Pazartesi Mayıs 20, 2024

Hücrem demir, yürek demir! (Nubar OZANYAN)

Amed Zindanı’nda ağır zulüm koşullarında mısralara dökülen acılar, ortaya konan direniş kavganın ve onurun şiiri olur. Yıllar geçmesine karşı halen kulaklarımda çınlar. İşkence ve zulmün vicdansız ve sınırsız olduğu Amed Zindanı’nda duyarlılıkla okuduğumuz sevgili Hasan Hayri Aslan arkadaşın şiiri gelir aklıma.

Aradan kırk yıl geçmesine karşı zayıflayan hafızama ilmik ilmik işlenen mısralar kavga kimliğimin parçası oluyor.

“İşkencede tükeniyor günlerim. Yara-bere-kan içinde inlerim… Kardeşlerim yanıyordu ateşte, ölüm orucunda ölür peşpeşe… Neylersin be cellat sen neylersin. Hiç usanmaz zulüm cefa eylersin. Bizden kemlik, döneklik mi beklersin? Hücrem demir, yürek demir, can demir…”

Yaşamın ölüm üzerinde, özgürlüğün kölelik üzerinde tam hakimiyet sağlamadığı sürece ölüm; emekçileri, devrimcileri, Kürtleri, Alevi ve kadınları mutlaka gelip bulur. Çünkü bu topraklarda para, adalet, hukuk kanla yıkanıp zulüm üzerine yazılmıştır. Sermaye, adalet ve devlet, şiddet üzerine kurulmuştur. Toprak ve emek, sömürü ve zulüm üzerine kazınmıştır.

Aralık ayı, ölümle yaşamın arasında kalan kara bir aydır. 2000 yıllarında dönemin faşist iktidarı tarafından gerçekleştirilen zindan katliamı devam ediyor. Hasta, sakat ve yaş almış tutsakların tedavilerinin zamanında yapılmaması ve tahliyesi edilmemeleriyle katliam devam etmektedir. Zaman ve mekan değişiyor, isimler farklılaşıyor. Ancak baki kalan faşizmin kuralsız, kendi hukukunu bile tanımayan, yasalarını bile hiçe sayan zulmü oluyor.

Aralık; ölümle yaşamın arasında

Farklı yıllarda da olsa Aralık ayı, Maraş, Zindanlar, Roboskî katliamlarının gerçekleştiği aydır. Bu topraklarda anaları ve çocukları öldürmeden önce adaleti katlettiler. Sonra Ermenileri, Pontus Rumlarını, Süryani ve Keldanileri, Kürtleri, Alevileri, kadınları, devrimcileri öldürdüler. Ama devrime ve direnişe güzelliğini, gençliğini, yaşamını ve canını verenler var oldukça devrim, emekçilerin ellerinde daha da büyüyecektir.

1915 yıllarında dönemin İttihat Terakki Partisi Dahiliye Nazırı Mehmet Talat, Ermeni halkını katletmek için “Vurun, Yıkın, Öldürün” talimatını verir. 1978 yılının Aralık ayında Maraş’ta Alevileri katleden faşistlere “Saldırın, bunlar Müslüman değil. Bunları öldürmek sevaptır. Öldürdüğünüzde cennete gideceksiniz” talimatı verilir. Otomatik silahlarla Alevilerine saldırırlar. Yaşanan vahşet o kadar büyük boyuttadır ki, gençler “Elimden bir şey gelmediği için kendimden bile nefret eder duruma geldim” diyebilmektedir.

2000 yılının Aralık ayında kadın devrimci tutsakları “diri diri yaktılar.” Böyle başlıyor devrimci tutsakların haykırışı… 19 Aralık 2000, devrimci hafızamıza kazınan katliam günüdür. Yüreklerimiz bir kez daha yangın yerine döndü. Şafağın sinsice karanlığa boğulduğu o gün öfkemiz hiç dinmedi, bilincimiz eylem fikrinden asla vazgeçmedi.

Önce Kürt kadınlar vurulur: Taybet Ana

Acılarına yas tutacak zaman dahi bulamayan bir Kürt halk gerçekliği yaşanıyor. Daha bir katliamın acı ve yaraları sarılmadan, yası bile tutulmadan başka bir infazla karşılaşıyor Kürt anaları, gençleri, halkı.

Ermenilerin yaşadığı soykırım sonrası varlıklarının son bulmasıyla birlikte -bir anlamıyla- fiziki acıları da sonlanır. Acılar geride kalanların hafızasında yaşamaya devam eder. Ancak Kürtlerin acıları soluk almadan devam ediyor. Bu tarifi ve tanımı zor acılar, anaları direniş ve onurun öncüsü yapıyor.

Taybet Ana’nın katledilmesi karşısında çaresiz kalan evladı “Annem vurulduğunda haber verdiler. Koştuk. Biz daha varmadan amcam gitmek istemiş onu da vurmuşlar. Annem sokakta cansız bedeniyle bize bakıyordu. Gitmek istedim tuttular. Ağladım. Ağladım. Ağladım. Bir hafta cansız bedeni yerde kaldı. Köpekler gelir, kuşlar konar diye uyuyamadık” demişti.

Türk savaş uçakları çocuk yaştaki 34 Kürt gencini sorgusuz sualsiz infaz eder. Türk Genel Kurmayı yaptığı açıklamada “PKK’li bir terörist grubun etkisiz hale getirildiğini” açıklar. Parçalanmış çocuk bedenleri yanık halleriyle battaniyelere sarılır, hayvanlara bindirilerek köye taşınır. Soğuktan ve güneşten yanmış esmer kaçakçı çocuklar, toprağı öperek adaletsiz dünyaya veda ederler. Sadece görüntüleri bile, izleyen her onur ve vicdan sahibi insanı öfke yağmuruna tutar.

Tarih ve an tanıktır ki, her Kürt “PKK’li olmak” bahanesiyle katledilme tehdidi altındadır. Katliam ve infazlara ses çıkaran, temel hak ve özgürlükleri savunan hukukçular da kalleşçe arkalarından kurşunlanarak, savundukları çocukların yüzlerine döndürülür.

Toprağa ve taşa sadece kan ve acı içinde Kürt anaları ve çocukları uzatılmaz. Aynı zamandan katledilen, kaybolan adaleti aramaya çıkan hukukçular da savundukları halkın yanına uzatılır. 12 Eylül 1980 Amed Zindan sürecinde bunlar yaşandı. Adaleti ve onuru savunan hukukçular da kelepçelenerek savundukları tutsakların yanına konuldu. Aynı zalim uygulamalara hukukçular da tanık oldu ve tanıklık etti. Milletvekilleri de benzer kaderi yaşadı.

Roboskî Katliamı’nı yaşayan ailelere sus payı için tazminat önerilir. Katliamı yaşayan aileler “Kan parası değil adalet istiyoruz, katiller cezalandırılsın” derler. Ama adalet arayışı için kurdukları dernekleri KHK ile kapatılır. Amed Diclekent’te açılan Rojava Parkı’ndaki Roboskî Anıtı faşistler tarafından parçalanır.

33 Kurşunu, Roboskî’yi, zindanlar katliamlarını, Taybet Ana’ya zulüm yaşatanlar; hapishanelerde tutsaklara ölümü dayatanlar bilmelidir ki, yaşadıklarımızı-yaşattıklarınızı asla unutmayacağız. Kürde her uçak sesinde irkilmeyi yaşatanlar, yağmur yerine bomba yağdıranlar, iyi bilmelidir ki, her gecenin bir sabahı vardır; sorarlar bir gün sorarlar…

2320

Merkel-Westerwelle ikilisiyle Alman Burjuvazisi Yeni Saldırılara Hazırlanıyor

Almanya’daki 27 Eylül genel seçimler öncesinde, nasıl bir hükümet kurulacağı, Alman tekelci burjuvazisi tarafından belirlenmişti. Kamuoyu anketleri de CDU-CSU ve FDP nin önde gittiğini teyit ederken, alman tekelci burjuvazisinin yeni hükümetini de onaylamış oluyordu. Emperyalist tekelci sermayenin, ülkeyi uzun bir süredir "büyük koalisyon” adını verdiği CDU-SPD ikilisiyle yönetmesi, onlara önemli kazanımlar kazandırmıştı.

BALIK VE MELISA

Uzun zamandır işsizdi. Hangi kapıya el uzatsa boşa çıkıyordu. Evde bulunmak, ev halkıyla göz göze gelmek istemiyordu... Erkenden kalkıyor, açlıktan guruldayan midesiyle zor atıyordu kendini dışarıya. Ardından şuursuzca, saatlerce dolaşıyordu sokaklarda, caddelerde... 


ROBOSKİ’NİN KANAYAN KARANFİLİ

 

“Acıya yenilmek istemiyorsan,

onunla yüzleşmen gerek.”

(Lanza del Vasto.)

 

Masamın üzerinde bir karanfil duruyor şu an. Rengi kızıla çalan bir karanfil. Roboskî karanfili. Çamurlu patikadan otuz dört fidanın mezarlarının yan yana dizili durduğu mezarlığa doğru tırmanırken KESK’li Sedar’ın elime tutuşturduğu… Her şeyin acıya karıldığı o sisli anlarda ne yaptığımı, ne yapacağımı bilemeyip çantama atıvermişim. Eve döndüğümde çıktı…

Ben onlardan değilim, Kaypakkayanın yoldaşıyım.

 

Çanakkale Savaşında İnsanlık Dramı (Yüzbaşı Sarkis Torosyan)

 

Savaş Şiddet Üzerine Ekonomi-Politik ve Antropolojik Notlar

 

“Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm,

zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir.”[2]

 

İtiraf etmek gerekir ki, savaş hakkında konuşmak, kolay bir iş değil.

Bunun nedeni, insanın savaş konusunda, “alternatif” de olsa bir ders bağlamında konuşabilmesini sağlayacak nesnellik ve uzaklık duygusunu deneyimleyebilmenin zorluğu.

KIMSENIN KUŞKUSU OLMASIN; ONLARI MUTLAKA YENECEĞIZ![1]

 

 

“Belki de asıl ustalık budur;

her zaman acemi olmayı bilmek.”[2]

 

Yedi düvel dört iklimden hoş geldiniz…

Dersim’den, Diyarbekir’den, Antakya’dan, Çorum’dan, Sivas’dan, Samsun’dan, Ardahan’dan, İzmir’den, Adana’dan, Antep’den yani “Nuh’a beşikler veren” kadim Anadolu’nun dört bir yanından buraya gelen yoksullar, işçiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, kadınlar, gençler, çocuklar yani ötekileştirilen mağdurlar, madunlar, ezilenler, sefa getirdiniz…

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

Sayfalar