Pazar Mayıs 26, 2024

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Bir gün dernek basıldı. Gözaltına alındı, sorgusundan sonra da tutuklandı. Buca Cezaevi’nde mahpus yattı. Çıktıktan sonra birkaç yoldaşıyla birlikte Meriç’ten Yunanistan’a geçmiş, oradan da Lavrion Kampı’na…

Orada kalan kuzenim anlattı. “Bir gün yüksekçe bir surun üzerinde oturmuş, sohbet ediyorduk. Sur duvarının hemen dibinde deniz epey derindi. Aramızda, “Atlayalım” diyenler oldu, ama kimse cesaret edemiyordu. Sonra aramızdan biri: ‘Partizancı biri olsaydı mutlaka atlardı’ dedi. Birden İbo ayağa kalkıp üzerindekileri çıkarmaya başladı. Üzerinde bir donu kalmıştı. Şaşkın bakışlarımız arasında kendini o yükseklikte boşluğa bıraktı. Suya batıp batıp çıkıyordu. Bağırtılarımıza gelen bir balıkçı teknesi İbo’yu boğulmaktan son anda kurtardı. Surdan inip telaşla karışık bir korkuyla yanına koştuk. Bizi görünce güldü.

“Sen yüzme bilmediğin halde ne ucuz kahramanlık yapıp suya atlıyorsun?” dedi bir arkadaş.

İbo dik dik yüzümüze baktı:

“Arkadaş” dedi, “Partizancılara laf söylettirmem!”

2003’ün sonlarına doğru önce Almanya’ya, oradan trenle İsviçre sınırına geldim. İbo ve kuzenim gelip aldılar beni. Otuz yıl sonra bu onu ilk görüşümdü. Saçları seyrelmiş, göbeği çıkmış olmasına rağmen gözlerindeki ışıltı aynıydı hâlâ. Zamanın değerli olduğunu hatırlatıp hemen döner ısmarladı bana. “Karnını doyur yoldaş, olur ki yakalanırsan aç kalma.” Sınırdan tok karnımla geçtim.

Mazlum iyi bir yoldaşım, iyi bir arkadaşım oldu hep. Her gittiğimiz etkinlikte ve yürüyüşlerde omuz omuzaydık. Görüşemediğimiz zamanlarda da telefonlaşırdık. Annem çok severdi onu, o da annemi. Hatta annem beni Mazlum’a emanet etmiş: “Benim oğlum oralarda daha çok yeni. Gözün üzerinde olsun ha!” demişti.

İki çocuğu olan Mazlum evlat sevgisini de iyi bilirdi. Oğlu Uygar’ı kuşkusuz çok sevse de kızı Ceren’i yanından ayırmazdı. Gerçi kovsa da gitmezdi Ceren, hep arkasındaydı.

Bir gün, 5 Ağustos günü Geleneksel ATİK Yaz Kampı’na gittikleri Yunanistan’da ağır bir trafik kazası geçirdiler. Mazlum yoldaş ağır yaralanmış, komadaydı. Kızı Ceren’i kaybetmiş, yıldızlara uğurlamıştık… Üstelik yoldaşın bundan daha haberi yoktu.

İnatçılığı ve mücadelesiyle yaşama tutunmuş, ama koma sürecini tam atlatamamıştı. Konuşamıyordu ama gözleriyle ne demek istediğimizi anlayabiliyordu.

Ancak dört ay direnebildi, 12 Aralık’ta “elveda” dedi hayata ve dostlarına… Yanından ayıramadığı biricik kızını yine yalnız bırakmak istemedi. Bu yüzden acele etti ve gitti…

 

 

64684

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar