamlı saldırıları içeren ve süreklilik arz eden bir sistem olarak hayatımızda yer alacaktır. Birçoklarının iddiasının aksine “başkanlık sistemi”, Erdoğan’ın kişisel hırsı ve arzuları ile bağdaştırılamayacak oranda egemenlerin geleceğiyle iç içedir. Yukarıda bahsini ettiğimiz sürecin egemenleri getirdiği nokta kriz ve çıkmazdır. Ve önümüzdeki sürecin bu kriz ve çıkmazın derinleşeceği dönemler olacağı bizler kadar egemenlerin de malumudur. İşte başkanlık sistemi, tam da bu sürece hazırlıktır. Hazırlığı yapılan savaş konseptine uygun bir şekilleniş olan başkanlık sistemi; politikaların tek bir cepheden ve tek elden düzenlenmesini, karar alıp uygulamada kesintisiz ve hızlı bir süreci ve ardından işlenen suçlar karşısında yargılanmama güvencesini öngörmektedir. Devlet hızlıca karar alıp ve hiç vakit kaybetmeden uygulamaya geçebileceği bir yasal düzenlemeye geçmektedir. Devletler, savaş-savaş arifesinde ya da çöküş aşamasında görüyorsa kendini hızlı karar alıp uygulayabileceği bir formatta yeniden düzenlenir. Durum Türk devleti açısından böyledir; Partili Cumhurbaşkanlığı, devletin savaş dizaynına uygun şekillenmesinin bugünkü adıdır.

AKP-MHP bloğu ve gizli destekçisi “muhalefet” postunda CHP’nin milliyetçi, şoven saldırılarını sürdürdüğü, devletin tüm imkânlarını kullandığı, kendi hukukunu dahi tanımadan tüm direnenlere terör uyguladığı bu dönemde “HAYIR” demenin egemenler tarafından hedefe konulmak, ezmek ve kontra güçlerine ezdirmek için yeterli olduğu görülmektedir. Ancak buna rağmen devletin iki senedir uyguladığı “diz çöktürme”, sokağa çıkanları evine hapsetme ve karamsarlık uçurumundan atma projesi karşısında “HAYIR” diyerek bir araya gelinmesinin yarattığı umut ve yeniden ayakları üzerine dikilme hali, bizler açısından referandumda tavrımızın esas kaynağını ortaya koymuştur. Ancak ilk elden belirtmeliyiz ki; yeni anayasa değişikliğiyle “cumhuriyetin elden gittiği, laikliğe sahip çıkmak için var olan anayasada ısrar etmek gerektiği” yönlü argümanlar anlamsız ve sisteme su taşıyan, şu an devleti dikte eden kliğe karşı muhalif olan kliği güçlendirecek söylemlerdir. Keza bu anlayışın bayraktarlığını yapan CHP’nin niteliği ortadadır. Onun “muhalefetten” anladığı; HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmalarına neden olan değişikliklerde, Ermeni ve Kürt düşmanlığında AKP-MHP bloğu ile hareket etmek, mecliste kavga-dövüşle sınırlı bir “muhalif” postuna bürünmektir.

Bu yüzden de ortaya koyacağımız “HAYIR”ın ne egemenlerin anayasaları arasında bir tercih ne de CHP ve ona yedeklenen güçlerin popülist rüzgarına yedeklenme olmadığı bilinmelidir. Ortaya koyduğumuz “HAYIR”, egemenlerin “çökertme” planları karşısında yeniden ayağa dikilmenin umudunu inşa etme araçlarından sadece biri olarak anlam taşımaktadır. Zira bu umudu yeniden yeşertmenin tek yolunun referandum olmadığı da açıktır. Referandumu kapsayan öncesi ve sonrasıyla derinleşecek olan kaos karşısında halk kitleleriyle buluşmalarımızı artıracak “HAYIR”ın egemenlerin ekonomik ve siyasi krizinin faturasını halka kesmesine izin vermeyeceğimizi anlatan bir nitelikte çalışmalarla örülebileceğinin farkında olmalıyız!

Anayasa değişiklik paketi, AKP’nin faşist Kemalist diktatörlüğün boşluklarını doldurma ve çıkmazlarını yeniden tahkim amacı taşıdığından uzun erimli bir projedir ve referandumda “HAYIR” çıktığında dahi sonlanacak bir mesele değildir. Bu yüzden örülecek “HAYIR” çalışması, sistemin doğrudan kendisine odaklanarak inşa edilmelidir. “HAYIR”ın kitleler üzerindeki etkisini, kazandıracağı moral ve imkânı; egemenler açısından yaratacağı sarsıntıyı küçümsemeden, önümüze koyacağımız çalışmalarla bu süreci en iyi şekilde; yani kitlelerle sıkı ilişkiler kurma, bunu örgütlülüğe çevirme fırsatı olarak değerlendirme; devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerle birleşik mücadeleye yoğunlaşma yönelimiyle değerlendirmeliyiz.

Milyonlar açısından teşhir olan bir gerçeklik var ki, o da, referandum sonucu ne olursa olsun, kaosun; yönetme ve ekonomik krizi ile sistemin meşruluk sorununu daha da derinleşeceğidir. Ancak “EVET” ile ilerleyen bir süreç, egemenlerin kitleler üzerindeki diktasını güçlendirdiği bir atmosferde kaosu derinleştirecekken, “HAYIR”ın yaratacağı kaos halk kitlelerinin elini güçlendirecektir! Bizler açısından önemli olan fark tam olarak budur! Bu sebeple “HAYIR”ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

 

* Hayvanları örnek vererek oluşturulmuş ve olumsuz insani özelliklerle bütünleştirilmiş deyimleri mümkün mertebe kullanmamaya çalıştık. Ancak kimi deyimleri de kullanmak zorunda kaldığımız için belirtme ihtiyacı duyuyoruz, kullandığımız bu deyimler yalnızca durum tariflemeye dönüktür.  

45874

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Elbette H A Y I R !!! / Ermeni Devrimciler

16 Nisan'da  Anayasa değişikliği için yapılacak Referandum oylaması tarihi önem taşıyor. Sandığa atılacak her HAYIR oyu,yeni dönemin başlangıcı için Hayırlara vesile olacaktır.

Tek adam olan her şeyin Reis tarafından karar altına alındığı,diktatörlük döneminin oylamasına gideceğiz.''Seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız''diyen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın tarihi konuşmasından oldukça etkilenen Erdoğan çareyi cezaevine atarak bulmuştur ama bu yol da çözüm olmamıştır.

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Sayfalar