Çarşamba Mayıs 22, 2024

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal kurtuluş mücadelesinin çizgisi üzerinde ciddi etkileri/sonuçları oldu.Metropollardaki entegrasyon düzeyinin de etkisiyle Kürdistan'ın bağımsızlığı düşüncesi büyük yara aldı.Bağımsız Kürdistan fikriyatının aldığı yara Abdullah Öcalan'ın emperyalistler tarafından TC'ye tesliminin Öcalan şahsındaki sonuçlarıyla çakışınca ulusal kurtuluş savaşının ihtiyaç duyduğu/duyacağı tezler yerine sık sık değişen ve başına mutlaka "demokratik" sıfatı eklenen bir resmi ideolojiler dönemine kapı açıldı.Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin anti-sömürgeci savaş çizgisi, Kürd özgürlük hareketinin azınlık hakları ve demokrasi mücadelesine dönüştürülerek TC’nin verili sınırlarına dokunmama prensibiyle sömürgeci rejimin rasyonellleri içerisine hapsedildi.Oysa hayat,hele de Kürdistan'da hayat,gri değil yemyeşil bir şey.Kürdistan'ın en küçük parçası bütün sömürgeci rasyonelleri parçalayacak bir manivelaya dönüştü kısa sürede.Ahmet Telli o güzel şiirinde bugünü anlatmış sanki: 

"Ve gözleri uzak yamaçlarda 

aranıp dururken bir şeyleri 

sessiz ve sakin beklemekte 

bekledikçe bileylenen yürek

 

Belli ki dağların, denizlerin

ve göllerin üzerinden 

sıyrılıp gelmektedir seher 

Belli ki yakındır 

doğayı ve hayatı sarsacak saat" 

 

Ülkemizin kuzeyini sömürgeleştirenlerin tam da işi zamana yayarak,asimilasyon/entegrasyonla ve ekonomik teşviklerle satın alarak, Kürdistan'ın kurtuluş mücadelesini toprak temelinden soyutlayarak bitirmeyi programladıkları bir momentte sarsılıyor doğa ve hayat.Emperyalistlerin kurduğu,ancak sonuçlarını belirleyemez hale düştükleri oyunun dışında,sıçan olmadan torba dibi delercesine kurgulanan selefi barbarların Rojava'yı işgaline destek ve vekaleten savaş politikası da dünya sisteminin sinir merkezlerine toslayınca,TC açısından bugünkü sonuç Kürdistan'ın özgürleştirilmiş topraklarının Akdeniz'e sadece 50 km mesafesinin kaldığı jeopolitik gerçeğidir.Güneyliler de dahil tüm Kürdistanlılar bunun kıymetini ve beraberinde getirdiği olanakların düzeyini bilmek durumundadırlar.

Hal böyle iken ve Rojava'da federal ya da özerklik temelinde de olsa ikinci bir Kürdistan'ın ortaya çıkışı neredeyse kesin hale gelmişken, ilginç bir süreç gerçekleşiyor.Kürd özgürlük hareketine dönüştürülmüş olan ulusal hareketin ana gövdesi bu kez de azınlık hakları çizgisinden de geri bir hatta,Türkiyelileşme hattına sürükleniyor.Kuzey Kürdistan'da ve Türki metropollarda HDP üzerinden Türkiyelileşme çizgisine onay vermesi ulusal kurtuluş hareketinin rezonansını bozacak denli önemli bir sapmadır.Hele de aynı momentte doğru bir politika olarak Batı Kürdistan'da askeri olarak iktidarlaşma mücadelesi sürdürülürken.Emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi haritaları ortada uçuşurken,Ortadoğu'da tüm sınırlar tartışmanın ötesinde ciddi müdahalelere açılmışken "barış" ve "kardeşlik" mücadelesini Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanlarıyla  bi-idrak sürdürmek anlamsız olduğu kadar kaybettiricidir de.Ulusal hareketin tüm enerjisini Batı Kürdistan'a yoğunlaştırmasının gerekli ve önemli olduğunu ve TC ile sürdürülen ateşkes politikasının bu stratejik amaca hizmet ettiğini varsayabiliriz.Çürümüş Kemalist devleti Türki hikmet-i hükümetinin desteği ve onayıyla re-organize eden TC'nin iktidar partisinin de seçimlere kadar bu minvalde devam etme ve Kürdleri ardı arkası kesilmeyen Noel Baba paketleriyle oyalama politikası uygulayacağı görülüyor.Bu bağlamda Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanları ulusal hareketin tabanını aşındırma potansiyeline sahiptir.TC'nin çok ciddi planlanmış entegrasyon projelerinin hedefi olarak zaten zamana bağlı olarak Türkiyelileşen Türki metropollardaki Kürdistanlı kitlelerin bir de ulusal hareketin Türkiyelileşme yöneliminden sonra özgür-bağımsız Kürdistan fikrine nasıl bakacaklarını tartışmak zorundayız.

Eleştirmeden geçemeyeceğim bir konu da "sol" jargonun bu süreçte alabildiğine kullanılmasına rağmen, "doğayı ve toplumu  olgusal inceleme yöntemi olarak Marxist metodoloji'nin hem Kürdistan özgürlük hareketince hem de Türki sollar tarafından terkedilmiş olmasıdır.Altyapı-üstyapı ilişkilerine hiç kafa yormayan,bilimdışı,arkaik Kemalizm taklidi bir bakış açısı Kürd ulusal düşüncesine enjekte edilmek isteniyor.İttihatçılar ve sonrasında Kemalistler, üretim biçiminden kaynaklı altyapı ilişkilerini hiç değiştirmeden, Ermeni ve Rum halklarının soykırımı/talanı sürecinde işbirliği/güçbirliği yaptıkları yeni mülk sahibi sınıfların yaşam tarzı ve tüketim faaliyetleri üzerinden bir toplumsal makyaj politikası uyguluyorlardı ve bunu modernleşme/batılılaşma olarak sunuyorlardı.Aynı süreçlerde toplumsal geriliği halının altına süpürme anlayışıyla birleşen bu politika öyle bir noktaya gelmiştir ki bir dönem Kemalistler Ulus'tan Kızılay'a köylülerin ve kıyafeti kötü olanların geçişine izin vermemiştir.

Yukarıda anlatılanların Kürdistan ile ilişkisine gelince: Ekonomik altyapının gelişmediği,ekonominin üretim tabanlı olmadığı,sınıflar ve katmanların ekonomik zemine oturmadığı,daha ötesinde güçlü bir orta sınıfın varolmadığı toplumlarda demokrasiden sözedilemez.Yakın tarihin bize öğrettiği bir başka şey de köylülerin ağırlıkta olduğu toplumlarda modernleşmenin aydınlar veya ordunun öncülük ettiği anti-demokratik rejimlerde gerçekleştiğidir.Bu modernleşme ekonomik gelişimi tetikleyip zaman içinde güçlü bir orta sınıf ortaya çıktıktan sonradır ki gerçek demokratikleşme mümkün hale gelebilmiştir.Türkiye gibi üretim altyapısının görece gelişkin olduğu alt-emperyalist bir ülkede dahi Bonapartist sivil-askeri bürokrasinin iktidardan tasfiyesi ve asli görevine dönüşü çok kısa zaman önce emperyalizmin onayı ve desteği neticesinde gerçekleşebilmiştir.Bu bağlamda bir takım kavramların önüne "demokratik" sıfatını koymak onları demokratik yapmadığı gibi tam tersini düşündürür:Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti,Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti böyle kavramlardır.Kaldı ki ülkesi işgal altında bir ulus olarak Kürdistanlıların kısa vadede demokrasiyi hedeflemesi anlamlı da değildir.Bütün iç dinamikleri hırpalanmış bir toplumun öncelikle kendine gelmesi ve toprak temelinde ulusal kurtuluşu yeniden örgütlemesi gerekmektedir.Her ne kadar  altyapı unsurlarının üstyapıyı önemli ölçüde etkilediği,hatta belirlediği modern toplumların aksine,Kürdistan'da üstyapı unsurları da altyapıyı etkileyebilecek ölçüde etkili ve güçlü karakterde olabilse de kadın kotaları,eşbaşkanlık sistemi gibi uygulamalar  kadının üretimde yeralmadığı ve bireysel ekonomik özgürlüğüne sahip olmadığı koşullarda  "sürdürülebilir" bir "demokratikleşme" ye işaret etmez.Hatta kıran kırana bir mücadele ile elde edilmeyen ve bahşedilen/kolayca geri alınabilir durumdaki bu haklar kadın mücadelesine uzun vadede zarar verme potansiyeline sahiptir.Örneğin,TC kadınlara seçme seçilme hakkını İsviçre'den önce vermiş olmakla övünen bir resmi ideolojiye sahiptir.Ancak bu daha erken hak tanıma durumu TC'nin kadın hakları alanında İsviçre'den daha ileride olduğunu göstermez.Hatta olgu tam tersidir.Çünkü TC'de kadın hakları Kemalizm'in üstyapı üzerinden modernleşme politikası üzerinden gündeme gelmiştir,İsviçre'de ise ciddi bir kadın hakları mücadelesinin sonucunda.

Kuzey Kürdistanlılar Frantz Fanon'un "İlk Kurşun" teorisini bir dönem çokça tartıştılar.Görülen o ki, Kürdistanlılar sömürgeciliğin ağır tahribat yarattığı eski zavallı kişiliklerini ağır yaralamış,ancak o dönemde sıkça iddia edilenin aksine öldürememişlerdir.Ve ne yazık ki o sömürge kişilik "demokratik","demokratikleşme" ve "Türkiyelileşme" argümanları üzerinden "iyileşerek / iyileştirilerek" tekrar aramıza dönmüştür.Neyse ki Ortadoğu'daki ve Rojava'daki gelişmelerin düzeyi ve Kürdistan'ın sosyal ve ekonomik koşulları bu "hasta"nın daha fazla yaşamasına elverişli değildir.

ZÜLKÜF AZEW,28.10.2013

99283

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar