Pazartesi Nisan 29, 2024

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Sınıf mücadelesi her zaman barışçıl ortamda olmamıştır, zaman zaman meydanlara kurulan barikatlar, fabrika önlerine asılan grev afişleri eşliğinde yaşamın her alanında kıyasıya açık mücadele şeklinde olmuştur. Bu mücadele içinde bir çok işçi hayatını kaybetmiş, burjuvazinin yanında yer alan “Murtaza”lar (Orhan Kemal) ise içinde bulundukları sınıfın gerçekliğini kabul etmeden kendi hayatını kurtarma adına sınıf arkadaşını, mücadele yoldaşını arkadan bıçaklamıştır.

İçinde yaşadığımız kapitalizm çağı, içinde yeşermekte olan kendisini yok edecek sınıfı yok etmek adına birçok mücadele aracı geliştirmiş olmasına rağmen, her şeye rağmen, bütün üstünlüklerine rağmen sınıfın yani üreten olan emekçilerin direnci karşısında çaresiz kalabilmektedir. O yüzden işçi sınıfını ne adar çok parçalarsa o kadar direnç az olacağını bilerek sınıf içinde çelişkilerden yararlanarak sınıf içinde kategoriler yaratılmıştır. Beyaz yakalı işçi ile fabrika işçisini ayırırken, sendikal mücadele alanlarını ayrı örgütlenme modelleri üzerine oturmasını sağlamıştır. Ülkemizde 15–16 Haziran hareketi ile burjuvazi işçilerin elde ettiği moral üstünlüğünü örgütlü yapısını 24 Ocak 1980 yılında alınan kararlar ile yok etmeyi planlamış ve bu planın uygulanabilirliği için ülkemizde 12 Eylül faşist darbeyi organize etmiştir. Darbe sonrası işverenlerin birliği başkanı “bundan sonra biz güleceğiz!” diyerek darbenin kim için yapıldığını ilan etmiştir.  12 Eylül ülkemiz için kırılma noktasıdır, karma ekonominin yerini serbest piyasa adı verilen liberal ekonomi politika almış, hapishanelerde kaynaştırma adı altında yapılan sağ ve sol mahkumları aynı hücre ve kafesler içine yerleştirdikleri gibi toplumu da kafesler içine koyup kaynaştırma modelini uygulamış, dört eğilimin temsilcisi olarak ANAP iktidara taşınmıştır. Bugün ANAP isim değiştirmiş ve liderini değiştirerek varlığını günümüz zamanında geçerliliğini korumaktadır. 12 Eylül sonrası toplum mühendisleri projeler üretmiş ve o projeler farklı liderlerin gözetimi ve bilgisi ilinde uygulanmıştır.

Toplum mühendislerinin çalışma hayatına kazandırdığı liberal düşünceye uygun iş yerini içinde daha örgütsüz emekçilerin yer alacağı bir sistem geliştirmiştir. Bu uygulama daha önce birçok ülkede uygulanmış ve sınıf mücadelesi sonucunda elde edilen tüm hakları geri alan ve yeni boyunduruk yasasını hayata geçirmiştir. İşçi sınıfı aynı iş yerine farklı patronların emri ve gözetimi altında çalışmasına taşeron işçilik ve taşeron yapılanma adı verilmiştir. Her ne kadar taşeron firmalar aynı iş yerinde daha düşük ve daha verimli çalışan işçi modelini kağıt üzerinde kanıtlamış olsa da hayat içinde o kadar başarılı olup olmadığını istatistikler göstermektedir. Taşeron işçilik ile üretilen ürün kalite açısından eskisine göre daha düşüktür, fakat zaten kapitalistler kaliteli ürün değil, kullan at modelini kabul ettiklerinden daha fazla tüketime yönelik siyasi kararları hayata geçirtmişlerdir. Artık sanayi ve kalkınma öncelikli değil, ne kadar çok tükettiğin gelişmişlik ölçütü oldu. Çok tüketen daha gelişmiş ve çağdaş dünyanın nimetlerinden yaralandığı algısı oluşturulmuştur. Buna dayalı olarak devletin elinde olan tüm işletmeler zaman içinde özelleştirilerek devletin elinden (kamunun elinden) çıkarılmış, özelleşen kurumlar da kısa zamanda uluslararası firmaların denetimine girmiş ve işletmeler zaman içinde kapanmış, özelleştirmenin olduğu ülkelerde işsizlik artmıştır. Bu bilinçli bir tercihtir. Bu tercihi ülke siyasetine koşullayanlar da uluslar arası firmalar ve tröstleşmiş firmalardır. Her ülkede her konuda borsanın kurulması ve o borsa aracılığı ile paranın 24 saat hareket etmesi sağlanmıştır. Para altın karşılığı basılan bir meta olmaktan çıkarılmış, borsanın ihtiyacı yönünde ve borsanın yönlendirmesi ile basılan bir soyut metaya dönüştürülmüştür. Bugün ülkemizde HES adı verilen tüm enerji firmaların çoğalması enerji borsasının oluşması içindir, enerji borsası açıldıktan sonra ülkeye ait tüm enerji kaynakları tröst firmaların denetimine geçecek ve onların istekleri yönünde tüketilmek üzerine enerji üretilip satılacaktır.

Sınıf mücadelesi artık eskisi gibi görünür ve direkt savaş üzerine oturmamaktadır, o yüzden işçilerin örgütlü yapıları sendikalar ve siyasi partiler artık marjinal diyebileceğimiz konumuna dönüştü, burjuvazi elde ettiği üstünlüğünü sınıfı parçalayarak sınıf bilinicinin oluşumunu engelleyecek yapılanmaya girdi. Bugün adında devrimci sıfatı olan sendika artık ne devrimcidir ne de sınıfın çıkarını koruyacak kadar bilgi birikimine sahiptir. Mülteci çocukların uluslararası tekel tekstil firmaları için işçi olarak çalıştıkları haberini DİSK yalanlamış, ertesi gün haber yapan kaynaklar fotoğraflar ile kanıtlamıştır. DİSK örgütlü olduğu işletmelerde kimlerin çalıştığını dahi bilemeyecek konumda ilgisiz ve patronun yanına düşmüştür.

Zonguldak’ta özelleştirilen bir firmada taşeron olarak çalışan firma ile sözleşmesini iptal etmiş, taşeron firmada çalışan işçiler sokakta kalmıştır. Çünkü taşeron firma iş alabildiği sürece işçinin maaşını ödeyebilecek bir anlayış ile yapılanmış, iş olmayınca tabela şirketi konumuna dönüşmektedir. Taşeron firmada çalışan işçiler ise tecrübe kazanmışalanında kalifiye işçi konumuna gelmişlerdir. Kalifiye işçiler gerçek işveren firma önünde çadır kurup biz bu işi biliyoruz, biz olmadan siz enerji üretmezsiniz diyerek taşeron olarak çalıştıkları firmadan iş istemekteler. İhaleyi almış firma ise daha düşük ücrete başka taşeron firmaya işi yaptırmayı düşünmekte ve çıkarları ona göre hesaplamaktadır. Taşeron gelen her yeni firmada işçiler işi yeniden öğrenecek ve bu öğrenme süresi içinde birçok kazaya ve doğanın tahribatına kapılar açıktır. Kafalarda oluşan soru, firma gerçek anlamada layıkı ile iş üretip para kazanmak mı istiyor, yoksa nasıl olsa öyle de olsa böylede olsa devlet her ürettiğimi benden alıyor, kağıt üzerinde ürettiklerimi satar kağıt üzerinde rakamlar hesabıma girer hesabı mı yapmaktadır. Kapılarının önünde kurulan çadırı ve kalifiye işçi olduklarını söyleyen işçilerin sesini duyacak mı? 

Üretim mi, tüketim mi?

Günümüzde üretim artık yük olarak görülen bir işleve dönüştürüldü. Üretmeden tüketiyoruz. En fazla da insan tüketiyoruz. Ülkemiz savaş alanına dönmüş, sanki ikinci dünya savaşı yaşanıyormuşcasına sürekli gündemi kan belirliyor. Bu kan deryasının ortasında bizler ise sürekli tüketeceğimiz yeni sanayi ürünü ile karşılaşıyoruz. Onu almak içinde köle, kapı kulu... artık ne olmamızı istiyorlarsa o rollere girer olduk.

Direnmeyen, ekmeği için mücadele etmeyen, üretmeyen her toplum dejenere olmak ve yok olmak zorundadır.

Bugünlerde Otomotiv sanayisi işçileri Bursa’da sınıfsal karakterine uygun direniş gerçekleştirmeleri tüm umutların hepten yol olduğu anlamına gelmediğini, karanlığın zifir olduğu yerde de kıvılcım olacaklarını kanıtladılar. Onların haklı mücadeleleri yalnız kalmadığı ve halkın tüm katmanları tarafından sahiplenildiği sürece oluşturulan kölelik sistemine direnç artacak ve sınıfın ortadan kalktığı gerçek özgürlük düş olmaktan çıkacaktır.

“bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

 Adnan Yücel yıllar önce dizelerini bize armağan olarak bırakmış, bizde onun sözü ile bitirelim yazımızı… “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

İsmail Cem Özkan

43774

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Elbette H A Y I R !!! / Ermeni Devrimciler

16 Nisan'da  Anayasa değişikliği için yapılacak Referandum oylaması tarihi önem taşıyor. Sandığa atılacak her HAYIR oyu,yeni dönemin başlangıcı için Hayırlara vesile olacaktır.

Tek adam olan her şeyin Reis tarafından karar altına alındığı,diktatörlük döneminin oylamasına gideceğiz.''Seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız,seni başkan yaptırmayacağız''diyen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın tarihi konuşmasından oldukça etkilenen Erdoğan çareyi cezaevine atarak bulmuştur ama bu yol da çözüm olmamıştır.

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Kırklareli’den Tutsak Partizan “Belki de bu yaşananlar bıçak sırtındaki güzergaha girmenin fırsatıdır”

Merhaba yoldaşlar

(…)

Gazetemizin bürolarını basıp, talan eden ve arkadaşlara şiddet uygulayanlar, içinden geldikleri, ürünü oldukları anlayışın sadece kendini ürettiğini ve başarılı olacaklarını zannediyorsa yanılıyorlar. Daha önceki darbecilerin, kaçkınların, oluşumcuların vb.lerinin soyundan geldiklerini ve aynı anlayışın ürünü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ve onların yaşadığı akıbet/gelecek, tarihin çöp sepetindeki yerleri onları bekliyor olacak.

Sayfalar