Salı Mart 19, 2024

Sefa Ünal

 

Sefa Ünal  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

 

ATİK yalnız değildir çünkü ezilenlerin mücadelesi vardır :Sefa ünal

Alman emperyalizmi, Türkiye’nin “terörizmle” ortak mücadele gibi ağzının sularını akıtacak, zaaflı yanını kullanarak işlerini yürütmeye, politikasını kolaylaştırmaya çalışmaktadır. Şimdide ATİK operasyonuyla TC’yi tavlamaya kıvama getirmeye çalışmaktadır. Alman emperyalizmi ATİK operasyonuyla kendi yasalarını çiğneyecek, mülteci hak ve özgürlüklerini ayak altına alacak, imzaladığı uluslararası anlaşmaları yok sayacak kadar kendinden geçmiştir.

Gerçekleşen operasyonu siyasi ve hukuki temelde iki ayak üzerinden incelemek ve mücadele hattını da bu eksenlerde iç içe geçirerek sürdürmek gerekir. Elbette ATİK operasyonu esasen siyasi saiklerle gerçekleşmiştir. Ki hukuki boyutuna bakıldığında operasyonun siyasi karakteri daha bir açık ve net görülmektedir.

Alman devleti ATİK operasyonunu 11 Eylül’ün hemen arkasından çıkardığı “terörle mücadele” kapsamındaki faşist karakterli yasaya dayanarak gerçekleştirmiştir. Bu yasanın 129/a-b maddeleri kendi ülkesinde herhangi bir suç işlememiş olmakla birlikte, başka bir ülkede “terör faaliyeti” yürütüyor olmayı suç kapsamına sokmaktadır. Alman devleti bu yasayı Türkiye’de faaliyet yürüten TKP/ML örgütüne üyelik şeklinde işleterek uyarlamıştır. Alman yasalarına göre ise TKP/ML “terör örgütü” listesinde yoktur. Bir bütün ortaya atılan iddialar ise Alman devletinin yasalarını ihlal eden bir durumun olduğuna işaret etmediği gibi, tutuklama çıkardığı bütün ATİK üyeleri Türk devletinin politik baskısına maruz kaldığı için ya bizzat vatandaşlığa kabul edilmiş ya da politik mültecilik oturumu verilmiş kişilerdir. Alman devletinin iddialarından birisi Rojava için faaliyet yürütmek, buradaki Kürt direnişine destek olmaktır. Oysa aynı Alman devleti Barzani üzerinden Kobani’ye silah ve lojistik destek sağlamış, çeşitli düzeylerde YPG ve PYD temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirmiştir. Bu açıdan da tam bir iki yüzlü ve kendini inkar eden bir düzlemde durmuştur. Temel iddialar ve suçlamalar bu eksendedir. Altı tamamen boş, kendi yasalarıyla çelişkili bu durum operasyonu yalın kat politik nitelikleriyle gün gibi açığa çıkarmaktadır.

Operasyonun politik amaçları ve hedefleri esasa oturmaktadır. Alman emperyalizminin politik hesapları Türk devletiyle çakışma noktası yakalamaktadır. Birincisi, Avrupa’da ki politik mültecilerin hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasıdır. Gerek Avrupa gerekse de Türkiye ile ilgili politik amaç ve hedeflerine uygun mücadele yürütmelerini engellemek, inanç ve değerlerine bu tür operasyonlarla yabancılaştırmak ve bir bütün işçi ve emekçilerle ilişkisini zayıflatmaktır. İkincisi, devrimci-demokratik faaliyetleri “kriminalize” etmektir. Terör umacası ile bu faaliyetlerin meşruiyetine gölge düşürmek ve kazanılmış hakları bu şekilde tırpanlamaktır. Üçüncüsü, Alman emperyalizminin TC’nin faşist sisteminden azami oranda beslenecek politik iklimi yaratmasıdır. Demokratik, devrimci ve ilerici hareketlerin Türk egemen rejiminde mücadelesini genişletecek, yaygınlaştıracak ve var olan politik krizi derinleştirerek ezilenler lehine yeni olanak ve örgütlenme alanları yaratacak çalışmalarına “burjuva demokrasisi” ile darbe vurmaktır. Faşizmin devrimcilere daha güçlü saldırmasına uluslararası alanda meşruiyet ve açık destek sunmasıdır. Dördüncüsü, Ortadoğu’da Kürt silahlı direnişinin devrimci, demokratik diğer güçlerle kaynaşmasını, dayanışmasını engellemeye çalışmaktır. Aynı zamanda gericilere rağmen gelişen ve büyüyen bu dayanışmayı yasadışı, gayri-meşru ilan ederek var olan olanaklarıyla engellemeye, sabote etmeye çalışmasıdır.

Bu politik amaçlar emperyalist gericilikle Faşist Türk devleti ne kadar sorun yaşarsa yaşasın devrimcilere, demokratlara ve sisteme muhalif olan tüm hareket ve kesimlere düşmanlıkta stratejik ittifaklarını gölgelemeyeceğini göstermektedir. Bu uğurda hiçbir masraftan kaçınmadığı gibi aynı anda birçok Avrupa ülkesini harekete geçirerek merkezi bir operasyon yapmaktan geri bırakmamaktadır. ATİK operasyonu Almanya merkezli gelişse de Avusturya, Fransa, İsviçre ve Yunanistan’da seferber edilerek gerçekleştirilmiştir. Almanya faşist TC ile öyle sıkı bir çalışma yapmıştır ki AB kapsamındaki yasaları da kendi kirli çıkarlarına payanda yaparak bahsi geçen devletlerin yasalarını da adeta büyük güç ukalalığıyla paspasa çevirmeyi dayatmıştır.

Almanya’ya Yunanistan’dan Atılan Tokat!

Bu gerici politik hesaplara ve kirli çıkar ilişkilerine karşı yürütülecek karşı kampanyada aynı şekilde politik olmak zorundadır. Emperyalizmin ve egemen sınıfların siyasal ve ekonomik olarak ezilen halk kesimleri üzerinde ki sömürü, baskı ve sindirme politikası karşısında mücadele yürütenlerin faaliyetlerinin hedef olması meselenin politik ve sınıfsal niteliğini oluşturmaktadır.

Buna karşı ilk ve en etkili karşı koyuş Yunanistan özgülünde olmuştur. Yunan devletinin Almanların baskı ve dayatmasıyla gerçekleştirdiği operasyonda 2 ATİK üyesi tutuklanmıştır. Bunun yanında 2 ATİK üyesi de mültecilik sorunları kapsamında tutuklanmıştır. Yunanlı komünistler, devrimciler ve demokratlar bu hukuksuz ve tamamen politik nedenlerle gerçekleşen operasyona karşı hızla örgütlenmiş ve karşı kampanya başlatmıştır. Öncelikle yaygın bir kamuoyu çalışması başlatılmış, konuya duyarlı tüm kesimler bilgilendirilmeye ve bu eksende duyarlı kılınmaya çalışılmıştır. Bu noktada bildiri, afiş, broşür, basını bilgilendirme gibi yaygın bir çalışma örgütlenmiş, diğer yandan SYRİZA üzerinde baskı kuracak diplomatik kanallar çalıştırılmıştır. Meselenin politik karakterinin ve hedefinin altı çizilerek çalışmalar yürütülürken, diğer yandan gönüllü avukatlar grubu ile hukuki mücadele cephesi de açılmıştır.

Süreç iki aşamaya ayrılmıştır. Birinci ve öncelikli olarak kısa sürede sonuçlanacak Almanya’nın iade talebinin gerçekleşmesini engellemek ve tutuklananların serbest bırakılmasını sağlamaktır. İkincisi ise Almanya’nın tamamen politik nedenlerle Türkiye ile ortak yaptığı bu operasyonun çökmesini sağlayacak ve ATİK özgülünde komünist, devrimci ve demokratik faaliyetin meşru bir hak olduğunun altını daha güçlü bir şekilde çizmek ve ona yeni alan ve olanaklar yaratmak mücadele hattı örmek olmuştur. Birincisi ivedi, öncelikli ve basamak işlevi görecek görev iken ikincisi soluklu, derinlikli ve gelecek yeni saldırıları püskürtecek ve karşılayacak şekilde ele alınmıştır. Bunun ilk karşılığı iltica sorunu nedeniyle tutuklanan ATİK üyesinin kısa sürede serbest bırakılması olmuştur. Bunun yanında İnterpol araması olduğu gerekçesiyle tutuklanan ATİK üyesi de gerekli prosedürler ve bekleme süresi tamamlandıktan sonra serbest kalmıştır.

Nihayetinde kamuoyu oluşturma, alanlara çıkma, diplomatik kanalları kullanma ve güçlü bir hukuki eksende çok yönlü yürütülen mücadele ile Almanya’nın iade isteği Yunan temyiz mahkemesi tarafından oy birliği ile ret edilmiştir. ATİK üyesinin, Almanya’nın iade talebinin ve isnat edilen suçların tamamen soyut olduğu ve Türkiye’nin anti-demokratik ve sudan sebeplerle şekillenen talebinden farkı bulunmadığı gerekçesiyle derhal serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Böylece Yunan mahkemelerinde Almanya’nın operasyonun anti-demokratik, gerici siyasi mülahazalarla gerçekleştiği teyit edilmiştir. Bu süreç özellikle Yunanistan’ın reformist-solcu hükümeti SYRİZA’nın yeni hükümet olmasından kaynaklı sorunu kamuoyuna anlatmak ve duyarlı kılmak için zorlu bir durum yaratırken, diğer yandan Alman emperyalizmine karşı oluşmuş büyük tepkiden dolayı kolaylaştırıcı bir yanı içermekteydi. Bu kolaylaştırıcı ve zorlu yanları kavrayarak mesele politize edilmiş, bir program oluşturulmuş ve aşama aşama hayata geçirilmiştir. Nihayetinde haklılığa olan inanç ve kararlılıkla yürütülen mücadele hem kanallar açılmasına olanak sunmuş hemde sonuç alıcı girişimlerle hedefe odaklanmayı sağlamıştır. Sonucunda ise ciddi bir kazanım elde edilmiştir.

Bu karar hem ciddi bir politik kazanım hemde hukuki kazanımdır. ATİK’in sudan sebeplerle kriminalize edilmeye çalışılmasına karşı açılmış önemli bir gediktir. Dava henüz başlamadan bu kararla altı boşaltılmış, gerici bir politikanın hukuk kullanılarak gerçekleştirilmeye çalışılması deşifre olmuştur. Bu basamak ATİK operasyonlarına karşı yürütülecek mücadelede önemli bir kaldıraç işlevi görecektir, görmelidir. Almanya’da yürüyecek davaya karşı ciddi bir politik ve hukuki hazırlığın, devrimci ve demokratik faaliyetlerin bu davaya saldırarak genişletilmesi olanakları vardır.

Öncelikli Ve Zayıf Halkalar Koparılmalıdır!

Bu eksende ATİK operasyonuna karşı ciddi bir hazırlık ve seferber olma hali sağlanmalıdır. Öncelikle bu operasyonun politik hedefleri ve yönelimi konusunda bir netlik sağlanmalıdır. Bu en geniş kamuoyuna duyurulmalı, devrimci ve demokratik kesimlerle sorunu sahiplenecek şekilde ortak hareket zemini oluşturulmalıdır.

Bu süreci karşılarken öncelikli halkalar ve zayıf noktalar hedef olarak belirlenmelidir. Buralardan dosyaya saldırmalı faaliyetin esas hedefi olan Almanya yargılanmasına soluklu hazırlanılmalıdır. Elbette bunun yanında Türk devletinin ülkede devrimci ve demokratik kesimlere yönelecek dar ve geniş kapsamlı saldırılarında bu şekilde zemini kaydırılmalıdır. Dolayısıyla ilk yönelinmesi gereken halka Almanya’ya iade duruşmalarının olacağı Fransa, İsviçre üzerinde kamuoyu baskısı yaratmak olmalıdır. Davanın bütünlüğünü bozmadan, politik hedefini gözden kaçırmadan iadelerin engellenmesi ve tutuklu olanların serbest bırakılması hedeflenmelidir. Bu eksende özellikle Yunanistan mahkemesinin aldığı karar emsal niteliğindedir. Almanya’nın herhangi bir hukuki ilişkisi olmaksızın 11 Eylül’ün gerici yasalarını dayanak yaparak iade ve yargılama talebi boşa çıkarılmalıdır. Bu eksende özellikle ilgili ülkelerin kamuoyu üzerinde sistemli bir bilgilendirme ve duyarlılık oluşturma çalışmaları örgütlenmelidir. Konuya duyarlı ülkenin komünist, devrimci, demokratik kamuoyuna meseleyle ilgili dosyalar oluşturarak ortak mücadele çağrısı yapılmalıdır. Yine sorunun politik mültecilerin hak ve özgürlüklerini ilgilendiren yanı dolayısıyla diğer Türkiyeli örgüt ve partiler, kitle örgütleri vs ‘ye belirlenmiş ortak bir programla gidilmeli ve bu eksende “dayanışma ve özgürlük komisyonları” kurularak çalışmalar yürütülmelidir. Hem ilgili ülkelerin komünist, devrimci, demokratları hem de Türkiyeli ve diğer ülkelerin politik mülteci örgütleriyle birlikte organize bir faaliyet gerçekleştirilmelidir. Bu eksende sokak ve kitle ayağı bir yandan yürütülürken diplomatik kanallarda kullanılarak hükümetler ve mahkemeler üzerinde kamuoyu basıncı oluşturulmalıdır.

Yine aynı şekilde meselenin hukuki boyutu küçümsenmemeli ilerici, devrimci avukatlar soruna duyarlı kılınmalı, konunun uzmanı avukatlar çeşitli biçimlerde sürece dahil edilmelidir. Bu eksende güçlü ve sağlam bir hukuk ayağı örgütlenmelidir.

Bu ülkelerin dışındaki faaliyetler bu eksendeki çalışmaları besleyecek şekilde yapılmalıdır. Elçilikler önünde eylemler, konuya özel ve genel operasyon kapsamında dayanışma ve destek içeren metinler üzerinden ulaşılabilecek tüm kitle örgütleri, sendikalar, meslek örgütleri, siyasi partiler ve kurumlar, aydın –yazar ve sanatçıların imzalarının alındığı geniş bir dosya oluşturmak gibi faaliyetler örgütlenmelidir. Bu iade davaları üzerinde ciddi bir basınç ve sonuç almak için güçlü bir politik araç olacaktır.

Yine özellikle faşist Türk devletinin zindanlarında uzun süre kalmış ve baskılara karşı Ölüm Oruçları gerçekleştirmiş ve bu yüzden ciddi sağlık sorunları olan yoldaşlarımız Almanya zindanlarında tutulmaktadır. Bu yoldaşların ciddi sağlık sorunları söz konusudur. Buna rağmen ağır ve zorlu zindan koşullarında tecrit altında tutuluyorlar. Bunların derhal serbest bırakılması için Almanya eksenli faaliyetler örgütlenmelidir. Bu eksende özellikle hekim örgütlerine özel çağrı yapılmalı, sağlık sorunları özel bir çalışma olarak örgütlenmelidir. Zira bu koşullarda zindanlarda tutulmak açık insan hakları ihlalidir. Konuya duyarlı insan hakları örgütleri bilgilendirilmeli Alman hükümeti basınç altında tutulmalıdır.

Devrimci Demokratik Mücadele Yargılanamayacak, Başaramayacaklar!

Bu özgün ve öncelikli meseleler sürecin ilk yüklenilmesi gereken ve koparılması gereken halkalarıdır. Ancak bunun ötesinde esas meseleye ciddi bir politik hazırlık yapılmalıdır. Sorunun politik muhtevası asıl olandır. Devrimci ve demokratik mücadelenin politik alanı daraltılmaya çalışılmaktadır. Almanya’nın gerçekleştirmek stediği yargılama asıl hedeftir. Özel ve öncelikli sorunlar bu asıl hedefe sıkı bir şekilde bağlanmalıdır. Operasyonun ve davanın özü hedefe konmalıdır.

Bu bağlamda bütün faaliyet alanlarında dayanışma ve desteği basitten karmaşığa, yakın olandan uzak olana doğru ören, örgütleyen bir planlama yapılmalıdır. Kamuoyunu bilgilendirecek, konuya duyarlı kılacak merkezi ve yerel ölçekli bildiri, afiş, bröşürler hazırlanmalı ve yaygın dağıtımı yapılmalıdır. Kamuoyunda temsiliyeti bulunan kişi ve kurumların mümkün olan biçim ve içeriklerle destekleri sağlanmalıdır. Alman kamuoyunu duyarlı kılacak, Alman hükümeti üzerinde basınç oluşturacak her olanak zorlanmalı, her fırsat değerlendirilmelidir. Bu eksende ATİK’le ilgili bilgilendirici dosyalar hazırlanmalı demokratik tüm kurumların bilgilenmesi dolayısıyla da desteği sağlanmaya çalışılmalıdır. Ön yargısız ve sınırlar koymaksızın bu çalışmalar örgütlenmelidir.

Yine hali hazırda ATİK’in kamuoyuna açtığı imza föyü vardır. Bu imza föyleri etkin bir çalışmayla yaygınlaştırılmalıdır. Konuya duyarlı kamuoyunun bulunduğu her etkinlik aynı zamanda bu çalışmanın mecrası olmalıdır.

Geniş kitlelere ulaşacak iletişim araçları ve olanaklar kullanılmalıdır. Basının gündemine hem hukuki boyutuyla hem siyasi boyutuyla sokulmalıdır. Bu noktada verili olanakların yanında yeni olanakları yaratacak koşullar gözden geçirilmeli, gerekli girişimlerde tutuk değil atak olunmalıdır.

Bu ve buna benzer yaygın soluklu, koordineli bir faaliyet örgütlenmelidir. Dönem dönem profili yüksek, dönem dönem ise rolentide yürüyecek mücadelenin öncelikli ortaya çıkan gündemlerinden kopmaksızın ancak süreklilik kazanmış bir faaliyet örgütlenmelidir.

Alman emperyalistlerinin kendi yasalarını da aşarak, kendi hukuk normlarını zorlayarak gerçekleştirdiği bu operasyonun bir bütünlük içerdiği asla unutulmamalıdır. Bu operasyonun Türkiye devrimci ve demokratik mücadelesine yönelen bir özü ve dolaysız sonucu vardır. Bu operasyonun ve yürüyecek davanın karşısında örülecek mücadele hattı Türk egemen sınıflarının konumlanışını ve mücadeleye yönelik yönelimini belirleyecek özellikler taşıdığı unutulmamalıdır. ATİK operasyonuna karşı yürütülecek mücadele, elde edilecek başarı, gösterilecek direnç devrimci ve demokratik mücadelenin alanını genişletecek, yeni olanakların oluşmasına vesile olacaktır. Ne kadar başarılı ve dirençli bir faaliyet örgütlenirse daraltılmaya çalışılan mücadele alanımız genişleyecek, meşruiyet sınırı büyüyecek gericiliğin pervasızlığı terbiye edilecektir. Bu aynı zamanda ezilen halk kesimlerinin politik mücadelesine ciddi bir katkı olarak eklenecektir.

 

 

 

 

 

"Türkiyelileşme" üzerinde dolaşan kirli eller! Sefa Ünal

28 Şubat 2015’de HDP heyeti ile Hükümetin ayrı ayrı metinleri ortak kürsüde açıklaması, Kürt meselesinin barış ve uzlaşma ile yol almasında önemli bir eşiğin aşıldığı iddiasına neden oldu. Bu açıklamanın muhtevasını egemen sınıflar ve onun medyası “silah bırakmada” tarihi adım olarak doldururken, Kürt hareketi silah bırakmanın müzakerenin gerçekleşmesi ve ilerletilmesine bağlandığı şeklinde doldurmaktadır. Şimdiden bu bakış açısı farkının uzun soluklu bir tartışmaya zemin sunduğu görülmektedir. Yapılan açıklamada silah bırakma eksenli PKK’nin kongresini toplama çağrısı söz konusu. Ancak bu TC’nin atacağı adımlar temelinde olacak vurgusu ve belli şartlara bağlanması da söz konusu. Nur topu gibi bir zaman öldürme tartışması bu vesileyle tetiklenmiş oldu. PKK kongre toplayacak mı toplamayacak mı, karar alacak mı almayacak mı gibi soluklu bir tartışma ve TC’nin psikolojik savaş argümanı şimdiden oluşmuştur.

Muhataplık: Kürt Meselesinin Oyalama Aygıtı!

Ancak bu eksende bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu açıklamanın silah bırakma meselesinde 2013 Newroz’un da yapılan açıklamaya göre daha temkinli ve devlet açısından daha geri bir nokta olduğu açıktır. Çünkü o açıklamada geri çekilme meselesi TC’den herhangi bir adım beklemeksizin fiilen pratikleşmişti. Bu açıklamada ise bunun olmayacağına işaret etmektedir. TC 2 yıl önceki duruma göre kendisi açısından aslında daha geri bir mutabakatı daha güçlü bir muhataplık ilişkisiyle kabul etmek zorunda kalmıştır. TC’nin bu açıklama üzerinden psikolojik bir savaş eşliğinde zaman kazanmaya dönük kullanacağı görülmektedir.

Meselenin muhataplık açısından güçlü ve yeni bir eşik olduğu meselesi ise doğrudur. Bu yönüyle Kürt ulusal hareketi ciddi bir kazanım elde etmiştir. Ancak Kürt meselesinin gerek iç gerekse de dış politikadaki yeni pozisyonu ve özellikle Ortadoğu’da Kürtlerin elde ettiği kazanım ve yeni politik karakteri düşünülürse artık muhataplık meselesinin hem önemi hem değeri gelişmelerin çok gerisinde kalmıştır. Ancak TC’nin bu muhataplığı özellikle geçmişteki gerici konumu ile kıyaslayarak ustaca pazarladığı görülmektedir. Bu durum yer yer içinden geçilen sürecin üstüne atılan bir örtü işlevi de görmektedir. Adeta bir sihir yaratmakta ve görünürde etkileyici bir şov olarak algılanmaktadır. Oysa muhataplık tartışmasını gelişmeler yutmuş, bunun ciddi bir adım olması meselesini çoktan geriye atmıştır.

Liberallerin Açılan İştahı Ve Sınırsız Özgürlükleri!

Bunların yanında bu açıklamanın HDP’ye sunacağı katkı, seçim sürecine etkisi gibi daha farklı bir psikolojik savaş süreci de yürütülmektedir. Bu psikolojik savaşın muhatabı ise sadece HDP ya da Kürt ulusal hareketi değil genel olarak devrimci sürecin araç ve yöntemleri olmaktadır. Devrimci süreçlerin gerçekleşmesi ve halkın örgütlenerek egemenlik kurmasındaki zor ve silahlı mücadeleye yönelik bir ideolojik kuşatmada söz konusudur.

Bu noktada özellikle Kürt ulusunun barış ve uzlaşmayla belli haklarının tanınmasını isteyen, devlete eleştirel bir noktada duran, yürüyen müzakerede devletin ayak diremesine karşı konumlanış içinde olan kesimlerin bu kılıcı çektiğini görmekteyiz. Liberal burjuvazinin temel karakteri bir elini özgürlük, barış, demokrasi için kaldırırken diğer elini arkadan sinsi şekilde devletin bekasına hizmet için kaldırır. Onun sınıfsal karakteri ve çıkarları bu niteliğini ortaya çıkarır.

Şimdilerde bir yandan AKP hükümetini demokrasi, özgürlük ve barış söylemiyle döverken diğer taraftan HDP güzellemeleri eşliğinde silahlı mücadeleye ve onun yarattığı kazanımlara saldırmaktadırlar. Bu sadece silahlı mücadeleye bir saldırıyı içermenin ötesinde Kürt ulusunun “Türkiyelileşme” projesi kullanılarak tam hak eşitliğine dayanan Özgürce Ayrılma Hakkının çanına kalıcı olarak ot tıkama hesabı yapmaktadırlar.

Bu saldırılarını bir yandan HDP güzellemeleri yaparak, diğer yandan HDP’yi yükseltecek koşulların ne olduğunu sıralayarak yapmaktadırlar. Peşpeşe bir kaç alıntı yaparak duruma açıklık getirmek gerekir. “HDP bütün anketlerde yüzde 10’luk baraj engelini aşmaya yakın görünüyor. Kuvveden fiile geçmesinden vazgeçtik, silahsızlanma etrafında olumlu, samimi ve ikna edici bir gündem yaratılması bile, bazı koşulların da yerine getirilmesiyle birlikte HDP’nin barajı geçmesini sağlayabilir.” (Kadri Gürsel, 1 Mart Milliyet)

“Bu açıklamayla(silah bırakma) HDP’nin baraj sorunu kalmamıştır” (Ruşen Çakır, 28 Şubat Habertürk TV)

“Silahlı mücadelenin sona ermesi, HDP’nin temsil ettiği Kürt siyasi hareketi açısından ciddi dönüşümün kapısını aralayarak, onu 1970’lerde içinden çıktığı Türkiye solunun temsilcisi yapmaya aday haline getirebilir. Bunun Türkiye’nin geleceği açısından çok hayırlı bir gelişme olduğuna şüphe yok. 

Kuşkusuz Türkiye’nin Batısından alacağı ciddi destekle HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesi, hareketin Türkiyelileşmesi ve demokratik güçlerin bu partiyi şemsiye olarak değerlendirerek birleşmesi anlamına gelecek… Bu bağlamda silahlı mücadelenin sona ermesi, hem HDP üzerinde Damokles’in kılıcı işlevi gören silahlı güçlerin baskısının azalması, hem de gittikçe otoriterleşen siyasi iktidara karşı verilecek demokratik mücadelenin güçlenmesi açısından önemli.” (Behlül Özkan, T24, 28 Şubat).

Bu ve benzeri anlayışlar sadece bu kişilerle sınırlı değildir. Bu ortalama bütün liberaller ve yer yer koşulların boğuculuğu karşısında demokratik tutum alan diğer burjuva aydınların sahiplendiği ve etrafında kenetlendiği yaklaşımlardır. Bu vb içerikteki yazılar bu cenahta bir birine atıf yaparak dolaştırılmaktadır. Bu kesimler ezilen Kürt ulusunun sistem içinde “asgari demokratik” haklara kavuşmasını bölünmeme şartına (yani özgürce ayrılma hakkının gerçekleşmemesine) bağlayarak yaklaşmaktadır. Bunu da Kürt ulusal hareketinin Türkiyelileşme kavramıyla perdelemektedirler.

Tutarlı demokratik tutum Kürt ulusuna tam hak eşitliğini savunmaktır. Bunun barışçıl yolla sağlanmasını savunmak sorun değildir. Bir arada yaşamanın yegane koşulunun, ulusal barışın sağlanmasının gerçek savunusu tam hak eşitliğini (özgürce ayrılma hakkının kabulü) savunmaktan geçmektedir. Türkiyelileşme meselesi önündeki engel silahlı mücadele değildir. Kürt ulusal hareketinin Türkiyelileşmesinin önündeki engel faşist devletin Kürt ulusunun tam hak eşitliğini kabul etmemesi ve ulusal hakları gasp etmesidir. Bunu kabul etmesi durumunda Kürtlerin ulusal hakları ekseninde savaşması, ölmesi-öldürmesi için nasıl bir sebep olabilir. Kürt ulusunun bunu gerçekleştirmesini, eksiksiz gerçekleştirmesini tartışmak, bunun savaşımını ve mücadelesini vermek yerine silahlı mücadeleyi tartıştırmak, Türkiyelileşme ve seçim barajını geçmesini buna bağlamak Kürtleri silahsız, örgütsüz bir şekilde faşist devletin parlamentosuna ve insafına bırakmaktır.

Kemalistlerin “Gecikmiş” Adımı!

Bu süreçte gerçekler gerici bir kuşatmayla çevrelenmiş durumdadır. Silahlı mücadelenin ve zorun Kürt meselesinin toplumsal gelişmesinde tarihsel ve güncel rolü adeta bir küfür korosuyla hücuma uğramaktadır. Ezilen geniş kitlelerin kafası silahın ve zorun geleceğini kurmasındaki tarihsel rolünü, devrimci işlevini kavramasında karartılmaya, karıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu olabildiğince güçlü, yoğun bir dalga haline gelmiştir. Bu dalgada boğulmak istenen ezilenlerin geleceğidir.

Bunun yanında Kürt ulusal hareketini sistemin içine çekme, merkezine yaklaştırma noktasında verilen çaba sadece bu kesimlerle sınırlı değildir. Bu eksende kemikleşmiş gerici Kemalist kesimlerinde buna dahil olduğu görülmektedir. Faşist Türk aydınlanmacılığının kaşarlaşmış savunucusu Cumhuriyet başyazarı Cüneyt Arcayürek’e bakın ne diyor:“Bu nedenle bu seçimde HDP’nin barajı aşarak Meclis’e girmesinde olası sonuçlar dikkate alındığında, -biz- seçmenlerin geleceğimizi özenle düşünerek oy kullanmamızda sayısız ulusal yarar var. Bu seçimde demokrasimiz ve halkımız ya RTE’nin boyunduruğu altına girecek ya da seçmen olan bizlerin HDP’nin Türkiye partisi olarak seçimi kazanmasını destekleyen oylarıyla Meclis’e girmesi sağlanacak!(Cüneyt Arcayürek, 27 Şubat Cumhuriyet). HDP’ye gösterilen bu ilgi ve beklenmedik destek dikkat çekicidir. AKP’nin giderek güçlenen konumu bu desteğin bir yanıdır. Ancak destek yine HDP’nin Türkiye partisi olmasına atıf yapılarak şekillenmektedir. Bu Türk ulusalcılığının kalesi olan kesimlerinin “Türkiye partisi” anlayışını bir “ulusal yarar” ekseninde tanımlamasını tereddütte yer vermeyecek şekilde Türk ulusal egemenliğinin devam etmesi olarak algıladığı açıktır. Bu kesimlerin Türkiyelileşme adı altında Kürt ulusunun temel hakkı olan “Özgürce Ayrılma hakkı” yerine belli iyileştirmelerle Kürtlerin uykuya yatırılacağına dair ideolojik hesapları yanında Türkiyelileşme ile Kürt ulusal kimliğinin silikleşmesine yönelik siyasi hesaplarını içermektedir.

Dost postu giymiş gulyabaniler şimdilerde ulusal barış, Türkiyelileşme, Demokrasi, seçimler, AKP’ye tampon söylemleri ile Kürt hareketinin reformist yönelimini cesaretlendirmekte, Kürt ulusunun yegane çözümü olan tam hak eşitliğini boğmaya, zorun ezilenler için tarihsel önemini kuşatmaya çalışmaktadır. Bu ideolojik ve tarihsel gericiliğin önünde barikat olmak devrimci-komünistlerin en önemli siyasal görevidir. Reformizme destek ile Kürt ulusal haklarının reformlar yoluyla demokratik kazanımlara dönüşmesine destek arasında ki kalın çizgi en belirgin hatlarıyla çizilmek zorundadır. Bu eksende yaşanacak muğlaklık var olan reformizm ve sistemiçiliğin tüm zehirlerinin bünyeye sirayet etmesini getirecektir.