Perşembe Mayıs 23, 2024

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Hem Ankara, hem İstanbul, hem de Diyarbakır bürolarda gördüklerim, yaşadıklarım, tüm bir anaakım medyanın başını kuma gömdüğü, üç maymunları oynadığı o şom günlerde, bir özveri destanıdır. Tek sermayeleri özgürlük tutkuları ya da ezilen, kanayan bir halkla dayanışma duyguları olan o gencecik, deneyimsiz ama gözükara kadın ver erkeklerin, hiç kimsenin bırakın yazmayı, görmeye cesaret edemediği olayların ardından nasıl vazgeçmeyen bir ısrarla koştuklarının tanığıyım. Cebinde beş kuruş olmaksızın habere otobüsle, hatta yürüyerek giden, sabah toplantısında boy göstermeyen arkadaşları için “acaba gözaltına mı alındı, vuruldu mu?” kaygısını yaşayan isimsiz kahramanların emeklerinin ürünüdür bu gazete… Ateşi söndürmemek için emeklerini ve bedenlerini yakıt edenlere selam, buradaki günlerini ikbale tahvil edenlere lanet olsun!

Gündem’in gerçekten de dudak uçuklatıcı bir tarihi var. Merkezi bombalandı; muhabirleri faili meçhullere kurban gitti, yasaklar, gözaltılar, işkenceciler, savcılar hiç peşini bırakmadı.

Keşke bu yazı bir “nereden nereye geldik!” yazısı olabilseydi! Oysa, devletin “kirli savaş” konseptinde hiçbir değişiklik yok. Genç gazeteciler yine tutuklanıyor, faili meçhuller yine sahnede, güvenlik güçleri, savcılar, hâkimler yine iş başında, insanlar yine gözaltında kaybediliyorlar. Ve Kürt coğrafyası yine kan revan. Üstelik 1990’larda dahi görülmemiş şeyleri yaşıyoruz: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri, ellerinde Cizre’de “Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de etrafı sarıp yüzden fazla insanı canlı canlı yaktığına dair raporlar” bulunduğunu açıklayalı ne kadar zaman oldu ki?

Bu uğursuz döngü kendini bir kez daha yinelerken, anaakım yine başını kuma gömmüş, görmüyor, duymuyor, söylemiyor. Ya da en saldırgan ve en çirkin yalanlara sarılıyorlar… Tıpkı o zamanlar yaptıkları gibi…

Kim ne derse desin, bu ülkenin sınırlı da olsa, manipüle edilmiş de olsa, Susurluk nezdinde devletin kirli yüzüyle yüzleşmesi, muhalif ve mimlenmiş medyanın hedef tahtasındaki gazetecilerinin özverili ve ısrarlı çabaları sayesinde gerçekleşmiştir. Ana akımın “anlı şanlı” gazetecileri, Susurluk kazası vesilesiyle 100 yıllık uykularından uyandıklarında, onların o güne dek görmezden geldikleri, hatta “iliştirilmiş muhabirler” olarak boşa çıkartmaya çabaladıkları haberlerini didikleyerek aydılar, “derin devlet” dedikleri T.C. gerçeğine…

Aynı şeyi bir kez daha yaşayacağımızdan eminim. Bugün “terör örgütü kentleri yaktı, insanları öldürdü” haberciliğine sarılanlar, Batı’da gerçekleri dile getirme cüretini gösteren bir avuç insan hakları savunucusu, devrimci, aydın üzerine sürek avı düzenleyenler, bir gün gelecek uyku sersemi, “Vay canına,” diyecekler; “meğer neler olmuş!”

Gündem’in bu nedenle her bir acının, her bir zulmün kaydını düşmeyi sürdürmesi gerekiyor. Bu coğrafyayı eşitlikçi ve özgür bir kardeşlik sofrasına dönüştürmeye yönelik nihai hesaplaşmada bu kayıtlara çok ihtiyacımız olacak…

9 Temmuz 2016 07:39:17, İstanbul.

N O T L A R

[1] Gündem, 10 Temmuz 2016…

[2] Pablo Neruda. 

57772

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar