Pazartesi Mayıs 20, 2024

Yeni Bir Mücadele Yılına Girerken: Ölümsüzlerimizle Yürüyoruz!

2021 yılını geride bıraktık. Yeni bir mücadele yılına girerken gerek dünyada ve gerekse de ülkemizde başta sınıfsal çelişkiler olmak üzere bir dizi çelişkinin giderek keskinleşmesi 2022 yılının sınıf mücadeleleri açısından hareketli geçeceğini göstermektedir. Küçük bir örnek olması açısından MESS grup sözleşmesinde sefalet zammını kabul etmeyen ve iş bırakan Birleşik Metal-İş üyesi Çimsataş işçilerinden 25’i, SMS’le işten çıkarılınca direnişe geçtiler. Yeni yılda bu türden örneklerin artacağı öngörülebilir.

Esasen 2021 yılı dünya çapında bir önceki yıldan kapitalist sistemin ekonomik, siyasi ve ekolojik bir dizi krizi ve çelişkisini devralmıştı. Bu çelişkilere bir Covid-19 pandemisi eklenince var olan kriz daha derinleşmişti. 2022 yılı pandeminin yeni varyantlarıyla birlikte sürdüğü müddetçe krizin derinleşmeye devam edeceği, buna karşı işçi sınıfının ve ezilen halkların itiraz ve mücadelelerinin yükseleceği bir yıl olmaya aday görünüyor.

Emperyalist kapitalist sistem, küresel ısınma ve iklim krizinin derinleştiği koşullarda, (Copernicus verilerine göre 2021; 2015 ve 2018’den az farkla daha sıcaktı ve son yedi yıl birlikte ele alındığında, açık bir farkla kaydedilen en sıcak yedi yıl olarak kayıtlara geçti-10 Ocak) ekonomik krizin sürmesi, kapitalist uygarlığı giderek bir “sürdürememez”lik içine sokmaktadır. Bu durum geniş kitlelerde hakim sınıflara ve özellikle de onları temsil eden “politikacı”lara yönelik tepki ve öfke duymasına yol açmaktadır. Yeni yılın ilk günlerinde Kazakistan’da yaşanan halk isyanı önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmelerin işareti gibidir.

Küresel ısınma ve iklim krizi nedeniyle dünya yok oluşa doğru hızlıca ilerlerken, bunun birinci derecede sorumluları olan emperyalist kapitalistler arasındaki çelişkilerinde keskinleşmeye devam ettiğine tanık olduk. Geride bıraktığımız yıl ABD emperyalizminin başını çektiği AB emperyalistleriyle Rusya emperyalistleri arasında merkezinde Ukrayna olan çelişki derinleşti. Bu çelişkinin önümüzdeki süreçte de gündemi belirleyeceğini öngörebiliriz.

Emperyalistler arasındaki bir diğer keskinleşen çelişki ABD emperyalizmiyle Çin sosyal emperyalizmi arasındaki çelişki oldu. Çin ile ABD emperyalistleri arasındaki rekabet özellikle teknoloji alanında, uzay ve havacılık, yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, sanal gerçeklik, “derin taklit” (deep fake) teknolojisi, silahlanma alanlarında daha da sertleşti. Önümüzdeki yıllarda bu çelişkinin dünyanın gündemini belirleyeceği anlaşılmaktadır.

Emperyalist kapitalistlerin kendi aralarında çelişkiler keskinleşirken proletaryanın ve ezilen halk kitlelerinin kendilerine yönelik isyanlarından da korkmaktadırlar. Bunun için kendilerince önlemler geliştirmektedirler. Covid-19 pandemisini gerekçe göstererek çeşitli yasaklar devreye sokmakta, halk kitleleri üzerindeki denetimlerini artırmaktadırlar. Sadece bu da değil teknolojideki gelişmeleri kitle denetim ve gözetleme araçlarının geliştirilmesi için kullanmaktadırlar.

Beş milyonun üzerinde insanın ölümüne neden olan Covid-19’a karşı geliştirilen aşılarının patent hakkının kamuya açılmaması ve özellikle ezilen yoksul halkların aşılanmaması (“aşı emperyalizmi”) beraberinde yeni varyantların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu ise pandeminin can almasına devam etmesine yol açmaktadır. Kısaca emperyalist kapitalist uygarlık can almaya, sömürü ve talana son hızla devam etmektedir.

Çökme rejimi çökmeye devam ediyor!

Geride bıraktığımız yıl TC’nin tam bir çökme rejimi olduğunu gösteren örneklere tanık oldu. Bu örnekler çökme kelimesinin iki anlamıyla yaşandı. Birincisi; AKP-MHP faşist iktidarı giderek sıkıştı. Yaşanan ekonomik kriz beraberinde faşist ittifakı çökme aşamasına getirdi. Sistemin çökme aşamasına gelmesi muhalif hakim sınıf kliğini de harekete geçirdi ve rejimin yeniden restorasyonu için harekete geçmesine neden oldu. Erken seçim çağrısı yapıldı.

“Çökme rejimi”nin en iyi görüldüğü pratiklerden biri de, faşist iktidarın faiz indirimiyle döviz kurunu yükseltmesi ardından ise hazine garantisi vermesiyle döviz kurlarını sabitlemesiyle yaşandı. Kısacası devlet kendi vatandaşını dolandırdı. Büyük bir vurgun yaşandı. Üstelik bu çökme işini göstere göstere yaptılar.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati: “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar.” (24 Aralık) Halkı soyan ve soyduğuyla kalmayıp, bununla övünen halk düşmanlarıyla karşı karşıyayız. Rejim ekonomik spekülasyonla alt-orta sınıfların birikimlerine vurgun yaparak onlara yüksek kurdan döviz satmış, yüksek enflasyon ve ağır vergiler altında ezilen halka karşı son bir vurgunla çökme ekonomisini sürdürmektedir.

Faşizm yeni yıla girerken başta elektrik olmak üzere temel ihtiyaçlara astronomik zamlar yapmıştır. Hemen hemen her şey zamlanmış durumdadır. Sistemin resmi kurumu TÜİK bile Aralık enflasyonu % 13.58, 2021 enflasyonunu % 36.08 olarak açıklamak zorunda kalmıştır. Enflasyon Araştırma Grubu, enflasyon rakamlarını Aralık ayı için % 19.35, 2021 yılı için % 82.81 olarak gerçekleştiğini açıklamış durumdadır.

Yoksulluk sınırı Aralık’ta 13.072.51 TL, açlık sınırı Aralık’ta 4.013.26, TL olarak açıklanmıştır. (Türk-İş) Sistemin destekçilerinden sarı sendika Türk-İş’in açıklaması bile açlık sınırının alayı valayla açıklanan yeni asgari ücrete yaklaştığını göstermektedir. 8.5 milyon işsizin, 12 milyon yoksulun olduğu, 6.6 milyon kişinin devlet yardımıyla yaşadığı, çalışanların yarısının asgari ücretli olduğu koşullarda, % 50 enflasyonla işçi ve emekçilere tam bir yıkım dayatılmış durumdadır.

Bu koşullar altında faşizm kendisine karşı gelişecek olası halk hareketinden korkmakta ve burjuva muhalefet üzerinden açık açık halkı tehdit etmektedir. AKP Başkanı R.T.Erdoğan: “Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş. 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse, siz de aynı dersi evellallah alırsınız. Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız” açıklamasında bulunmaktadır. (4 Ocak)

“Çökme rejimi”nin ortağı faşist MHP’nin lideri Devlet Bahçeli ise partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, Kazakistan’daki halk isyanının FETÖ tarafından kışkırtıldığını, yarın burada da aynı şeylerin olabileceğini belirterek, yeni bir terörle mücadele konseptinin oluşturulması çağrısında bulunmaktadır. (11 Ocak)

Çökme rejiminin bu saldırganlığı karşısında burjuva muhalefeti ise tam bir teslimiyet içindedir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, R.T.Erdoğan’ın tehditlerine: “Zorlayacak, baskı kuracak, sokağa çıkmayacağız. Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok” diye yanıt vermektedir. (5 Ocak)

Burjuva muhalefetin bu teslimiyetinde asıl neden sokak muhalefetinin kontrolden çıkma tehlikesidir. Hakim sınıflar yaşanan ekonomik ve siyasi krizin farkındadırlar. Bu krizin olası bir halk ayaklanmasına dönüşmemesi, yeni bir Gezi’yi tetiklememesi için deyim yerindeyse yoğurdu üfleyerek yemektedirler. Krizin kontrolden çıkmaması için olabildiğine bir yumuşak geçişten yanadırlar. Sokağa değil seçime işaret etmektedirler. Öte yandan burjuva muhalefetin lideri K.Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri aynı zamanda CHP’nin liderlik ettiği “Millet İttifakı”nın hasbelkader iktidarı ele alıp çökme rejiminin restorasyonuna giriştikten sonra toplumsal muhalefeti, devrimci ve komünistleri neyin beklediğinin de itirafıdır. “Geliyor gelmekte olan” diyerek gelecek olan gideni aratacaktır.

Halka yönelik saldırılar artacaktır

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum, ABD Merkez Bankası’nın faiz artırma kararıyla birlikte daha da kötüleşecektir. Halihazırda var olan tablonun daha da kötüleşeceği açıktır. Türkiye halkına dayatılan bu ağır yoksulluk ve açlık tehlikesi beraberinde burjuva muhalefet için bir fırsat olarak görülmekte ve yaşanan ekonomik krizle birlikte çökme rejiminin seçimle gideceği propagandası yapılmaktadır.

Burjuva muhalefetin bu tavrı örneğin bir cemaat yurdunda intihara zorlanan üniversite öğrencisi karşısında da kendini göstermektedir. Ülkede gençler geleceksizlikten intihara sürüklenirken yapılan tek şey tarikat ve cemaat yurtlarının kapatılması ve devlet yurtlarının açılması gerektiği propagandasıdır. Tarikat ve cemaat yurtları AKP-MHP iktidarından önce de vardı. Hatta CHP iktidar olduğu dönemlerde de vardı. Burada amaç gençlerin geleceğinin çalınmasıyla hesaplaşma değil, tam aksine gençlerin tarikat ve cemaat yurtlarında değil devlet yurtlarında kontrol altına alınmasıdır.

Tarikat ve cemaatlerin gençleri ölüme sürüklediği ne kadar gerçekse, asıl olarak sistemin ve onun yürütücüsü TC faşizminin gençleri intiharın eşiğine getirdiği de bir o kadar gerçektir. Diğer bir ifadeyle TC devleti ideolojisiyle, uygulamalarıyla, politikalarıyla büyük bir “tarikat” örgütlenmesi değil midir? Bu faşist devlet aygıtı her türlü uygulamasıyla gençleri büyük bir cendere içinde tutmakta, geleceksizleştirmektedir. Bu nedenle doğru olan tutum düzenin toptan yıkılması için mücadele etmektir.

Çökme rejiminin işçi sınıf ve emekçi halk için tam bir yaşamsal tehlike oluşturduğu, sadece açlık ve yoksulluk dayatmasıyla değil örneğin Covid-19 pandemisi karşısındaki tutumuyla da anlaşılabilir. Salgının başından itibaren gerçekleri halktan gizleyen iktidar gelinen aşamada sahte aşı üretmiş durumdadır. Rejim sahipleri bununla kalmayıp TTB’nin bütün uyarılarına rağmen yeni bir genelgeyle aşı olmayanların kalabalık etkinliklere katılım, yolculuk vb. için yaptırmaları gereken PCR test zorunluluğu kaldırmış durumdadır. Salgına karşı tüm sorumluluğu halka yıkan devlet, salgınla mücadeledeki en önemli halkalardan birisini daha ortadan kaldırmış durumdadır. Tam bir halk düşmanı politika izlenmektedir. Faşist D.Bahçeli’nin Tabipler Birliği’nin kapatılması önerisi nedensiz değildir.

Çökme rejiminin çöküşü hızlandıkça, “beka sorunu” daha fazla dillendirilecek, halka yönelik faşist saldırganlıkta artış yaşanacaktır. Bu saldırılar karşısında örgütlenmekten, “birleşirsek kazanırız” deyip mücadele etmekten başka çıkış yolumuz bulunmamaktadır.

Devrim mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi anıyoruz!

Bu mücadele için temel dayanağımız, örnek alacağımız devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimiz olmalıdır. Daha iyi bir dünya için sadece emeklerini değil kanlarını ve canlarını verenler aynı zamanda insanlığın geleceği kurma iradesinin de somut birer örneklerini oluştururlar. Dünya çapında emperyalist kapitalist sistemin, işçi sınıfına ve ezilen halklara reva gördüğü sömürü, açlık ve yoksulluk karşısında direnirken toprağa düşenler aynı zamanda geleceğin kazanılmasının da garantisidirler.

Aynı şekilde Türk ve Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye halkının daha iyi bir gelecek uğruna, demokratik halk devrimi ve sosyalist devrim uğruna toprağa düşenleri, yeni demokratik Türkiye’nin gerçekleşeceğinin somut birer şahididirler.

Devrim ve komünizm mücadelesinde toprağa düşenler aynı zamanda faşist saldırganlık karşısında işi sınıfının ve ezilen halkın direnişinin somut birer örnekleridirler.

Devrim için ölümsüzleşenlerimiz işçi sınıfına ve emekçi halka dayatılan sömürü, açlık, yoksulluk, zulüm ve ölümü asla ve asla kabul etmeyeceğimizin göstergesidirler.

Başta Ocak ayının son haftası olmak üzere, önümüzdeki mücadele günlerinde onlar her zaman yanı başımızda olmaya devam edecekler bize yol göstermeyi sürdüreceklerdir. Anıları ve mücadele pratikleri yaşıyor ve yaşamaya devam edecektir. Onları selamlayalım, onurlandıralım.

2270

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

Sayfalar