Pazartesi Mayıs 20, 2024

19 Aralık; Mavi bir gökyüzüne umudumuz! Ganime Gülmez

“İsteklerimiz, arzularımız, özlemlerimiz uygunsa ilkelerimize, kendi ölülerimizle dolmaz içimiz. Duygularımızın hangisi galip gelirse gelsin vurulmaz kimse…” -Kutsiye Bozoklar-

Bugün 19 Aralık’ın 14. yıldönümü.

O zaman aklı yetmeyen, yeni yürümeye başlayan çocuklar; şimdi gençliklerini yaşıyorlar.

Hiç görmediler, hapishanelerin önündeki ziyaretçi kuyruklarını. Hiç görmediler, görüşçülerin bir düğünden çıkar gibi sokaklara karışışlarını. Hiç görmediler, zindanlarla sokaklar arasındaki DUVARSIZLIĞI!

Onlar hayatı öğrenmeye-anlamaya başladıklarında, isyan etmek-karşı gelmek; “F Tipi Hapishaneler”le çizilmiş bir resim olarak çıktı karşılarına. Bunu öğrenerek yaşama başladılar, bizim öğrendiğimiz resimlerden çoook daha farklı resimlerle…Tıpkı her kuşak arasındaki o derin uçurumlara, bir tanesi daha eklenerek!
14 yıl! “2014” yazarken şaşırıyorum hala. İzi-sızısı daha dün gibi sıcak birçok yürekte!

Usulca, hiç sezdirmeden yitmekte olan hayatımız bize, paylaşmayı, neşeyi, duyguları, sevinçleri; bunlar için, bunlarla birlikte mücadeleyi hatırlatıyorsa, mutlu bir yaşamdan söz edebiliriz. “Yas tutmak yok”, “ya hep beraber, ya hiç birimiz”…cümlelerini çığlık çığlığa attığımız geçmişimiz, coşkumuz, yanımızda taşınabiliyorsa, bunu paylaşmaya susamışlığımız sürüyorsa; vurulmaz kimse!

Hep deriz, çelişki yoksa yaşamda yoktur diye. Geçmişin gelecekle çarpışması da koca bir çelişkiler yumağı; heryerde hala kurşunlar vızıldıyor, bombalar uçuşuyor, küçücük bebelere kan gölleri içerisinde boğulmak reva görülüyor.

14 yıl geçti aradan! Dün hapishaneler yerle bir edilirken, bugün Kobane ve yanıbaşındaki Türkiye sınırları içerisinde kalan toprak parçası bir kez daha, kan gölüne çevrilmiş durumda. “Kobane’yle Dayanışma” başlığı altında birçok gösteri, etkinlik gerçekleşti-gerçekleşiyor bulunduğumuz yerlerde. Yaklaşık yarım asırlık bir savaş sürecinin ardından Murat Çakır’ın yaptığı konuşmadan birkaç satır paylaşmak istiyorum sizlerle; “Kobane’de, Rojava’da bir kadın devriminden bahsediyoruz hep. Orada hala kapitalizmin sermayesini direk işletemediği-sanayisini direk kuramadığı bir sistemden bahsetmeyi unutmadan. Orada kadın, savaşla birlikte; üzerindeki erkek egemenliğinden bağımsızlığı, ilk kez ama ilk kez yaşıyor. Kadınların savaşın zorunluluğundan dolayı kaldıkları kamplarda, ilk kez ellerine birlikte okuyabilecekleri, birlikte paylaşabilecekleri şeyler geçiyor. Bu o toprak parçalarındaki iktidarı devirmeye yetmez, hepimiz biliyoruz. Ama kafalarda ve yaşamın kendisinde devrilen bir iktidardan sözetmekte gerçeğin kendisini ifade ediyor. Umutlarımızı çook uzak yarınlara ertelemekten bahsetmiyoruz. O savaş, bize-kapitalizmin bu bataklığında bir ışık sunuyor. Taraf olmak, bizi bu bataklığın kirlerinden biraz da olsa arındırıyor…”.

Yine 25 Kasım’da bir Kürt genç kızın, “Kadına Yönelik Şiddete Hayır” ve Kobane ile ilgili yaptığı konuşması; “Burada büyüdüm ben. Kobane’ye gidip görme imkanım da oldu. Ama herkesin gidip görmesi gerekmiyor. Ben burada oradaki Kürt kadınlar için-savaşanlar için sadece üzülüp yürüyüşlere giderken, Sakine Cansız bana; ‘dur dur bir dakika. Hep kadına, kadınlar ve çocuklar için üzülmek öğretildi. Sende mi bir genç kız olarak, nenelerimizin öğretileriyle yürüyeceksin. Kendi haline bak önce! Bir kadın olarak hayatın ne kadar bağımsız? Ayakların üzerinde duracak gücün var mı? Avrupa’nın göbeğinde üzerimizde süren erkek gölgelerinden çıkmaya gücün var mı? Devrim için gidenlere destek vermek, önce kendi devrimini yapma cesaretinden geçer’ deyiverdi. Kobane’deki kadınlar onlar için gözlerim dolduğunda bana fısıldadılar; ‘biz ilk kez özgürlüğe koştuğumuzu bu kadar hissettik. Üzüleceğimiz çok şey var, ama önümüz açık, değiştirebileceğimiz çok şey var….’ ”.

Geçmiş-gelecek arasındaki bağda, geçmişi unutmamak-ama geleceğe kucak açmak; hangi yönümüz yenilirse yenilsin, sonuçta hep galip gelmek, umutla donanmak! “Devrimciliğin” en temel ilkeleri, insani değerlerin inşa denemeleri, dünyanın neresinde olursa olsun böyle örüldü, böyle sürdürüldü. “Umut-gelecek” kavramları; kapitalizmin bugün üzerimizde estirdiği hızdan-resimlerden-görüntülerden-hayallerden çok farklıydı!!!

Kış geldi yine! Sokaklarda insanlar hediye alma telaşındalar her yıl ki gibi. Ocak kapıdan girene kadar böyle! Mutsuzluk, umutsuzluk, doyumsuzluk, huzursuzluk dolanıyor heryerde. 14 yıl sonra, böyle sokakları arşınlıyorum. Bir kez daha gülümseyerek; “dünya bizden ve bizim görmek istediklerimizden ibaret değil” diyorum.

Nasıl hüzünlü bir ay bu, sert! Rüzgar esiyor keskince, masmavi ama masmavi bir gelecek düşlüyorum gülümseyerek. Masmavi, insanın insana kıymadığı bir dünya düşlüyorum, yürüyüşümün düzeldiğini hissediyorum bu umudu keskin hissedince!! “Kobane’de soğuktan titreyen çocuklar bile, buradaki çocuklardan daha iyi tanımlayabilirler huzuru-coşkuyu-mutluluğu” diyorum. Ve içimde çığlıklar atarak; “yaşadığımız mutluluklar, yaşamadıklarımızdan kat kat daha fazlaydı. En zor anlarda, su-şekeri bile beklemek zorunda kaldığımız anlarda, milyarlarca insanın tatma şansını yakalayamadığı mutluluklardaydık biz. Umut yolundaydık. Ve bir daha hiçbiryerde yakalayamayacağımız paylaşımları, kendimizi en temiz halimizle tekrar gerçekleştirmeyi, mutluluğun en halisini yaşadık biz…” diyorum.

Burada gaz bombaları, delinen duvarlar, kurşun vızıltıları yok. Gaz bombalarından simsiyah, ama simsiyah olmuş sularımız, sözüm ona maske diye düşündüğümüz-ama zift gibi kullanılması mümkün olmayacak hale gelen havlularımız yok, inadına yürüyeceğimiz. Rüzgarın keskinliğine bırakıyorum kendimi, ona inat yürüyorum gidenlerimizle-hücrelerde kalan yüreklerimizle beraber!

Dehşet bir sevgiyle, incecik olmuş, o hallerine rağmen gülümseyen çehreleri-bedenleri hatırlıyorum; “çıkarsızlaşmanın-hesapsızlaşmanın, insan kalmanın en doruğuna kadar yürüyebildiniz” diyerek onları hergünkü gibi, bir de bugünün özelliğiyle daha sıcak anıyorum.

Onlara, insana sarılma şansı dahi verilmeden uğurlanışlarını hatırlıyorum. Bunca insan içerisinde; huzursuzluğa-mutsuzluğa-coşkusuzluğa karşı öfkem artıyor. “İlke-bilinç” anahtar sözcükleri geziniyor beynimde. Gülümsemeyle, coşkuyla, huzurla, mavi günlere özlemle yürüyorum….

İYİ Kİ VAROLDUNUZ! ANILARINIZ HER ADIMIMIZA IŞIK TUTUYOR!
İYİ Kİ VARIZ!

73992

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar